29 Eylül 2008 Pazartesi

KRİZ Mİ??? HANGİ KRİZ??? BİZİ GIDIKLAMAZ BİLE (?)



TEKRAR OLUYOR, KUSURA BAKMAYIN...
AMA BU GÜNLERDE AYYUKA ÇIKAN "KRİZ"İN NE GİBİ SONUÇLAR DOĞURACAĞINI BELKİ (belki yani...) "YAŞAYANLAR"DAN "GÖREREK" ÖĞRENİRİZ!... GÖREREK ÖĞRENMEZSEK, YAKINDA ZATEN YAŞAYARAK ÖĞRENECEĞİZ!... SEVGİ VE SAYGILAR...


" Arjantin. IMF’nin –belki de tek- başarı öyküsüydü(?); sonrada başarısızlığı…

90’larda Arjantin, her talimata harfi harfine uydu: Devletin elindeki endüstriler özelleştirildi, ticari-finansal pazarlar serbestleşti, sermaye kontrolleri ortadan kaldırıldı, devlet harcamaları kısıldı, öyle ki para birimi bile dolara bağlandı.Yabancı sermaye ülkeye hücum etti: Şirketler alındı, mağazalar-banka şubeleri açıldı, hastaneler özelleşti, öyle ki bazı sokaklara Abd bankalarının isimleri verildi.

Ancak 90’ların ortalarında oların yükselmeye başlaması, ihraç ürünlerinin rekabet şansını azalttı, endüstri gerilemeye başladı, işsizlik artış gösterdi.

Dünya Bankası, sosyal hizmetlerini de özelleştirmişti. Böylece devlet, emeklilik primi gelirlerini de kaybetmişti. Gelirler düşünce IMF’ye yönelindi. IMF, harcamaların daha da kısılmasını buyurdu (Kısır bir döngü gibi). Milyonlarca kişi sağlık sigortasını kaybetti. Yabancı bankalar (KOBİ dediğimiz), küçük-orta ölçekli işletmelere kredileri vermeyi durdurdu. Bu işletmelerde ayakta kalabilmek için gruplar halinde işçi çıkışlarına yöneldi.

Ancak kaymağı yiyen, istediğini alan yabancı yatırımcılar paralarını ülkeden çekip bir sonraki gelişmekte olan pazara yöneldiler (bir tahmininiz var mı?); enkaz tabi ki yoksul halkın kucağındaydı!

Aralık 2001’de hükümet son bir hamle olarak bankalarını kapatarak mevduatları dondurdu. Ama öncesinde gece vakti zırhlı para kamyonları yanaştırılıp para dolduruldu ve yabancı yatırımcılara ulaştırılmak için uzaklaştırıldı. Mevduat sahibi herkes bir gecede parasından mahrum kaldı. Bankalara koştular; camlar kırıldı, devlet antidemokratik önlemlere başladı. İnsanlar sokaklara döküldü; başkent Buenos Aires’te olaylar doğaçlama gelişti, kadınlar tencerelerin boş olduğunu göstermek için kaşıklarını tencere-tavalara vuruyorlardı,
herkes aynı şeyi bağırıyordu:

- Que se vayan todos; hepsi gitmeli !

Halkın canına tak etmişti. İstifa istiyorlardı: 21 Aralık’ta oldu. Gelen Başkan IMF’yi reddedene kadar bir hafta dayanabildi. Dört başkan geldi gitti. 3 Ocak 2002’de Alberto Duhalde, dış borcu reddedince büyük oy topladı. Devlet görevlerini yapmaya çalışırken, halk organize olmaya başlıyordu: Bu “yataylık” idi.

Mahalle meclisleri kuruldu. Buralar, çöp toplanması, asfalt tamirleri, okul kurulları, tabela yenilenmesi, vb. işlerin görüşüldüğü doğrudan demokratik yerlerdi. Yabancı şirketler Arjantin’i terk edince işçiler fabrikalara girerek kendileri işletmeye başladı. Yabancılar gittiğinde, ürünlerini satmayı-hizmet sunmayı reddettiklerinde, büyük şehirlerde “takas-trampa sistemi” başladı. Örneğin; yiyeceklere karşılık giysi, saç kesimine karşılık dişçilik hizmeti veriliyordu. Takasta birimler oluşturuldu; bankalar bu birimleri kredi olarak ücretsiz verdiler. Poliklinikler, okullar, belediyeler, vd. bir zamanlar hizmet karşılığı para alırken, artık gönüllü olarak ve takasla çalışan uzmanlarca çalıştırıldılar.



19 Eylül 2008 Cuma

Birileri 83 Yıl Önce Yazmış...


Snelman bir Avrupa yolculuğunda yaşadığı olayı anlatırdı. Berlin'de meşhur bir Avusturyalı yazarla tanışmış. Bu yazar, ırk yönünden halis bir Slav olduğu halde eserlerini Almanca yazarmış. O zamana kadar yazdığı sayısız gazete makaleleri ve broşürlerle, Avusturyalı Almanların Galiçya'daki Lehlilere, Moravya'daki Çeklere ve Slovaklara,Voyvodina'daki Sırplara ve Hırvatlara hakim olmakta haklı olduklarını kanıtlamaya çalışmış. Bu dönme kişi yazılarında:

" Slav ırkı yumuşak bir ırktır; kadın ırkıdır. Bu ırkın mensupları, hülya kurucudur, fakat hayalci şair gibi değildir. Yaradılıştan tembeldir. Uzun zaman esir yaşadıkları için iş yapmayı sevmezler. Yaramazlardan oluşmuş bir millettir bunlar (...) medeni Avrupalıyı nefret ettiren bir sefillik ve tembellik içinde yaşamayı tercih ederler (...) vicdansız, yalancı, rüşvetçi, açgözlü, kurnaz ve hilecidirler (...) Slavlara, akıllı ve sert Alman terbiyesi gereklidir (...) "



Oldukça zengin olan bu dönme yazar, parlak bir eğitim görmüştü. Belli başlı Avrupa dillerini bilirdi. Yazıları hafif, çekici ve nükteli idi. Yazılarının arasına çeşitli milletlerin, değişik yüzyıllarda yaşamış filozofların, tarihçilerin, edebiyatçıların eserlerinden yaptığı alıntıları sıkıştırırdı. Ve yazılarının karşılığında Avusturya hükümetinden bolparalar alırdı.

Aslında bu dönek yazar, yaratılış bakımından kötü değildi. Sadece zevk ve eğlenceye düşkün, kadınları ve kumarı seven bir ahlaksızdı. Böyle bir hayat için ise çok para gerekliydi.

(...) gördüğü eğitim ve sahip olduğu yeteneklerle namusunu koruyarak para kazanabilirdi. Fakar böyle bir hayat içinruhun alevlenmesi gerekirdi. Bunun için de düşünce güzelliği ve ahlak temizliği lazımdı. Kısacası bir ülküye sahip olmak gerekirdi.

Bunların hepsi, dönek yazara yabancı şeylerdi (...)

Metternich, bu eski saray tilkisi, Avrupalı bakan kıyafetinde olan bu Bizans uşağı, özel yetenek ve servet toplama politikası güderek, bile bile ve bir plan çerçevesinde, bütün Avrupa milletlerinin ahlakını bozmuştur. İnsanları kendine çekmek için Metternich'in bildiği tek yol rüşvetti. Ayrıca rüşvet sekreterleri ve rüşvet uzmanları da vardı. Bunlar, kimin ne ile satın alınabileceğini araştırırdı.




Meternich zamanında rüşvet almak, hafif ve kolay kazançlar peşinde dolaşmak, adeta bir din olmuştu. Toplumiçinde ahlaki oksijen kalmamıştı. Aydınların önemli bir kısmı bile, Metternich politikasının karbon monoksitiylezehirlenmişti. Aslında gözü yükseklerde olan gençlik bile alçalmıştı. Gençliğin büyük ülküleri, yol göstericileriyoktu. Gençler, düşünceye ve bir prensibe sahip olmadan yetişiyordu.

İşte bu dönek yazarda böyle boğucu bir havada yetişmiş, ahlak duygusunu hemen hemen kaybetmişti. O bir ülküye sahip olmayı gülünç ve yapmacık buluyor, ciddiye almıyordu. Schiller gibi güzellik ve doğruluk arayanların aklınaşaşardı (...) Almanların hatırı için Slavlara hücum etmekten sanki zevk alıyordu.

Kendini suçlayanlara: " Ben güzel yazıyorum. Almanlar da bana iyi para veriyor " derdi.
Yani yaptığı işin etik olduğuna inanıyordu.

Kendisine itiraz eden Slav milliyetçilerine:

" Benden ne istiyorsunuz? Siz, Floransa ile Venedik'te iki İtalyan heykelcinin, Donatello ile Verroshio'nun yaptığıheykelleri görmediniz mi?

Floransa ve Venedik şehirleri, bu heykelleri, paralı askerlerin ücretli komutanları için dikmiştir. Bu şehirler, komutanlara iyi ücret verdiklerinden, onlarda efendilerine karşı görevlerini yapmışlardı. Eğer Milano, Cenova, Piza,Verone ve Roma şehirleri, bu komutanlara daha fazla ücret ödemiş olsaydı, o zaman onların hizmetine girer ve Venedik ve Floransa için yaptıkları gibi kahramanca çarpışırlardı.

İşte ben de edebiyat alanında bunu yapıyorum. Bana, Almanların verdiğinden fazla bir kazanç sağlayın, sizin için uğraşayım. Bunu yapmazsınız. Yapmak istemezsiniz. Benim vuruşlarıma dayanın ve kendinizi savunun. Ben, kuvvetli düşmanlarla savaşmasını severim "

diyordu (...) [s.109-112].

( Snelman bu yazarla konuşmuş. Sonra ne mi olmuş? Onu da 113. sayfadan kendiniz okuyun )

(Devamla...)

(...) Milyonlarca insan, maddeten ve manen çürüyor ama hiç kimse bu kokuşmayı hissetmiyor. Herkesin koku almaduygusu bozulmuş ya da herkes artık bu kötü kokuya alışmış da bunu normal sanıyor (...) [s.114].

" Beyler! Ne zamana kadar bu saklambaç oyununa devam edeceksiniz? Sürekli vatanseverlikten, millet sevgisinden,medeniyete hizmetten söz edersiniz. Ama millet için, vatan için, medeniyet için ne yapıyorsunuz? Bazıları milyonlarıçalarak sevgili vatanımızı soyuyor. Bazıları da dairelerde, matbaalarda, okullarda, üniversitelerde memurluk yapıyor. Diğer tarafta ise milyonlarca kişi çürüyor, yozlaşıyor, sarhoşluk ediyor, neticede milletimizin temelleriçürüyor.

Henüz vakit varken, ülkeyi ve halkımızı kurtarın! (...) "

(...)

" Devlet büyük bir ailedir. Onun bireyleri, sizin kardeşlerinizdir. Aşağı tabakanın hataları, biraz da yukarı tabakanın ihmalinden kaynaklanmaktadır. " [s.120-121].



[PETROV, Grigory (Spridonoviç). Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Yay.Haz. İsmail Eren, Antik Dünya Klasikleri, Lacivert Yay., İstanbul, 2008].

18 Eylül 2008 Perşembe

Yorumsuz Alıntı...





" Başkenti İstanbul olan Neo-Osmanlı hayali peşinde koşanlar da Büyük Türkiye'yi Musul-Taşkent-Kosova üçgeninde arayanlar da küresellerin gazı ile birbirlerine karşı kamplaşırken; daha Anadolu'nun envanterini çıkaramamış, buğday rekoltesini bile başka ülkelerin uydularının yardımı ile tespit edebilen bir ülkenin nasıl olup da bu hayali sınırlara hakim olabileceğini sormuyorlar.




Anadolu'ya henüz derinlemesine kök salamamış bir millet ve devleti; hayali bir coğrafyaya yayıp stratejik ağırlık merkezini dağıtacak tuzaklar Musul'da, Kerkük'te, İran'da, Kosova'da sürüyorlar önümüze. " (Gürcihan, Behiç. Gladyo'ya Mektuplar, İskenderiye Yay., İstanbul, Nisan 2008, 14).






Almanya’dan Geldi, Almanya’dan mı Gidecek?..




2002’nin Mayıs-Haziran’ına gidelim. Aydın Doğan, Mesut Yılmaz ve dahi Tayyip Erdoğan, Hürriyet matbaasının açılışında bir araya gelmişti. Bunu duyan o zamanki koalisyon ortağı Bahçeli, “Komplo kuruyorlar, MHP’yi hükümetten atacaklar” diye feryadı basmış ve bir sabah ansızın Bursa yaylasında “erken seçim” kararı almıştı.

İşte Tayyip Erdoğan’ı 2 Kasım seçimlerinde büyük bir zaferle iktidara taşıyan da bu “Almanya” vehmi olmuştu. Seçim zamanında yapılsa belki Türkiye’nin kaderi çok ama çook farklı olacaktı.

Her neyse!..Şimdi ne görüyoruz. Bir matbaa değil ama bir Alman Mahkemesi’nde Erdoğan iktidarı sallanıyor da, sallanıyor.

Hakikaten büyük bir yolsuzluk, yolsuzluktan öte büyük bir insafsızlık, insanlıktan nasibi almamışlık…Yıllardır vatanından ayrı, dişinden tırnağından esirgeyip, hiç olmazsa garip-gurebaya yardım ederek, hasretini dindirmeye çalışan gurbetçilerimize yapılacak şey mi bu?..

TECAVÜZCÜYE KARŞILIK YAKILAN VATANDAŞLARIMIZ DEĞİL DE FENER’CİLER

Daha da zoruma giden, kanıma dokunan ne biliyor musunuz; Başbakanımızın, Alman Büyükelçi Cuntz’la tecavüzcü Marco karşılığında, bu vicdansızlığın pazarlığını yapması. Ne kadar değerli insanlarmış Fener sanıkları…Yahu pazarlık yapıyorsun, hiç olmazsa vatandaşlarımızı kibrit gibi yakanların faillerinin bulunmasının pazarlığını yap…Onların hiç mi kıymet-i harbiyesi yok?..Hadi bunu söylemeye dilin varmadı, şu Almanya’ya gidecek Türklere uygulanan “aşağılık sınavı” masaya koy!..

ERDOĞAN SADECE PUTİN’İ DEĞİL MERKEL’İ DE ÇOK KIZDIRDI

Erdoğan önceki Başbakan Schröder ile al gülüm ver gülümdü. O’na maaşının azlığından bile dert yanmıştı. Schröder de, Erdoğan özellikle içerde ne zaman sıkışsa yardıma koşmuştu. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra büyük bir enerji şirketinin danışmanlığını alan Schröder’in, bu kadar işinin(!) arasında dahi bir ayağı Türkiye’de olmuş, kapatma davasında desteğini esirgememişti.

Merkel öyle mi? Ciddi kadın, ne diyorsa o!..Daha önce, “içişlerimize karışma” dediği halde, sen git Almanya’da Türklerin “entegrasyonundan” bahset, “asimilasyon olmaz” de. Hatırlar mısınız, Kürt kökenli vatandaşlarımız için azınlık hakları isteyen Almanlar nasıl da hoplamıştı!.. Afferin Başbakanımıza diyeceğim ama sonradan bu sözleri AB’ye öyle bir referans oldu ki, ülkemizde yaratmak istedikleri yeni azınlıklar için, bu sözlerini Erdoğan’ın önüne koyuverdiler.

Bunlar işin detay kısımları. Öncelikle son dönemde Almanya Türkiye’deki ihale vs. dağıtımlarında ne durumda, ona bakmak lazım bir...

İkincisi ve daha önemlisi şu ki;

Dünya güçleri yeni paylaşımlar peşinde…Yeni dengeler kuruluyor. Siz Türkiye’yi tamamen ABD-İngiliz çizgisine râm etmişsiniz…Sessiz ve derinden giden, ABD-Rusya arasında bir denge siyaseti izleyen Almanya bunu hazmeder mi?..Yeni Osmanlıcılık yapmak, ”Kurtlarla birlikte ulumak” için üzerinizde tek bir toz zerresi bile olmaması lazım. Yoksa…böyle Deniz Feneri gibi bir açığınızı bulurlar ve ciğerlerinizi sökerler!..

Yeni Osmanlıcılık demişken, Mustafa Armağan’ın ifadesiyle “Kurtlarla Uluyarak” Osmanlı’ya bir 30 yıl kazandıran Sultan Abdülhamid’i anmadan geçmeyeyim. Abdülhamit, “Hatıratım”da der ki;

“İngiltere, Hindistan ve Asya güvenliğini, ya Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sahip olarak, ya Osmanlı’nın müttefiki olarak sağlayabilirdi…Bu sebeple hem siyaset olarak bize yaklaştı, hem de içimizden idareyi ele geçirmek için Mason localarını kullanmaya başladı…İngilizleri bir ittifaka zorlamak için Bağdat Demiryolu inşaatını Almanlara verdim, İngilizlerin öfkesi büyük oldu. Bu yüzden başımıza Makedonya gailesini çıkardılar.”

Nasıldır “Kurtlarla Ulumak”?.. Dağ başında kurtlar etrafınızı çevirdiğinde ancak onlar gibi ulumayı becerebilirseniz sizi kendilerinden kabul ediyor ve dokunmadan yanınızdan geçip, gidiyorlar. Kaçmaya yahut başka türlü (mesela insan gibi) sesler çıkarmaya kalkarsanız, üzerinize saldırıp, anında parçalıyorlar.

Yani, “Kurtlarla Uluyor”muş gibi yapılmaz!..

AKP iktidarı Almanya’dan geldi dedik, ister misiniz Erdoğan, Bahçeli gibi, “bana komplo kuruyorlar…AKP’yi parçalayacaklar” diye celallenip, yerel seçimlerle birlikte genel seçim yapsın!..


5 Eylül 2008 Cuma

Bir Dipnottan Alıntı...*

Bu birkaç kara olayın sorumlusu kim?
  • 1893 : Hawai'yi işgal etti.
  • 1898 : Meksika ve Küba'yı işgal etti.
  • 1921 : Nikaragua'yı işgal etti. Ulusal Muhafızlar adlı ve başını Şamoza'nın çektiği terör örgütünü kurdu. Antiemperyalist direnişin lideri Sendino ve 300 kişiyi katletti. 40 yıldan fazla sürecek bir terör dönemi başlattı, sabotaj ve suikastler düzenledi.
  • 1945 : Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası attı. Bir anda 250 bin kişiyi vahşice öldürdü.
  • 1950-1953 : Yüzbinlerce yurtsever Koreliyi katletti.
  • 1954 : Binlerce Guatemalalıyı öldürdü.
  • 1955 : Endonezya, Laos ve Kamboçya'da pek çok Cia operasyonu düzenledi.
  • 1956-1959 : Küba'da 60 bin kişiyi, Abdli danışman ve Batista'nın yürüttüğü operasyonlarla katletti.
  • 1961 : Küba'ya Domuzlar Körfezi çıkartmasını düzenledi.
  • 1965 : İşbirlikçi Suharto, 1 milyon civarında Endonezyalı kominist ve ilericiyi katletti.
  • 1965 : Dominik'e paraşütçülerini indirdi ve 10 bin Dominikliyi katletti.
  • 1975 : Vietnam'dan kovulduğunda arkasında milyonlarca ölü ve sakat bıraktı. Vietnam'da halkın üzerine attığı 638 bin ton bomba, II. Dünya Savaşında Avrupa-Afrika'ya atılan toplam bombaların yarısı kadardır. Kişi başı 5 bomba atıldığı söylenmekle birlikte, milyonlarca insan stratejik köylere sürülmüş, onbinlerce kadının ırzına geçilmiş, milyonlarca insan işkenceden geçirilmiş, yüzbinlerce insan sakat bırakılmıştır.
  • 1970-1975 : Kamboçya ve Laos'ta 1 milyon insanı katletti.
  • 1973 : Şili'de Cia darbesiyle 30 bin kişiyi katletti.
  • Arjantin'de faşist generallerle birlikte 30 bin kişiyi katletti.
  • 1983 : Lübnan'a müdahale etti. 14 bin deniz piyadesinin gerçekleştirdiği operasyonda binlerce ilerici yurtsever Lübnanlıyı katletti. Aynı yılki ikinci müdahale yapıldı. 6. Filosu Lübnan'a günlerce bomba yağdırdı.
  • 1983 : Grenada'yı işgalinde yüzlerce ilerici ve yurtseveri katletti.
  • 1986 : Libya'yı bombaladı, bine yakın sivili katletti. Ülkeye deniz ablukasıyla ambargo uyguladı.
  • 1989 : Panama'ya asker çıkardı ve 5 bin Panamalıyı öldürdü.
  • 1991 : Irak'ın Kuveyt'e girişini bahane ederek diğer emperyalistleride peşine takarak Irak halkına bomba yağdırdı. 100 binden fazla insanı katlettiği bu vahşeti tv kanallarından tüm dünyaya izletti. Abd uçakları halkın üzerinde 12 bin sorti yaptı.
  • Somali'deki durumu bahane ederek yine diğer emperyalistleri ardına takarak ülkeyi işgale girişti.
  • İran ambargosu yıllardır sürüyor.
  • Latin Amerika'da bulaşmadığı savaş, katliam, insan hakkı ihlali yok gibidir. Nikaragua'dan kaçan işkenceci, halk düşmanı kontraları özgürlük savaşçıları adı altında Honduras'ta üslendirdi ve silahlandırarak Nikaragua halkının üstüne saldırttı. Bir çok Latin Amerika ülkesinde de Ulusal Muhafızlar adı altında ölüm mangalarını örgütledi, eğitti, finanse etti, silahlandırdı, halkın üzerine saldırttı.
  • 1946-1975 yılları arasında amaçlarına ulaşmak için 215 kez askeri güce başvurmuştur. Aynı yıllarda insanlığa 19 kez nükleer silah kullanma tehdidi savurmuştur.
  • Afganistan, Irak... Onları zaten biliyorsunuz!...



[* MEMİŞ, Hasan Hüseyin. Diken... Hükümet Sistemleri, Akasya Kitap, Ankara, Mayıs 2007, s.438 vd. (Yukarıdaki madde madde anlatılanlar "Şeytanın Avukatı'nın Kapkara Sicili" başlığı "cxxiv" dipnotunda yer almaktadır)].



NOT: Malumunuz şu sıralar meşhur gezi var. Burada ayrı olarak şuna; "Ab-d'yi anlama kılavuzu"na dikkat çekelim: Ülkemizde olup biten siyasi bir olaya bunlar "Oh oh iyi olmuş; çok sevindik; memnunuz" mealinde şeyler söylüyorlarsa olan bitene dikkat etmek gerekir, bu olan biten bizim için kötüdür. Ama bunlar "istemezük" mealinde bir şeyler söylüyorlarsa bilin ki bu bizim için yararlıdır... Olan biteni anlamanın en kolay yoluda sanırsak şimdilik budur... Belirtmeli...