28 Temmuz 2008 Pazartesi

....................ÇAĞRI - YORUM.................



Olan oldu . Malesef güzel kızımız geleceğimiz Aleyna artık aramızda değil.



Resmine bakıp ağlamaktan ,acısını tüm hücrelerimizde hissetmekten başka elimizden bir şey gelmiyor artık...


Hiç istenmemesine rağmen beklenen süreç ne yazık ki başladı.Artık kan ve göz yaşını daha çok görmek zorunda kalabiliriz.Bu güne kadar olan bitene,içinde bulunduğumuz çoğrafyaya bakınca bundan sonra çok daha kötülerinin olmasının da mümkün olduğunu görülüyor.

Peki hiç bir şey yapamazmıyız ? Sadece kaderimizi mi beklememiz gerekiyor ?


Bir şeyler yapabilmek için önce kimin veya neyin bize bu acıları ne için yaşattığı ve geleceğimizi neden karartmak istediğini görmemiz gerekiyor .
Bu konu bu sayfadaki yazılarda aklımızın erdiği dilimizin döndüğü kadarıyla anlatılmaya çalışılmaktadır.

Küreselleşme denilen illet, sayıları bir elin parmakları kadar olan karar alıcı ailelerin elindeki sözde çok uluslu veya uluslararası, dev büyüklükteki şirketlerin başta ulus devletler olmak üzere Dünya üzerindeki tüm siyasal yapıları kontrolü altına alıp zayıflatıp zaman içinde bölüp parcalayıp yok etmesi cabasından başka bir şey değildir.

Bunuda ne pahasına olursa olsun yapmak zorundadırlar .Başka türlü bir durumda insanlar eninde sonunda ve aslında pekte uzak olmayan bir gelecekte onların elinden bu karar alma haklarını ve bu dev şirketlerinin mülkiyetlerini alacaklardır.

Ülkemizde yaşadıklarımız Dünyanın diğer çoğrafyalarında yaşanandan farklı değildir.
Bu büyük şeytani güçle dünyanın başta ABD olmak üzere büyük devletleri yani diğer siyasal güçlerinin ( AB ,RUSYA,ÇİN v.s.) arasında kalan ülkemiz söz konusu çekişmelerin oyun alanına dönmüştür.

Türkiyedeki etkili oldukları merkezler ve kişiler üzerinden oynadıkları güç oyunuyla ülkemiz , ülkesi ve milleti ile bölünmeye çalışılmakta zayıflatılmak istenmektedir.

Operasyonun hedefine ulaşabilmesi için Türk halkının pek çok ayrışmalara uğratılması birliğinden uzaklaşması ve devletiyle olan güven bağının kopartılması gerekiyor.

Bu yolda alınan mesafe ortadadır .

Kısaca gündemimize şöyle bir bakalım .

İçinden geçmekte olduğumuz süreç nasıl gelişmiş, gelişiyor ve gelişecek.

Başbakan ve AKP kadroları ve icraatları hakkında her türden eleştiriler ile toplumun bir kısmında hükümet ve onunla bağlı bulunan Devletin pek çok kurumuna güven kalmamıştır.
Toplumun diğer bir kısmında ise ordu ve onunla aynı cizgide olduğu düşünülen ana muhalefet partisi nerdeyse halk ve halkın inançlarının düşmanı bir çizgide görülmekte ve saldırılmaktadır.
Hukuk bu konuda kullanılmakta AKP nin kapatılması istemli dava ile Ergenekon örgütlenmesi ile ilgili ceza davası bu iki düşüncenin bir biriyle mücadelesinin ve ayrışmanın simgesel göstergesi olarak takip edilmektedir.


Bu arada on yıllardır devam eden ve/veya ettirilen bölücü hareket Türk Milletinin önemli bir parcasını kendi özünden koparma aşamasına gelmiştir.

Tüm bu görüntü ve anlatımlar sanki çok kolay bir lokma haline geldiğimiz hisi yaratmaktadır.

Ancak gerçek hiçte öyle değildir.

Türkiye dünyanın en kritik çoğrafyasında dinamik ve genç nufus yapısı ile, 780 bin km2 toprağı ile, pek çok önemli Avrupa ülkesinin yüz ölçümlerinin bir kaç katı ormanlarıyla,basitce yapılan hesaplamalarla ekilebilir alanlarında 350 milyondan çok insanı besleyebilecek potansiyeli ile, çok uzun kıyıları ile , Balkanlar ve Kafkasyada bulunan Yunanistan , Sırbistan , Arnavutluk, Bulgaristan ,Makedonya , Kosova, Gürcistan , Azerbeycan, Ermenistan'ın hepsinin toplam nufusundan kalabalık , toprak olarak hepsinin topraklarının toplamından büyük, ve hepsinin toplam ekonomik büyüklüğünden daha zengin bir ülkedir.

Türk ordusu sahip olduğu asker sayısı , tehcizatı , 450 den fazla ucağı , 4500 den fazla tankı , gemileri ,denizaltıları, harekat kabiliyeti ,tecürbesi , eğitimi ile dünyanın en iyi ve güçlü 5. ordusu olarak gösterilmekte , kendisiyle bölgesinde boy ölçüşebilecek başka bir ordu bulunmamaktadır.

Türkiyenin sahip olduğu doktor, mühendis , hukukcu kısaca yüksek öğrenimli iyi eğitimli sayısı çevremizdeki ve Dünyadaki pek çok ülke nufusundan çoktur.

İmparatorluk mirascısı ve binlerce yıllık devlet tecürbesi ve birikimi olan kadroları ve kurum hafızası ve halk kültürü ile yer yüzünde bulunan sayılı medeniyet mirascılarındandır.

Türkiye hiçte kolay bir lokma değildir küresel şeytanlar için.Yeterki biz kolay lokma olduğumuza inanmayalım....Yani yapılanların farkında olup oyunları bozabilelim.

Yapmamız gereken şey çok basittir.

Devletimize ve kurumlarına ne olursa olsun güvenmeliyiz. Halk olarak bir ve beraber olmalıyız .. Kesinlikle siyasal tartışmalarımızı dışarıdan gelecek telkinler doğrultusunda bir birimizi ötekileştirecek şekile sokmamalıyız.

Şimdi bizi bölmek isteyenlerin bu yolla zayıflatmak isteyenlerin oyunlarını bozma zamanıdır.AKP lisi CHP lisi MHP lisi hatta DTP lisi bir ve birlik olmalı sivillere yöneltilen ve bizi keskin bir şekilde bölmeyi amaçlayan teröre karşı ortak tepki göstermeli bunu sadece söylemlerle sınırlandırmamalı ve eyleme geçmeliyiz.

Herkesin doğal olarak kınadığı lanetlediği bu saldırılayı bölünme değil birleşme için kullanmalı tarafsız kurum ve kuruluşların öncülüğünde tüm siyasal parti ve örgütlerin desteklediği ortak eylemleri bir an önce hayata geçirmeli ve emperyalizmi kendi oyununun içinde akıttığı kanımızda boğmalıyız.

Bu nasıl olur kim öncülük eder kim ne kadar katılır diye düşünmemeli derhal mesela TOBB tarafından veya iki ucta bulunmalarına rağmen ortak özellikleri mitingleri pek sevmeleri olan ADD ve Ortak Akıl Hareketi vakit geçirmeksizin Teröre lanet ve Birlik Beraberlik mitingini ortaklaşa aynı meydanda mesela İstanbul Çağlayan da yapmalıdır.

Bunun ülkemize kazandıracakları çok çok büyük olacaktır.Gidişatın yönünü ve hızını değiştirecek belkide durduracaktır.

Aleyna ve onunla beraber toprağa verdiğimiz 16 canımıza ve pek çok mafolan hayata karşı sorumluluğumuzun gereği ve gelecekte bu gibi ve hatta daha kötüsünü yaşamaktan kurtuluşumuzun yolu ancak böyle bir birliktelikle mümkündür.



Website counter

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Gözünü hep kapa emiiiii...

Herkesin malumu olan bu söz Afrika'dan:
Batılılar geldiklerinde ellerinde incil, bizim elimizde topraklarımız vardı.
Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler.
Gözümüzü açtığımızda ise;
Bizim elimizde incil, onların elinde topraklarımız vardı.
(Kenya Kurucu Devlet Başkanı Kenu Kenyattu)


Buda Fakiristan'dan:
Arak, Kap ve Kaç Partisi geldiğinde elimizde özgürlük,laiklik,cumhuriyet vardı.
Bize, kömür verdiler, aşevinde yemek, torba torba erzak verdiler.
Gözümüzü kapayarak tekrar oy atmamızı istediler.
Gözümüzü açtığımızda ise,
Bizim başımızda türban, yüzümüzde sakal, onların elinde para ve iktidar vardı.
(Fakiristan Cumhuriyeti Vatandaşı Fakir Azgittiuzgittideretepedüzgitti)



Tarihci Tarihci'ye teşekkürler...

13 Temmuz 2008 Pazar

Saddam Nasıl Devrildi ya da Irak’ın Kurtçuklar Vadisi!!!

Tek kurşun atılmadan neden teslim olundu?
Teslimatı yapan, gerçekte Irak’ta herkesin bildiği ama ortalıkta elle tutulur bir şekilde gözükmeyen Kadiriliğin bir kolu olan Kesnizani tarikatıydı. Bu tarikat yıllar önce Mossad ve CİA tarafından Saddam’ı içten yıkmak, Irak’ı kolayca teslim almak için organize edilmişti. Öyle de oldu. Saddam’ın en yakınındakiler, Genelkurmay Başkanı Mareşal Ayat Fetih El Ravi, genel askeri istihbarat başkanı Mareşal Vefik El Samatayi, Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Hamid Şaban, hepsi Şeyh Muhammed Abdülkerim Kesnizani’nin ayağını öperek müridler arasına girmişti. El-Muhaberat’ın elemanları da Irak’ı teslim ve Saddam’ı devirmek için ABD ile işbirliği yaptı. Herkes esas savaş Bağdat’ta olacak derken, Bağdat savaşmadan teslim edilmişti ABD askerlerine . Tarih 10 nisan 2003’ü gösteriyordu.
Saddam 33 yıllık diktatörlüğünde, Babil ülkesinin 3-4 bin yıllık geleneğinden gelen karşı ihtilaller, suikastler neler neler atlatmıştı ancak “tarikatın” metodu hepsinden farklıydı. Tarikatın müridleri Saddam’ın en yakınında olanlardı. Onun her hareketini, her adımını an be an tarikat şeyhinin oğlu Nehru’ya aktarıyorlar, sonunda bilgiler kuş olup MOSSAD ve CİA istasyonlarına doğru uçuyordu. Kürtçe manası “ben hiçbir şey bilmiyorum” olan Kesnizani, bir Kürt aşiretinin adı. Süleymaniye civarında yerleşik. Tarikatın lideri Kürt asıllı Şeyh Abdülkerim Kesnizani. Kendisi sıradan bir tekke şeyhi iken ölünce yerine oğlu Muhammed geçmiş. Şeyh Muhammed Abdülkerim Kesnizani, zikirden, tespihten ziyade, siyasete meraklıydı. Müridlerine Kur’an eğitimi yerine adı zikredilmeden İslam diye Kabala öğretilerini/mistizizmini anlatıyordu. Şeyh Muhammed kendisi ortalarda pek görünmüyordu. Medyatik değildi, onun ismi Irak’ta efsane haline gelmişti. Şeyh Muhammed Kerkük’e bağlı Çamçamal ilçesinde doğmuş. Bağdat Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni bitirmişti. Saddam yakalandığında Şeyh Efendi 60. yaşını kutluyordu. Kesnizani Tarikatı, baba Abdülkadir zamanı da dahil, Saddam'a bağlılıkta kusur etmiyordu. Kürt, Türkmen, Arap rejim muhalifleri anında BAAS Partisi istasyonlarına bildiriliyordu.
Şeyh’in Gandi ve Nehru adındaki iki oğlundan Gandi 1980’li yıllarda faili meçhul bir cinayete kurban gitmişti. Şeyh Muhammed kitap yazmaktan da geri durmamıştı. Tarikatın dönüşümü Şeyh Efendi’nin etrafındaki İslam alimlerince, gerçekte Mossad ajanı hahamlarca hızlandırılmıştı. Şeyh’in kitabı Kabala öğretilerini İslam Mistisizmi olarak imanlı müridlerin beyinlerine ve kalplerine ince ince enjekte etmek için başucu kitabı olarak kullanılmaktaydı. Müridlere Mossad’ın hahamlıktan tövbekar hocaları ders veriyordu. Dönüşüm etkisini göstermiş, bir Kürt tarikatı olan Kesnizanilik Türkmenler ve Araplar arasında da kendisine müridler edinmişti.
Tarikatın müridleri arasına kanlı gösterilerde sokulmuştu. Kan ve acı ruhi olgunlaşmanın yollarından biriydi. Zaman zaman müridler işin ölçüsünü kaçırıyorlar ve kendilerini muhtelif kesici aletlerle ağır bir şekilde yaralıyorlardı. Bu durumlarda da Şeyh ve halifesi, yaralı yere tükürüğünü sürüyor, sıvazlıyordu. Müridde acıyı hissetmiyor veya ‘gibi‘ davranıyordu. Tabi ki bu gösterilerde azımsanmayacak sayıda mürid ölüyordu ölmesine, Şeyhe göre ölenler, yeterli “cezbe” haline, yani bir nevi transa ulaşmadan kendilerine bıçağı saplıyorlardı, bu ise onların ölümüne sebep oluyordu. Yoksa şeyhin kerametinde bir problem yoktu. Aslında tarikatın kanlı gösterilerinin hedefi Irak ordusuydu, vücudunun muhtelif hayati bölgelerine, kasatura, bıçak, kurşun girip de ölmeyen müridler efsanesi ABD li ve İsrailli kafirlerle savaşmaya hazırlanan askerleri oldukça etkilemişti. Öncelikle generaller ve subaylar Kesnizani tarikatının müridleri haline getirildiler. Genelkurmay Başkanı Mareşal Ayat Fetih El Ravi, Genel Askeri İstihbarat Başkanı Mareşal Vefik El Samarayi, Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Hamid Şaban, hepsi Şeyh Muhammed Abdulkerim Kesnizani’nin ayağını öperek müridleri arasına girmişti. Irak’ın acımasız El-Muhaberatı'nın sivil asker elemanları da tarikatın müridleri olmuşlardı. Müridler arasında bir isim vardı ki, Saddam’dan sonra BAAS’ın en kudretlisiydi. İbrahim İzzet El Duri. Duri bütün karanlık odaklarla ilişki kuruyor Saddam’ın bütün pis işlerini organize ediyordu. Duri Şeyh’in ayağını öpenlerin arasına çoktan dahil edilmişti. Öte yandan Saddam’ın karısı Sacide Hayrullah, Saddam’ın kardeşleri Vatban ve Barzan ile oğlu Uday’da müridler arasındaydı. Birinci Körfez Savaşı'nda Baba Bush Bağdat'ı işgali ret etmişti. İsrail bu duruma çok bozuldu. Zaten uzun yıllardır Kuzey Irak Kürtleriyle temasta olan İsrail işi şansa bırakmak niyetinde değildi. Irak hızlı bir şekilde parçalanmalıydı. Gözüne kestirdiği Kürt tarikatı Kesnizani’lik üzerinden Irak’ın İslami hayatını da kontrol altına alacaktı. Yani MOSSAD damardan girecekti. Nede olsa önlerinde Birinci Dünya Harbi öncesi ve sonrasında İngilizlerin uyguladığı Vahabilik vardı, Lawrens vardı. Birinci Körfez Harbi'nden sonra, MOSSAD Kesnizani tarikatının önde gelenleriyle muhtelif yollardan temasa geçti ve ilişkileri hızla geliştirdi. Öncelikle Irak Devleti’nin mekanizması içinde yer alanlar, medya mensupları uhrevi yollardan ikna edilemezlerse MOSSAD’ın cömertçe tarikata aktardığı dolarlarla ikna ediliyor, mürid yapılıyordu. Şeyh Muhammed ve oğlu Nehru MOSSAD’ın cömertliklerine karşılık olarak, ufak tefek jestler yapıyorlardı. Saddam'ın yatak odası dahil, istihbaratçı müritlerden derlenen bilgiler oğul Nehru’da toplanıyor. Nehru’da bunları MOSSAD’a aktarıyordu. Kadınlar, kumar ve içki Nehru’nun asıl ilgi sahasıydı. MOSSAD ajanları için de bunların tedariki çocuk oyuncağı. Açıkçası din ve tarikat Nehru’nun umurunda değildi. Artık Saddam ve çevresinde neler olup bittiğinden Kesnizani tarikatı ve şeyhi vasıtasıyla MOSSAD anında bilgi sahibi oluyor ve gereği yapılıyordu. Tarikatın içine MOSSAD iyice yerleşmişti. Şeyh adına rahat rahat operasyon yapar hale gelmişti. Kısaca, Güney’de Şii Müslümanlar Kuzey’de ise Türkmenlerin büyük çoğunluğu hariç sivil Arap, Kürtler ile Irak devlet mekanizmasını elinde bulunduranlar Kesnizani tarikatı kullanılarak MOSSAD ve CİA tarafından devşirilmişler ve psikolojik harbin kurbanı olmuşlardı. Saddam en yakınlarının bile tarikat tarafından mürit yapıldığını, her hareketinin CİA ve MOSSAD’a ulaştırıldığını fark ettiğinde iş işten geçmişti. Söylenen o ki Saddam Irak’ın işgalinden birkaç ay önce durumu fark etmiş, karısı dahil, yakın çevresini etrafından uzaklaştırmıştı. İntikam almaya hazırlanıyordu. Derken ABD ve İngiliz birlikleri Irak’a saldırdılar. Güney’de müthiş bir direnişle karşılaştılar. Dünya medyası, bu arada Türk medyası, akademisyen, emekli asker, strateji uzmanları asıl savaşın Bağdat ve çevresinde olacağını dile getiriyorlardı. Birde Amerika’nın bu kadar az sayıda birliklerle Bağdat ve çevresindeki direnişi kıramayacağını söylüyorlardı. Halbuki Bağdat ve çevresi Saddam'ın askerleri tarafından hiçbir direnç gösterilmeden Amerikan askerlerine teslim ediliverecekti. Niçin böyle olmuştu?
Tarikat yoluyla Irak devlet mekanizması devşirilmişti. Şeyh Muhammed müridlerine Amerikan askerlerine direnmemelerini öğütlemişti. Şeyhin emrindeki mürid generaller vatanlarının bağımsızlığı için savaşmak yerine Şeyh Muhammedin emrine uydular. Bu arada İzzet El Duri’de boş durmamıştı. Bağdat’ın kuzeyini de o teslim etmişti Amerikalılara. Nede olsa Şeyh’in isteğinde bir keramet olmalıydı. Bağdat Bağdat olalı böyle bir şerefsizlik görmemişti. Ancak bir benzeri Babil’de olmuştu. Babil Pers Kralı Kyros’a savaşsız teslim edilmişti. Bugün Şeyh Muhammed’in liderliğinde Kesnizani tarikatı Irak’ta devletin ve siyasetin orta yerinde faaliyetlerine devam ediyor. Buraya kadar anlattıklarım muhtelif kaynaklarca teyit edilmiştir.

En önemlisi Türk milletinin ve devletinin "Kesnizani Tarikatı Operasyonu"ndan çıkaracağı bir ders var mıdır?

ztc'ye teşekkürler...

11 Temmuz 2008 Cuma

Oynakbeyi...



Fakiristan’ın oynakbeyine Yahudi diyorlarmış; her kim diyorsa yalan, inanmayın sakın…
Eğer Yahudi olsaydı; Fakiristan’ın en büyük barajı Fap’a biz diyelim 11,5, siz deyin 12,5 milyar Amerikanya yeşil banknotu kaynak harcayarak yabancılara toprak satardı, mayınlı arazileri temizleme karşılığında Fisrail’e verirdi.
Fakiristan’ın vakıflar yasasını çıkarıp yabancıların eski mülklerinin Fakirlerin elinden alınmasına sebep olurdu.
Fakiristan’ın en büyük şehri Fistanbul’un sur içinin Fatikanlaşmasına, hatta o yetmiyor gibi her karış Fakiristan toprağında Fatikanvari binlerce yapının oluşmasına sebep olurdu.
FOP denilen Fiyonist-Façlı ittifakının eşbaşkanı olurdu.
Dinlerarası diyalog, kültürler arası diyalog, medeniyetler arası diyalog gibi Fakiristan’ın yüce ve kainatın son dinini, Hıristiyanlaştırma projelerine destek olurdu.
Fetkim’i Fermeni’ye, Felekom’u F-M-I-6 destekli Fübnanlıya, Füpraş’ı yerli işbirlikçiye, FO’yu küçük kardeşine satardı. Fekel’i FAT’a satar, Fakiristan’ın madenlerini küresel kraliyete peşkeş çekerdi.
Amerikanyalı firmaların genetiği değiştirilmiş mısırdan, nişasta bazlı şeker üretmesi karşısında kotayı artırıp kendi çiftçisini ekmeğe muhtaç eder ve halkın zehirlenmesine göz yumardı.
Fakiristan’ın ihale kanununu biz diyelim 13,5 siz deyin 14,5 kez değiştirip, yandaşlarına halkın kanını, iliğini emerek servet aktarırdı. Fakiristan bankalarının yabancıya satılmasını sağlar; işçi, memur, esnaf, çiftçinin önce zor duruma düşürülmesi, arkasından borçlandırılması, arkasından da elinde avucunda bulunan malına mülküne haciz yoluyla el konulmasına sebep olurdu.
Kendi vatanında Fakir lafına dahi tahammül edemez, Fakirliğini alt kimlik haline getirir diğer etnik kökenler arasında sayardı. “Utanmayan, Fakirliğiyle övünebilir” derdi.
Fergenekon ve Fakir-i Milliye (Milli Fakir) gibi kavramları çete sayar, bu kelimeleri ağzına alanı, hatta kafasından geçireni “kulağından tutup dama atardı”. İçerde küstah, dışarıda köle olurdu. Ne mutlu Fakiristan’a ki Fakiristan’ın böyle Yahudi bir oynakbeyi yok.

(Not: Fakiristan=Güzel memleket; Fap=Fakiristan baraj projeleri; Amerikanya=Kaka memleket; Fisrail=Diğer bir kaka; Fakirler=Gerçek Fakiristanlılar; FOP=Fakiristan’ı ve Komşularını Ortadan Kaldırma Projesi; Fetkim= Fakiristan Kimya; Felekom=Fakiristan Kominikasyon; Füblan=Emperyal destekli iç savaşın eksik olmadığı, insanları garip-gureba memleket; Füpraş=Fakiristan Ülkesi Petrol Rafineleri A.Ş.; FO=Fakiristan Ofisi; Fekel=Fakiristan’ın tütün-alkol işletmesi; FAT=Küreselmiş; Fergenekon=Fakirlerin Varoluş Destanı; Fakir-i Milliye=Fakiristan’ın Fakiristan olmasında çok önemli katkıları olanlara verilen ad).






ztc'ye teşekkürler...



10 Temmuz 2008 Perşembe

ARMAGEDDON ?


Batının Ortadoğu adını verdiği bölgede çok sıcak gelişmeler oluyor ve olmaya da devam edeceği gözüküyor. Görünüşte olaylar enerjiyi ele geçirmek ve gelişmekte olan Avrasya ekonomilerinin yollarını kesmek gibi gözüküyor. Acaba sadece bu kadar mı yoksa bunun da ötesinde çok daha karmaşık ve dinlerin de ön plana geldiği bir olaylar zinciri ile mi karşı karşıyayız?



Abd başkanı’nın 11 Eylül den sonra ilk yaptığı açıklama da bunun bir haçlı savaşı olacağı ve son günlerde yaptığı 3. dünya savaşı başlayabilir şeklindeki açıklamaları işin içinde çok daha derin hesaplar olduğunu gösteriyor.




Son üç tek tanrılı din’in mensuplarının köktencilerinin dini inançlarının ne olduğuna bakmakta yarar var. Yahudilerin köktencilerinin inancına göre Mesih gelmeden önce gerçekleşmesi gereken bazı olaylar var. Yahudilerin tüm dünyaya dağılması ki bunu gerçekleştirdiler, daha sonra Kudüs’te toplanmaları ki bunu da gerçekleştirdiler, şimdi sırada Süleyman mabedinin tekrar inşa edilmesi var ki en zorlandıkları konu bu. Çünkü eski mabedin bulunduğu yerde şu anda Mescidi Aksa ve Kubbe tül Sahra gibi İslam’ın iki önemli mabedi bulunuyor. Bu mabetleri ne yapıp edip yıkmaları gerekiyor. Ama bir saldırı ile yıkmayı göze alamıyorlar, çünkü bu durumda tüm İslam âleminin birleşmesine ve karşılarına çıkmasına sebep olacağını çok iyi biliyorlar. O yüzden son buldukları yöntem arkeolojik araştırmalar yutturmacısıyla buraları kazmak ve daha sonra da ufak bir depremle kendiliğinden yıkılmalarını sağlamak. Rte Londra’da Olmert’le ne konuştu? Maalesef bu tüm gözlerden kaçtı ve basın da bu konuyu gündeme hiç getirmedi nedense. Daha sonra hızla Süleyman mabedinin yapımına başlamak (bunun için her şey hazır taşlarına, tuğlalarına hatta temel taşına kadar) Sadece batı duvarı ayakta sağlam olarak günümüze kadar kalabilmiş olan eski mabedin gene aynı boyut ve ölçülerde aynı yerde yapılması gerekiyor. Ancak bu gerçekleştikten sonra Süleyman’ın soyundan bir kral ve büyücü olarak inandıkları Mesih gelebilir ve Armagedon savaşını yapabilir. Bu savaş nükleer bir savaş olacak ve Müslümanlarla (birçok kaynağa göre bu Müslümanların Türk’ler olduğu belirtiliyor) Yahudilerin savaşı olacak. Savaşın sonunda 144 000 Yahudi dışında herkes ölecek, ama Mesih zaten büyücü olduğu için ölen tüm Yahudileri önce Kudüs yakınından başlayarak tek tek diriltecek. Sonrada tüm dünyada sadece Yahudiler bin yıl yaşayacaklar.
Gelelim Neo-con ların Armagedon düşüncesine. Bunlarda Mesih inene kadar olan olayların aynı şekilde gerçekleşeceği inancındalar ama Yahudilerin Mesih’in geldiği andan itibaren düşünceleri değişiyor. Çünkü Yahudilerin Mesih dediği kişiye bunlar Deccal diyor ve o geldiğinde gerçek Mesih( İsa) yeryüzüne inecek, önce tüm Hıristiyanları cennete götürecek ve sonra ikinci defa gelip Armagedon savaşını gerçekleştirmek için Yahudilerin başına geçecek ve savaşı kazanacak, ama bu esnada da tüm Yahudileri Hıristiyan yapacak. Dolayısıyla hem cennette hem de dünyada sadece Hıristiyanlar bin yıl yaşayacaklar.



Herkesin olurda Müslümanların Armagedon senaryosu olmaz mı, bir senaryo var tabii. Hıristiyanların Mesih’i inmeden önce Deccal gelecek ama Deccal ile beraber Mehdi de gelecek. Mehdi Deccalı öldürecek ve Mesih’e (İsa) yardım ederek savaşa girecek. Savaş Yahudilerle Müslümanlar arasında olacak ve sonunda Müslümanlar galip gelecek. Ama bu arada her ne hikmetse İsa’da Müslüman olacak. (İsa yerine papa, mehdi yerine Fethullah Gülen ve Deccal yerine Atatürkçü düşünceyi koyarak okumanızı tavsiye ederim.)



Şimdi bu komplo teorilerinden sıyrılıp başka bir komplo teorisine geçelim. Eski uygarlıklardan Mayalar ve Sümerlerin zamanından günümüze kadar kalabilen bazı tabletlerin incelenmesi sonucunda eliptik yörüngeye sahip olan ve güneş etrafındaki her turunu 3661 yılda tamamlayan bir gezegenin varlığından söz ediliyor. Marduk yada Nibiru adı verilen bu gezegenin Maya yazıtlarına göre 2012 yılında dünyaya yakın geçeceği ve çok önemli doğa olaylarına sebep olacağı anlatılıyor. Hatta Mayalar 2012 yılını zamanın bitişi olarak gösteriyorlar. (Bununla ilgili daha fazla bilgi Burak Eldem’in Mardukla Randevu ya da Zecharia Sitchin’in kitabından edinilebilir.)



Bu Marduk konusu son zamanlarda İstanbul’da misyonerler tarafından sokaklarda dağıtılan bazı kitaplarda Marduk geliyor İsa Mesih’e sığının gibi insanların bilinçaltına sıkça işleniyor.



Bütün bu anlatılanlar komplo teorisi diye gülünüp geçilebilinir ya da sadece köktencilerin düşüncesidir ne olacak insanların çok azı bunlara inanır ne olabilir ki denilebilir. Ama unutulmaması gereken çok önemli bir konu var. Ne yazık ki azınlık da olsa bu insanlar şu an ülkelerinde iktidardalar.
ztc 'ye teşekkürler...

4 Temmuz 2008 Cuma

Ziyaretler

25 Haziran 2008, İsrail Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Eli Marum Türkiye’de…
1 Temmuz 2008, ABD `nin en büyük Yahudi lobi kuruluş olarak bilinen ADL Direktörü

3 Temmuz 2008, Rusya Dış İşleri Bakanı Sergei Lavrov Türkiye’de…

3 Temmuz 2008, ABD Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral James Cartwright Türkiye’de… (Bkz. http://www.gazeteci.tv/Detay.asp?GuvenlikID=66O73O74O74O70O),

3 Temmuz 2008, İspanya Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Carlos Villar Turrau Türkiye’de… (Bkz. http://www.medyayenigun.com.tr/news_details.asp?News=8544).

Ve şu kısayollar…

Hiç yorum yapmadan soralım: Birkaç gün içinde bu kadar üst düzey adamın Türkiye’ye -daha önceden planlı gezi olarak yada aniden- gelmesi ve Abd-İran arasında karşılıklı yapılan zıtlaşmalar… KPSS sınavına girip çıkan 1 milyon küsur gencin işsizlik durumunu, 1 Temmuz Kabotaj Bayramını, 1 Temmuz AKP ile ilgili sözlü iddiayı, 2 Temmuz Madımak Katliamını, 3 Temmuz sözlü savunmasını, ekonomiyi, işsizliği, enflasyonu da gündem dışı bırakan malum operasyonu da hesaba katın…
Türkiye nereye koşuyor??

1 Temmuz 2008 Salı

FAKIRISTAN




Hikayemiz Fakiristan’da geçiyor!... Fakiristan’da nere diye sormayın; niye sormayalım diye de sormayın…

Fakiristan’ın adında Fakir geçiyordu ama Fakiristan’da Fakir’in adı yoktu. Mesela Fakiristan’ın en büyük şehri olan Fakiristanbul’da, Fakiristan’ın doğusundan bin bir umutlarla göç etmiş, göç ederken bile olsa denizi bile görememiş Fakirleri vardı. Şairin “yiğitler, bizim yiğitler” dediği gibi “Fakirler bizim Fakirler” idi.

Fakiristan aslında zamanında, siz deyin dört, ben diyeyim beş kıtaya hükümranlık etmişti. Hakeza Fakirlerin soyları da öyle yüz, iki yüz değil, en az üç-dört bin yıllıktı.

Fakiristan’da Fakirler hep “bir gün her şey güzel olacak” diye uyutuldu…

Aslında bilmiyorlardı ki Fakirler, Fakiristan’ın sadece adı var; bilmiyorlardı ki bu durum beş-altı asırlık bir durum… Ve bilmiyorlardı ki Fakiristan’ın Fakir görünümlü zenginleri var, aynı doğan görünümlü şahinler gibi…

Beş-altı asırdır süren bu durumda nasıl olmuşsa Fakirlerden biri, en sarı saçlısı, en gök gözlüsü Fakiristan’ı Fakirlere bırakmıştı. Ancak çok sürmedi; Fakiristan makus talihini yenmişti ancak çekecek çileleri daha bitmemişti… Çünkü Fakiristan’ın bir özelliği var; gerçek fakirseverleri olduğu gibi fakirsever görünen yada görünmeyen fakirsevmezleri de var…

Fakiristan çok zengin bir ülke aslında… Ama her nedense yoksulluk kader diye yutturuluyor Fakirlere Fakiristan’da… Hele Fakiristanın at sineği kontenjanı inanılmaz!... Fakiristan’ın tabaklarını kullanan at sinekleri o tabaklara pislemezlerse olmaz(!)

Fakiristan’da hamaset fevkalade düzeydedir. Hamasetsiz adım atıla bilemez; demogojisiz olmaz, küfürsüz gün geçmez… Belki de evrende “Hegelizm”in tuttuğu birinci, olmazsa ikinci, bilemediniz üçüncü ülke Fakiristan olmalıdır!...

Fakiristan’daki Fakirler’in de hataları vardır elbette… Fakirlerin hepsi olmasa da büyük çoğunluğu bilgi sahibi olmadan fikir sahibidir mesela. Hatta yanlış bile olsa, fikri sabittir, yanlış olacağına ihtimal vermeyenler bile vardır!... Mesela, bu Fakirler pek fazla yazılı metin okumaz; Fakir erkeklerinin en çok okuduğu şeylere örnek verecek olursak Fakiristan Futbol Ligi ile bazı Fakiristan gazetelerinin arka sayfa güzellerinin alt yazıları ilk sıraları çekebilir… Bu arada Fakiristan’da, Maslow’un çoklu zeka kuramında yer alan “görsel zeka” daha ön planda olabilir? Bu yüzden Fakiristan’da “aptal kutu”ları aralıksız, 7/24 açıktır. Kısaca, gördüklerine inanır Fakirlerin bir kısmı yada ne gösterilirse ona!... Çünkü gösterenlerin büyük bölümü ya “fakir görünümlü zengin”dir ya onlarla işbirliğindekilerdir yada “direkt zengin” olanlardır. Bu ülkede manipülasyon çok kolaydır…

Fakirler borçla yaşamak zorundadır. Böyledir. Aynen Fakiristan gibi… Fakirlerin kamçısı borçtur çünkü.

Fakiristan batmak üzeredir maalesef!... Fakiristan öyle bir ülkedir ki neresini tutmaya kalkışsanız elinizde kalabilir… Dökülmektedir tel tel… Ama fakir görünümlü zenginler burada yine devrededir; “Fakiristan, tüm gezegende gezegensel bir güç oldu” derler. Bu ülkede manipülasyon çok kolaydır. Fakirler işte burada aldatılanlardır…

Fakiristan öyle bir ülkedir ki tarihi boyunca, tarihin farklı dönemlerinde, hep ama hep Fakirlerden yana olanlar bir şekilde kurban edilmişlerdir adressizlerce(?) Fakiristan öyle bir ülkedir ki kodaman kodaman, bol bol kıçından uydurgan liboşizofrenlere, sakallı zengin şeytanlara ve bilimuma sahiptir… Fakiristan öyle bir ülkedir ki Fakiristan’da Fakiristan’ın en büyük değerlerine, kutsallarına küfür etmek yasak ama serbesttir de. Fakiristan öyle bir ülkedir ki Fakiristan haklarını, Fakir haklarını savunmak, konuşmak, dillendirmek başlı başına “darbesever”lik olarak nitelendirilmektedir; bunların karşısında ağzına “demokrasi” kelimesini ağzına alanlar Fakiristan’ın fakir görünümlü zenginlerinden bir aşiret reisi bile olsa “darbesavar” olarak görülür. Öyle ki Fakiristan’da Fakir’im demek bile kaka bir şey gibi gösterilir… Firistan’da Fakir’in adı vardır…

Fakiristan’da Fakirler arasında kamplaşma pompalanmıştır. Pompalana pompalana bir hal kalınmıştır… Hegelizm’in emperyal hırslıları, kesinlikle Fakirler arası vurdulu-kırdılı bir iç kaosu kışkırtmak, provake etmek isterken, televizyonlarının başında oturmuş, “keh keh keh” diyerek, göbeklerini zıplatarak, viskilerini yudumlayarak kahkaha atmaktadır… Sanırsak Fakirleri çok salak sanmaktadırlar!... Ama Fakiristan’ın Fakirleri bu provakasyonlara gelmez; tarihinden çok dersler çıkarmıştır Fakiristan’ın Fakirleri çünkü…

Fakiristan içten-dıştan cümle düşmana sahiptir. Çevrelenmiştir Fakiristan’ın dört bir yanı… Fakiristan, sağlı sollu yemektedir kroşeleri… Yine bu devrede girer devreye fakir görünümlü zenginler “yok böyle bir şey” demek için…

Fakiristan’ın bir de komşuları vardır Farsiran ve Fariye diye… Çok yakında Fatlantik ötesinden gelen “Karanlık Çocuklar”ın hedeflerinde Farsiran var gibidir… Cümle fakir görünümlüler bas bas bağırmaktadır… Ama yalnız ve güzel Faristan’ın esamesi bile okunmamaktadır… Farsiran ve Fariye çok yakında kaynayacakken Faristan’ın üzüm bağları da bağbozumunu yaşamayacak mıdır? Faristan bu kadar borçla, bu hengamede bitmek üzeredir…


Derken telefon çaldı; bir dostum aradı. Meğer uyuyormuşum, Fakiristan bir kabusmuş… Dostum “duydun mu Japonya’da deprem olmuş, 7 yaralı varmış sadece, bizde olsa ne olur?” dedi. Bende “sokakları bok götürür, biz bok içinde yüzmek zorunda kalırız ve enkaz altlarında ülkemin fakir insanlarını ararız” deyince telefonu suratıma kapattı!...