28 Nisan 2009 Salı

Hatırlatma ( Oğuz Kağan Destanı )



Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikayeleridir.

Destanlar bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının en ülkücü eserleri olarak kabul edilirler.

Oğuz Kağan Destanı

...Günlerden bir gün, Ay Kağan'ın gözü parladı, doğum sancıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök gibi parlaktı. Ağzı ateş kızılı, gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi.

Bu çocuk anasının göğsünden bir defa süt içti, bir daha içmedi. Çiğ et, aş ve şarap istedi. Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü, oynadı. Ayağı öküz ayağı gibi (kuvvetli), beli kurt beli gibi (ince), omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı vücudu gibi (kuvvetli) ve bütün vücudu tüylü idi. Yılkı güder, ata biner, av avlardı. Günlerden, gecelerden sonra yiğit (delikanlı) oldu.

O çağda, o yerde bir ulu orman vardı. Bu ormanda dereler, gözeler çoktu. Buraya gelen avlar, uçan kuşlar da çoktu. Ormanın içinde bir de büyük bir canavar vardı: Yılkıları, insanları yiyen, çok büyük yaman bir canavar! (metinde gergedan olarak geçiyor). Bu canavar, halkı ağır bir eziyetle ezmiş, sindirmişti.

Oğuz Kağan çok cesur yiğitti. Bu canavarı avlamak istedi ve günlerden bir gün ava çıktı. Kargı, yay, ok, kılıç, kalkanla atlandı (ve canavarı bulmak için ormana gitti).

(Önce) bir geyik yakaladı. Onu söğüt çubukları ile bir ağaca bağlayarak bırakıp gitti. Sabahleyin tan ağarırken yine geldi. Gördü ki canavar geyiği kapmış.

(Oğuz Kağan bu defa) bir ayı yakaladı. Onu, altın kemeri ile ağaca bağladı ve gitti. Ertesi sabah, tan ağaran çağda yine geldi. Gördü ki canavar ayıyı da almış, götürmüş.

(Bu defa) o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar gelip, başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarın başına vurarak onu öldürdü. Kılıçla başını keserek, alıp gitti.

Tekrar (aynı yere) geldiği zaman gördü ki bir sungur (aladoğan) canavarın içerisini (iç organlarını) yemektedir. Yay ile, ok ile sunguru öldürdü, başını kesti. Ondan sonra dedi ki: Canavar geyiği yedi, ayıyı yedi, kargım onu öldürdü. Çünkü kargım demirdendi. Canavarı sungur yedi, yay ve okum onu öldürdü. Çünkü okum bakırdandı.

Gene günlerden bir gün, Oğuz Kağan bir yerde Tanrı'ya yalvarmakta idi. Karanlık bastı ve gökten bir gök (mavi) ışık düştü. Güneşten, aydan daha parlak bir ışıktı. Oğuz Kağan (bu ışığa doğru) yürüdü. Gördü ki, ışığın ortasında bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Başında ateşli ve parlak bir beni yardı. Altın kazık (demir kazık yıldızı) gibiydi. Öyle güzel bir kızdı ki, gülse mavi gök gülüyor, ağlasa mavi gök de ağlıyordu.

Oğuz Kağan onu görünce usu (aklı) gitti. Onu sevdi ve aldı. Onunla yattı ve dileği oldu. Kız hamile kaldı.

Günlerden gecelerden sonra (kızın gözleri) parladı. Üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne de Yıldız adını koydular.

Gene bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önünde, bir göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda bir kız vardı. Yalnız oturuyordu. Çok görümlü (güzel) kızdı. Gözü gökten daha gök (mavi) idi. Saçları dere gibi dalgalı, dişleri inci gibiydi. O kadar güzeldi ki, yeryüzü insanları onu görse "Ay ay, ah ah, ölüyoruz!" diye sütten kımız olurlardı.

Oğuz Kağan onu gördükte usu (aklı) gitti, yüreğine od düştü. Onu sevdi, aldı. Onunla yattı, dileği oldu. Kız dölboğa (hamile) kaldı.

Günler ve gecelerden sonra (bu hatunun da) gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular.

Ondan sonra Oğuz Kağan büyük bir toy verdi. Halka yarlıg gönderdi. Çağırılan halk, birbirine danıştı ve geldi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler.

Toydan sonra Oğuz Kağan beğlere ve halka yarlıg verdi. Dedi ki:

Ben sizlere oldum kağan,
Alalım yay ile kalkan,
Nişan olsun bize buyan,
Bozkurt olsun bize uran,
Demir kargı olsun orman,
Av yerinde yürüsün kulan,
Daha deniz, daha müren,
Güneş tuğ olsun, gök kurıkan.

Gene ondan sonra, Oğuz Kağan dört yöne yarlıg yolladı. Bildiriler bildirdi ve elçilerine verip gönderdi. Bu bildiriler şöyle yazılmıştı:

"Ben Uygurlar'ın kağanıyım, yerin dört bucağının kağanı olsam gerektir. Sizlerden baş eğmenizi istiyorum. Kim benim ağzıma bakarsa (ağzımdan çıkan emirlere uyarsa), hediyelerini kabul eder, onu dost bilirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim, onu düşman tutar, çeri çıkarıp baskın yapar ve astırırım, yok ederim!"

Gene o çağda, sağ yanda, Altın Kağan denen bir kağan vardı. Bu Altın Kağan Oğuz Kağan'a elçi gönderdi. Pek çok altın, gümüş, yakut taşlar, pek çok mücevher yollayarak bunları Oğuz Kağan'a saygı ile sundu. Onun emirlerini dinledi ve iyi vergilerle dostluğunu sağladı.

Sol yanda Urum denen bir kağan vardı. Bu kağanın çerileri çok çok, balıgları (şehirleri) çok çok idi. Bu Urum kağanı Oğuz Kağan'ın yarlığını (buyruğunu) dinlemezdi. "Ben onun sözünü tutmam" derdi.

Oğuz Kağan gazaba gelerek onun üzerine yürümek istedi. Tuğlarını kaldırıp askeriyle onun üzerine yürüdü.

Kırk gün sonra Muz Dağ (Buz Dağ) denen dağın eteğine geldi. Burada çadırını kurdurdu ve uyudu.

Ertesi gün, tan ağarırken, Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. O kurt, Oğuz Kâğan'a dedi ki, "Ey, ey Oğuz! Sen Urum üzerine yürümek istiyorsun, ey ey Oğuz, ben de senin önünde yürümek İstiyorum!"

Ondan sonra Oğuz Kağan çadırını durdurdu ve gitti. Gördü ki çerinin önünde gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt yürümekte ve kurdun ardı sıra ordu ilerlemektedir.

Gök tüylü, gök yeleli bu büyük kurt, bir nice gün gittikten sonra durdu. Oğuz dahi çerisi ile durdu. Burada İtil Müren denen bir deniz vardı. Bu itil Müren'in yanında, bir kara dağ önünde vuruşgu (vuruşma, çarpışma) oldu. Okla, kargı ile, kılıçla vuruştular.

Çerilerin arasında vurulan çok oldu. Halkın gönüllerinde kaygı çok oldu. Tutuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil Müren'in suyu zencefre gibi kıpkızıl oldu. Oğuz Kağan yendi. Urum Kağan kaçtı.

Oğuz Kağan, Urum Kağan'ın kağanlığını ve halkını aldı. Ordusuna canlı cansız pek çok ganimet düştü.

Urum Kağan'ın bir kardeşi vardı. Adı Uruz Beğ idi. Bu Uruz Beğ, oğlunu dağ başında, derin ırmak arasında, iyi tahkim edilmiş bir şehre yolladı. Dedi ki: "Şehri korumak gerek, sen şehri iyi sakla (koru), vuruşgulardan sonra bize gel."

Oğuz Kağan bu şehre yürüdü. Uruz Beğ'in oğlu ona çok çok altın, gümüş yolladı. Dedi ki: "Ey Oğuz Kağan, sen benim kağanımsın. Babam bana bu şehri verdi ye 'şehri korumak gerek, şehri benim için sakla ve vuruşgulardan sonra gel' dedi. "Babam sana kızdı ise bu benim suçum olur mu? Ben senin buyruğunu yerine getirmeye hazırım. Bizim kut'umuz (devletimiz, mutluluğumuz) senin kut'un olmuş. Bizim uruğumuz (soyumuz) senin ağacının yemişindendir. Tanrı sana yer verip buyurmuştur. Ben sana başımı, kut'umu (devletimi) veriyorum. Sana vergi verir, dostluktan çıkmam" dedi.

Oğuz Kağan yiğidin sözlerini güzel gördü, sevindi ve: "Bana çok altın yollamışsın, şehri iyi saklamışsın (korumuşsun)" dedi. Onun için ona Saklap adını koydu ve dostluk gösterdi.

Ondan sonra Oğuz Kağan çeri ile gene İtil denen ırmağa-geldi, İtil büyük ırmaktır. Oğuz Kağan onu gördü ve "İtil suyunu nasıl geçeriz?" dedi.

Çeri arasında iyi bir beğ vardı. Adı Uluğ Ordu Beğ idi. Akıllı bir erdi. Gördü ki bu yerde çok çok ağaç var. O ağaçları kesti, üzerlerine yatıp geçti.

Oğuz Kağan sevindi, güldü ve: "Sen burada beğ ol, senin adın Kıpçak (oyulmuş ağaç) olsun" dedi.

Yine ilerlediler. Ondan sonra Oğuz Kağan, gök tüylü, gök yeleli erkek kurdu tekrar gördü. Gök Kurt Oğuz Kâğan'a dedi ki:

"Şimdi sen çeri ile burada atlan, atlanıp halkı ve beğlerini götür, ben önden yürüyüp sana yol göstereceğim."

Tan ağardığında Oğuz Kağan gördü ki erkek kurt çerinin önünde yürümektedir. Sevindi, ilerledi.

Oğuz Kağan bir alaca aygır ata binerdi. Bu aygır atı çok severdi. Yolda bu aygır gözden yitip kaçtı. Burada büyük bir dağ vardı. Bu dağın üstünde de don ve buz vardı. Dağın başı soğuktan ap-aktı. Onun için adı "Buz Dağ"dır Oğuz Kağan'ın atı işte bu Buz Dağ'ın içine kaçtı. Oğuz Kağan çok üzüldü.

Çeri arasında, kahraman bir er beğ vardı. Ne Tanrı'dan ne şeytandan korkardı. Yürüyüşe, soğuğa dayanıklı bir erdi. O beğ dağa girdi, yürüdü. Dokuz gün sonra Oğuz Kâğan'a aygır atı getirdi. Buz Dağ çok soğuk olduğundan, o beğin vücudu karla kaplanmıştı. Ap aktı. Oğuz Kağan sevinçle güldü. Dedi ki: "Sen buradaki beğlere baş ol, senin adın ebediyen Karluk olsun."

Böyle dedi ve ileri gitti.

Yolda giderken büyük bir ev gördü. Bu evin (sarayın) duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı demirdendi. Kapalı idi ve açkısı (anahtarı) yoktu.

Çeride pek becerikli bir er vardı. Adı Tömürdü Kagul idi. Oğuz Kağan ona yarlıg (emir) verdi: "Sen burada kal ve çatıyı aç, (Kal, aç), açtıktan sonra orduya gel" dedi. Bundan dolayı ona Kalaç, (Kal, aç) adını koydu ve ilerledi.

Gene bir gün, gök tüylü, gök yeleli erkek kurt, yürümedi, durdu. Oğuz Kağan da durdu ve çadırını kurdu. Burası tarlasız, çorak bir yerdi. Buraya "Çürçet" diyorlardı. Büyük bir yurt idi. Atları çok, öküzleri ve buzağıları çok, altın ve gümüşleri çok, cevahirleri çok çoktu.

Burada, Çürçet Kağan'la halkı Oğuz Kağan'a karşı geldiler. Vuruş-tokuş (vuruşma-çarpışma) başladı. Oklarla, kılıçlarla vuruştular. Oğuz Kağan üstün geldi ve Çürçet kağanını öldürdü, başını kesti ve Çürçet halkını kendisine bağladı. Vuruşgudan sonra Oğuz Kağan'ın çerisine, nökerlerine (maiyetine) ve halkına öyle çok ganimet düştü ki, yüklemek ve götürmek için at, katır ve öküz az geldi.

Oğuz Kağan'ın çerisinde, akıllı, iyi, becerikli bir er vardı. Adı Barmaklıg Coşun Billig idi. Bu becerikli kişi bir kağnı yaptı. Kağnı üzerine cansız malları yükledi, baş tarafına canlı malları koştu. Çektiler, gittiler. Oğuz Kağan'ın nökerleri ve halkı, hepsi, bunu gördüler ve şaştılar. Onlar da kağnı yaptılar. Bunlar, kağnı yürümekte iken kanga! kanga! diye bağırıyorlardı. Onun için onlara Kanga adını koydular.

Oğuz Kağan kağnıları gördü, güldü ve (o becerikli erine): "Kanga kanga ile cansızı canlı yürütsün, Kangaluğ sana ad olsun, bunu da kağnı belirtsin" dedi, gitti.

Ondan sonra gene bu gök tüylü, gök yeleli kurt ile Sindu (Sind, Hind), Tangut, dahi Şam yönlerine atlanıp gitti. Çok vuruşgudan, çok tokuşlardan (vuruşma ve çarpışmalardan) sonra oraları aldı ve kendi yurduna kattı. Hepsini yendi, bastı.

Yine, söz dışında kalmasın ve belli olsun ki, güneyde Barkan denen bir yer vardır. Ulu, varlıklı bir yurttur. Çok sıcak bir yerdir. Burada çok avlar, çok kuşlar vardır. Altını, gümüşü, mücevherleri çoktur. Halkının yüzleri kapkaradır.

İşte bu yerin kağanı Masar denen bir kağandı. Oğuz Kağan onun üstüne atlandı, çok yaman bir vuruşgu oldu. Oğuz Kağan yendi, Masar Kağan kaçtı. Oğuz onu hükmü altına aldı, yurdunu ele geçirdi, gitti. Oğuz Kağan'ın dostları çok sevindiler, düşmanları çok kaygılandılar. Oğuz Kağan sayılamayacak çok nesneler, yılkılar aldı. (Sonra) yurdunun, evinin yoluna düştü, döndü.

Gene, söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, ak saçlı, uzun akıllı (tecrübeli), yaşlı bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir insandı. Oğuz Kağan'ın tüşimeli (veziri, danışmanı) idi. Adı (unvanı) Uluğ Türk (Ulu Türk) idi.

İşte bu Ulu Türk, günlerden bir gün, düşünde bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu, altın yay gündoğusundan ta günbatısına dek uzanmıştı. Üç gümüş ok da güneye doğru gidiyordu. Uykudan sonra düşte gördüğünü Oğuz Kağan'a anlattı ve dedi ki: "Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun, ey kağanım, sana dirlik hoş olsun, Gök Tanrı düşümde ne verdiyse gerçek olsun. Tanrı bütün dünyayı senin uruğuna (nesline, soyuna) bağışlasın!"

Oğuz Kağan Ulu Türk'ün sözünü beğendi. Onun öğüdünü dinledi ve öğüdüne uydu.

Ondan sonra, ertesi gün, büyük ve küçük oğullarını çağırttı ve dedi ki:

"Ey oğullarım, benim gönlüm av diliyor, (ama) kocamış olduğum için cesaretim yoktur,
Gün, Ay, Yıldız! Tan yönüne sizler varın! Gök, Dağ, Deniz! Tün yönüne sizler varın!"

Ondan sonra (oğulların) üçü tan (doğu) tarafına, üçü de tün (batı) tarafına vardılar. Gün, Ay, Yıldız, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Bunu alıp babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, yayı üçe böldü ve dedi ki:

"Ey büyük oğullarım, yay sizlerin olsun, yay gibi okları göğe kadar atın!"

Gök, Dağ, Deniz de, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç gümüş ok buldular. Bunları aldılar ve babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü ve okları üçe böldü. Dedi ki:

"Ey küçük oğullarım, oklar sizin olsun. Yay oku attı. Sizler oklar gibi olun!"

27 Nisan 2009 Pazartesi

ACABA ???

http://en.wikipedia.org/wiki/File:Polanaruwa.Valaikkara.Inscription.jpg
SRİ LANKA'DA BİR TAMİL ASKERİN MEZAR TAŞI 1100 LÜ YILLAR .



http://www.trekearth.com/gallery/photo754502.htm

AHLAT / BİTLİS TE MEZAR TAŞI 1100 LÜ YILLAR..


TAMİL DİLLİNİN KÖKENLERİ HAKKINDA İNGİLİZCE BİLGİ :

"The origins of the Dravidian languages, as well as their subsequent development and the period of their differentiation are unclear, partially due to the lack of comparative linguistic research into the Dravidian languages. The Dravidian languages have remained an isolated family to the present day and have defied all of the attempts to show a connection with the Indo-European tongues, Mitanni, Basque, Sumerian, or Korean. Rasmus K. Rask (1787-1832) considered Dravidian as belonging to the "Scythian" languages referring to Scythians as non-Semitic and non-Indo-European peoples and languages of Eastern Europe and Western Asia sometimes also termed "Hyperborean"[3]. The most promising and plausible hypothesis is that of a linguistic relationship with the Uralic (Hungarian, Finnish) and Altaic (Turkish, Mongol) language groups[4]. The theory that the Dravidian languages display similarities with the Uralic language group, suggesting a prolonged period of contact in the past,[5] is popular amongst Dravidian linguists and has been supported by a number of scholars, including Robert Caldwell,[6] Thomas Burrow,[7] Kamil Zvelebil,[8] and Mikhail Andronov[9] This theory has, however, been rejected by some specialists in Uralic languages,[10] and has in recent times also been criticised by other Dravidian linguists like Bhadriraju Krishnamurti.[11]."

http://en.wikipedia.org/wiki/Dravidian_languages

SORABİLİRİZ SANIRIM : ACABA ???


24 Nisan 2009 Cuma

MAVİ HAPI YUTANLAR...









Gecen akşam 32nci Günü seyreyliyorduk... Bazı partilerin, bazı derneklerin vs. gençleri vardı. Küreselcilerin Hegelistik Diyalektiği, tekrar tekrar gözümüzün önündeydi...


Burada, pek çok kez Hegelistik Diyalektikten bahsedildi. Tez ortaya konulur, anti-tez yaratılır, doğan sentezden en az maliyetle yararlanılır.


Programda bir kaç genç, sözü, "bir kesim Ergenekoncu, diğer kesim Anti-Ergenekoncu gibi oluyor/gösteriliyor/kendini burada buluyor"a getirirken, sonuca bağlayamadı. Belkide bunu bilmiyor.


Küresel Matrix'te "Kırmızı Hap""Mavi Hap" mı? Malum Kırmızı hapı alanlar gerçek, acılı bir hayatı paylaşırken, dolayısıyla diğerleri başkalarının (buradaki başkaları planı kurgulayan Küreselciler oluyor) tezgahladığı tiyatro sahnesinde ya figüran, ya figüran üstü oyuncu olabiliyordu ancak ve ancak (Malum filmde, Zion'un Sion olduğu konusu ayrı bir yazı başlığı).


Siz, Ergenekoncu yada Anti-Ergenekoncuda olmaya biliyorsunuz ancak sizi şartlar mı buraya getiriyor?


Mesela siz, "vatanseverim, milliciyim, topraklarımız satılmasın, Fulbright'tan, NATO'dan çıkalım, tam bağımsız olalım, ya Irak'ta, Afganistan'daki yaptıkları" diyorsunuz; sizi Ergenekoncu diye YAFTAlıyorlar mı? O halde, Hegelistik Diyalektik sorunsuz çalışıyor!... Kimi bilerek, kimi daha çokda bilmeyerek bu hizbin tezi yada anti-tezinin bir parçası oluveriyorrr... Unutulan birşey var: Niye darbeci olmadığını kanıtlamak zorundasın?


Şeriat mı geliyormuş? Birincisi, Türkiye'de bir Kum Kenti yok, ikincisi, siz "Mavi Hap"ı yutun, hayatınıza bakın, etliye, sütlüye karışmayın, isterseniz sokakta sevişin...


Mavi hapı alanlara, mavi hapı aldıklarını da hatırlattığınızda en tezatların barabar-barabar-barabar size çıkışını seyreyleyebilirsiniz... Niye? Özgürlük böyle bir şey mi? Yoksa kabullenmek zor mu?


Son olarak; perspektifi geniş tut, ilüzyonları gör; niye başkasının kurduğu satranç tahtasının oyuncusu olmak zorundasın?


Sorosçu yada Anti-Türk isen lafımız yok... "Hapı yutarım, rengine bakmam" diyosan... laf-u güzaf...


İyi güzel, herkes darbeci de...

Ama sütte leke var, bizde yok öyle mi?!

Kısaca beyin kullanılmak içindir... Beyinsiz vücut mankoftur...

23 Nisan 2009 Perşembe

"Peki, ağam! Öyleyse biz bu haltı niye yedik?"



İçerisinde pek çok
ayrintiyi barindiran
net bir yazı.





"YENİ DÜNYA DÜZENİ TARİKATI"NIN "ZAYIF İHTİMAL" - KÜRESEL ŞOK PROJESİ: TÜRKİYE-ABD SAVAŞI

Aşağıda maddeler halinde sıralayacağım hususlar bir öngörü, tahmin olmayıp TESPİTTİR:

1- Özellikle 1950 ve hele hele 1970'lerden bu tarafa ABD/Batı'da yayımlanan Pagan-Yahudi-Hıristiyan teoloji kitap ve makalelerinde Türkiye ve hinterlandının "Where God has walked" (Tanrı'nın yürüdüğü topraklar) vurgusu ısrarla işlenmekte, Batı/Amerikan kamuoyunun adeta gözüne sokulmaktadır.

2- 1991 Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra ABD'deki mahalli gazete, radyo ve televizyon organlarında başlayan, 11 Eylül 2001 İkiz Kulelere saldırılardan ve hâssaten Mart 2003'te Irak'ın işgalinden sonra büyük bir ivme kazanan… ağırlıkla yedi Amerikan Yahudisi ailenin kontrolündeki ulusal medyada ve yine İsrail / Amerikan Yahudilerinin kontrolündeki Hollywood yapımı TV dizisi ve filmlerde ısrarla "kötü Türk" tiplemesi işleniyor.

3- 1950'lerde sayısı üç milyon iken günümüzde sayılarının 90 milyona ulaştığı tahmin edilen Evanjelist Hıristiyan -ki bunlara Siyonist Hıristiyanlar da denir- teologlar sürekli olarak KAOS vurgusu yapmakta, 2012-2018 yılları arasında İsa Mesih'in yeryüzüne dönmesinin işareti olarak kaos, savaş, ekonomik krize atıfta bulunmaktadırlar. Bu hususları işleyen "Left Behind" (Geride Kalanlar) serisi kitaplar ABD'de 70 milyondan fazla sattı. 14 Eylül 2008 "patlayan" mali kriz sanki "kehanetlere" uygun bir projenin ürünü.

4- Özellikle Mart 2003'te Irak'ın işgalinden sonra ABD'deki bir takım think tank (düşünce kuruluşu) ve istihbarat kuruluşları Türkiye'ye yönelik beklenmedik/şoke edici öngörüleri içeren raporlar, yazılar yayınlıyorlar. Bunlardan son örnek, Ocak 2009'da "gölge CIA" olarak tanınan Macar Yahudisi -Amerikalı stratejist George Friedman ve "Stratfor" adlı kurumuna ait.

5- ABD "zayıf ihtimaller" üzerinden küresel şoklara göre Amerikan yönetimini devralacak FEMA (Federal Emergency Management Agency) yönetimine son şeklini vermiş durumda. FEMA (Federal Acil Yönetim Merkezi) nükleer, biyolojik, kimyasal bir saldırıya karşı, ekonomik kriz ve arkasından çıkabilecek isyan ve iç savaşa göre yeniden yapılandırıldı. Hem de bankacılık işlemlerinden vatandaşlık kanunlarına kadar. Hâsılı ABD olağanüstü haller için hazırlık yapmayı sürdürüyor.

Öyle görünüyor ki ABD'nin boynuna ilmiği geçirmiş olan bir avuç "seçilmiş" oligarşi -ki bunlar "Wall Street" ve "City"ye hâkim olan para babalarıdır- Yeni Dünya Düzeni Tarikatı'nın projesini hayata geçirmek, korkunç işler yapmak için hazırlıklarını tamamlamış durumda.

Obama'nın başkan seçilmesi hesaplara uygun. Kızılderililerin deyişiyle Obama "beyaz adamın adamı" yani bir avuç "seçkin"in taşeronu.

Hatırlayalım… 1997 yılında Clinton yönetimi tarafından hazırlanan "Yeni bir yüzyıl için strateji" başlıklı bir rapor/belge var.

Bu belgeye göre Türkiye'nin hinterlandına ve gerekirse "Güneydoğu ve Doğu Anadolu"da dâhil yeni yüzyılda Yeni Dünya Düzeni stratejisi gereği ABD yerleşecek.

Aslında bu projede ABD ana katalizör olarak görünse de, projenin esas sahibinden ziyade taşeronu konumunda. Hatta "büyücülerin aradığı kurbanlık bakire."

1990 öncesi soğuk savaş dönemiydi… Abartılı olduğu bugün gün yüzüne çıkmış olan potansiyel bir Sovyet/komünizm tehlikesine karşı "İslamcı" sivil unsurlar ABD, Almanya, İngiltere ve İsrail tarafından harekete geçirildi.

Bu süreçte Almanya Orta Doğu petrollerinden uzak durmak kaydı şartıyla Orta Asya petrollerine ulaşması için ABD, İsrail, İngiltere ve Fransa tarafından desteklendi.

Türkiye'ye gelince, 1978 Kemal Derviş-Shelma Robinson imzalı Dünya Bankası "ekonomik dönüşüm raporu"… hemen her gün aynı silahlarla ülkücü ve solcu gençlerin öldürülmesi ve bunun bir sağ-sol çatışması olarak topluma takdim edilmesi, ikisinin arasında "İslamcı" bir gençliğin filizlendirilip yetiştirilmesi… 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları… 12 Eylül 1980 Kenan Evren'in "Our boys have done it" patentli darbesi… "İslamcı" unsurlar korunurken Kenan Evren'in "Bir ülkücü bir solcu asıyorduk, asmayıp ta beslese miydik?" sözlerinde ifadesini bulan milli direnç merkezlerinin dağıtılıp ezilmesi… Devlet çarklarının Kenan Evren/ Turgut Özal ikilisi tarafından Selefi/Eşari formatlı, "Müslüman Kardeşler" prototipi "İslamcı" unsurlarla doldurulduğu süreç. Ve nihayet 28 Şubat 1997 süresince Çevik Bir ve yandaşlarının "Batı Çalışma Grubu" adını verdikleri çete harekatı operasyonu… Bu operasyon BOP için başörtüsü üzerinden mütedeyyin Müslüman Türk ile Türk ordusunu kavgalı hale getirmek için tezgâhlandı. Cumhuriyet tarihinde İsmet İnönü döneminden sonra Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne "Türk milliyetçiliğinin tehdit" unsuru olarak ikinci kez girmesi de 28 Şubat'çıların marifetidir.

Amerikan Yahudi kuruluşları ADL ve JINSA "Şeriata geçit yok" diye gürleyen Orgeneral Çevik Bir'e de, sözüm ona Çevik Bir'in "kurbanı" İslamcı Recep Tayyip Erdoğan'a da madalya verdi. Ama bugün "İslamcı kurbanlar" ile "laikçi kesenleri" el ele kol kola birlikteler.

Evet, Türkiye görünüşte TEZLER/ANTİTEZLER kavgası ile nasıl da dönüştürüldü sevgili okuyucular.

Yeni Dünya Düzeni Tarikatı Türkiye'de, Selefi/Eşari Vahabi-Müslüman Kardeşler ekolüne ait İslamcılığın geçmeyeceğini anlayınca, Hanefi-Maturidi Türk Müslümanlığına "ılımlı İslam", "İbrahimi dinler", "İsevi Müslümanlık" enjekte etmeye başladı.

Cumhuriyet Türkiye'sinin resmi organlarında "Kemalist Laiklikten, Osmanlı Sekülerizmi'ne" başlığını taşıyan raporlar yayınlanmaya başladı. Zaten 10 Kasım 1938'den beri aynı mahfillerin kontrolü altındaki, -"milli, üniter laik devlet", "Müslüman Türk milleti" temeline dayalı Türkiye Cumhuriyeti modeli -laiklik/antilaiklik girdabı, başörtüsü/ türban tartışması ile iyice derinleştirildi. Artı bunun üzerine etnik kimlik tartışmaları ilave edildi. Artı 24 Ocak 1980'den beri Türkiye'yi bölüşüme yönelik "ekonomik dönüşüm" programları olan vahşi kapitalizm uygulamalarının sonunda 75 milyonluk Türk halkının % 26'sı açlık sınırına yuvarlandı. Bu tespit Dünya Bankası'nın Kasım 2007 raporunda yer alıyor…

1978 ve sonrasındaki süreçte, 1989 sonuna kadar yapılan düzenlemeler ile Türk para ve sermaye piyasası, tamamen küresel sermayenin hamlelerine açık hale getirilmesi sonucunda, 1994, 1999 ve 2001 sermaye/finans tabanlı kriz çıkarılarak sonrasında yeni SİYASİ ŞEKİLLENDİRME'ye gidildi.

Türkiye "küreselleşme" masalları ile 1980-2008 döneminde sadece 451 milyar dolar faiz ödemek mecburiyetinde kaldı.

TMSF rakamlarına göre 1994-2003 yılları arasında el konulan bankalar Türkiye'de 46 milyar dolar zarara yol açtı. Ancak bunun 18.5 milyar doları tahsil edilebildi.

Bu arada Türk milleti olan bitenden bihaber olsun diye yan unsur, karartma, sis perdesi olarak "terör" ve/veya "irtica" sürekli gündemde tutuldu. Neticede bizim olan iktisadi varlıklar bizden olmayanların eline geçti.

Bunların olmasında siyasilerin büyük günahı var ama esasen:

a- 12 Eylül 1980 darbesi RANT EKONOMİSİNE geçiş

b- 28 Şubat 1997 post modern darbesi ile SİYASİ DÖNÜŞÜM… Atatürk'ün milli devleti Türkiye Cumhuriyeti'ni 19 Mayıs 1919 öncesi şartlara taşıyan iki temel sebeptir.

Yeni Dünya Düzeni Tarikatı, Türkiye'yi "Yeni Osmanlıcılık" teorisi ile 1699 Karlofça, özellikle 1838 Balta Limanı Serbest Ticaret Antlaşması sonrasının Osmanlı Türkiye'sine dönüştürmek istiyor.

Ortadoğu'ya ve Türk Cumhuriyetlerine "model, ağabey Türkiye"… Bakın nasıl?

28 Şubat 1997'den itibaren siyasi dönüştürmeye ağırlık verilen proje gereği Türkiye'de Şubat 2001 krizi sonrası 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP bütün medya desteği ile iktidar koltuğuna oturdu. 1 Mart 2003 tezkeresi TBMM'den geçmedi. Kabul görmeyen tezkere Ortadoğu'da alkışlandı ama MHP'nin verdiği bir soru önergesini cevaplayan AKP'li Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün verdiği rakamlara göre ABD Türk topraklarını tezkere TBMM'den geçmiş gibi kullanmış. 2001-2008 arasında ABD'ye İncirlik üssü'nden toplam 103500 kez uçuş izni verilmiş. Bunun 84 binden fazlası Irak bağlantılı. (Milliyet, 22 Ocak 2009)

Laik Türkiye Cumhuriyeti devletine sövüp sayanlar "Osmanlı sekülerizmi" martavalı ile Türkiye'yi misyonerler çiftliğine çevirdi. Evanjelist Hıristiyanlar Ege Bölgemizde yer alan, inayet dönemi kiliseleri dedikleri Selçuk, İzmir, Bergama, Salihli, Akhisar, Alaşehir ve Pamukkale'deki ilk dönem kilise ve çevresini "Hıristiyanların kontrolünde olması gereken kutsal topraklar" ilan etmiş haldeler. Katolik Hıristiyanlığın kurucusu gözü ile bakılan Yahudi Pavlus'un doğum yeri Tarsus'tur. Burası ve Ürgüp-Göreme çevresi "Hıristiyan toprakları"dır. İstanbul'u anlatmaya gerek var mı? Ortodoks Hıristiyanlığın kuruluş merkezidir.

Daha fazla uzatmayayım. Ünlü Yahudi asıllı Amerikalı stratejist George Friedman sahibi olduğu "Küresel İstihbarat Dergisi Stratfor"da Türkiye ile alakalı ilginç raporlar, makaleler yayınlıyor, basına benzer demeçler veriyor. Bay Friedman'ın bir makalesinde ünlü Fransız gazete/dergisi "le Monde Diplomatique - Türkiye"de yayımlandı. Ayrıca Türkçesi "Gelecek 100 Yıl: 21.Yüzyıl İçin Öngörüler" kitabı Ocak 2009'da yayımlandı.

Bay Friedman Yeni Dünya Düzeni Tarikatı adına tersten/üstü kapalı Türkiye'yi hedef tahtasına koyuyor. Daha doğrusu öyle olduğunu ilan ediyor. Bugünden tedbir alın diyor.

Yeni Dünya Düzeni Tarikatı diyor ki; "Yeni yüzyılda Türkiye ve hinterlandında Yeni Dünya Düzeni'nin BOP ayağını yani "Tanrı İmparatorluğunu hayata geçireceğiz. Türkiye'ye yönelik ekonomik, siyasi, sosyolojik, dini, psikolojik operasyonlar sonuç almamıza yetmezse Türk-Amerikan savaşı çıkaracağız."

Bay Friedman'ın söyledikleri fanatik bir Yahudi-Amerikalının hezeyanları falan değil. En az 200 yıllık DİN-FELSEFE-SİYASET temeline oturtulmuş bir projenin son aşaması. Bunun içinde ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI da var.

Teolojik temeli Endülüslü Kabalist Tevrat tefsircisi İbn Meymun/Maimonides ( 1135-1204 ) felsefi ve siyasi temeli Alman Yahudisi-Amerikalı Leo Strauss'a ( 1899-1973 ) dayanan bu projenin aslı Kudüs merkezli "Büyük İsrail"dir. Amerika'da iyi eğitimli ve sayıları 90 milyonu bulan Protestan Hıristiyan geleneğinden gelen Evanjelist Hıristiyanlar diğer adıyla Siyonist Hıristiyanlar bu projenin en ateşli destekçileri. Bu hususta daha detaylı bilgi için Ramazan Kağan Kurt tarafından yazılan şu üç kitabı okuyabilirsiniz. a) Evanjelizm-Dünya İmparatorluğu ve Türkiye b) Türkler ve Mesihusa c) Tanrı İmparatorluğu ve Türkiye.

George Friedman Ocak 2009'da piyasaya çıkan "Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century" (Gelecek 100 Yıl: 21. Yüzyıl İçin Öngörüler) isimli kitabında şu görüşleri ileri sürüyor:

· "Rusya ve Çin için önümüzdeki yüzyılda endişelenmeye gerek yok. Bu ülkeler komünizme benzer bir çöküş yaşayacak.

· Gelecek yüzyılın güçleri, Türkiye, Japonya, Meksika ve Polonya ekseninde gelişecek.

· Türkiye'nin dünyadaki siyasi etkisi 2050 yılında muhtemelen "Osmanlı haritasını" andıran bir görüntü oluşturacak.

· Yüzyılın ortalarına doğru ABD ile Türkiye/Japonya ittifakı arasında bir savaş yaşanacak. Bu savaş "bilim kurgu" türü benzeri bir savaş olacak. Türkiye/Japonya ABD'yi yenerek süper güç haline gelecekler.

· Müslüman dünyası bölünmeler nedeniyle Avrupa ve Asya üzerinde hegemonya kurma gayelerine ulaşamayacaklar."

Başkan Obama'nın yemininden bir gün önce, 19 Ocak 2009'da ABD'nin başkenti Washington D.C'de 21. Yüzyıl kehanetlerini açıklayan Friedman'a göre uçurumun kenarında olduğu öngörülen ABD aslında yükselişine yeni başladı.

Amerika'da New York Times gibi "Yahudi gazetesi" olarak adlandırılan Washington Post gazetesi George Friedman'ın "kehanetlerine" geniş yer ayırdı.

"Stratfor" dergisinin 2 Şubat 2009 tarihli sayısında çıkan ve Başbakan R.T.Erdoğan'ın Davos'taki Peres'e karşı çıkışını merkez alan "Erdoğan'ın Çıkışı ve Türk Devletinin Geleceği" başlıklı yazıda Türkiye'nin İsrail'in yakın müttefiki olduğuna dikkat çekiyor. "Türkiye'nin derinden bölünmüş bir toplum olduğunu söylemenin doğru olmayacağını, tam tersine anlaşmazlıkları uzlaştırmayı öğrendiğini" ifade edilen yazıya göre, "Başbakan Erdoğan Türk siyasi yelpazesinin merkezini temsil ediyor."

İsrailli, haham Menahem Froman da "İsrail-Filistin arasındaki barışı sağlayabilecek tek ikili Abdullah Gül ve R.T.Erdoğan'dır" diyor. Froman Şubat 2009'da Türkiye'ye geldi.

STRATFOR (Strategic Forecasting Inc.)1996 yılında ABD'nin Teksas eyaletinin Austin şehrinde kurulan özel bir istihbarat/düşünce kuruluşu. Başında ünlü stratejist ve siyaset bilimci George Friedman bulunuyor. Yaklaşık 70 analist çalışıyor ve çoğu eski CIA ajanı.

Friedman 2004 yılında yayınladığı "Amerika'nın Gizli Savaşı"(America's Secret War), "Savaşların Geleceği" gibi çok satan kitapların da yazarı.

Stratfor, Pentagon ve sayıları 17'ye varan ABD istihbarat kuruluşlarına da dış politika ve ekonomi konularında danışmanlık yapıyor. Mesela 1997 Asya ekonomik krizini ABD yönetimine çok önceden haber vermişti.

Friedman tarafından kaleme alınan "Türkiye-Yeni Osmanlıcılık" başlıklı analizi Türkiye'de "siyasal İslamcı" mahfillerin "Bakın biz söylemiyoruz Amerikalı söylüyor" diyerek "hadım edildiklerinin" farkında bile olmadan yuttukları ve Türk milletine de pazarladıkları Yeni Dünya Tarikatı'nın BOP'una uygun bir zoka.

"Yeni Osmanlıcılık" ve "ılımlı İslam" Türkiye'nin ve Müslüman Türk milletinin ölüm fermanıdır.

"Türkiye AKP iktidarı sayesinde bölgesel bir güç haline geldi, Türkiye siyasi ve ekonomik olarak çok güçlendi…" sözleri "Davos şovu" ile süslenerek Türk milletine psikolojik operasyonlar yapılıyor. Türkiye'nin temel dinamiklerinden olan makro milliyetçiliği yani Türk milliyetçiliği "ırkçılık" yaftası ile suçlanırken, mikro milliyetçilik etnisite, İslam'ın arkasına saklanarak sürekli kışkırtılıyor.

1950'li yıllarda Toynbee'nin "Medeniyetler çatışması" sözünü 1990'larda"Medeniyetler Çatışması" kitabında teorik bir sistematiğe oturtan Samuel P. Huntington, "soğuk savaşın" sona ermesinin ardından Yahudi-Hıristiyan temellere sahip Batı medeniyeti ile İslam dünyasının karşı karşıya geleceğini öne sürmüştü… Sonra topyekun "Haçlı Seferi" lafı…

Sonra, 11 Eylül 2001 saldırıları, Afganistan ve Irak'ın işgali… Hedefe konduğu açıkça ilan edilen İran. Açıkça tehdit edilen tek nükleer güç sahibi Müslüman ülke Pakistan…

Nihayet Bay George Friedman'ın öngördüğü "Türkiye-ABD savaşı"… yayınlanan haritalar?

Bu arada daha tazeliğini koruyan, küresel finans spekülatörü Macar Yahudisi Amerikalı Soros'un "Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü Türk ordusudur" sözü…

2004 yılında Süleymaniye'de Türk Özel Kuvvet mensubu subaylarımızın başına çuval geçirilmesi ile başlayan TSK'ya yönelik psikolojik operasyonlar, "Ergenekon" adı verilen ucube ile Türk ordusuna yönelik saldırılar.

Elbette Türk ordusu içinde Kenan Evren gibi, Çevik Bir gibi hele hele "çuval hadisesinden" sonra hala aklına estikçe demeçler veren Hilmi Özkök'ü ne Türk milleti ne de tarih affedecektir… Ancak Türk ordusu etkisiz hale getirilebilirse bu ülkeyi kim koruyacak? Elbette "Seccadeyi serdiğim yer vatandır" diyebilecek kadar milli şuurdan ve Hz. Peygamberin yolundan uzak "Dırar Mescidi" Müslümanlarına söylenecek bir sözüm "var-yok".. "Metal Fırtına"yı içlerine sindirebildiklerine göre?

Türkiye Damat Feritler, Dürrizadeler familyasının elinde, Bay Friedman ve benzerlerinin alkışları eşliğinde… Böyle giderse önümüzdeki on yıl içinde "tek bir kurşun" dahi atılmadan "bilim-kurgu" sanal "bölgesel güç Türkiye", "Ekonomik olarak büyüdünüz, büyüyorsunuz" şakşakları eşliğinde; Yeni Dünya Düzeni Tarikatı'nın Süleyman Tapınağı'nda keseceği "kurbanlık bakire düve"ye dönüşecek.

Bakın bir başkası Güney Afrika doğumlu, Türkçe, Arapça ve Farsça bilen 1987'den beri Türkiye'de yaşayan, ABD'nin bir başka Yahudi patronajlı gazetesi olan Wall Street Journal'ın eski Türkiye temsilcisi Hugh Pope. Bay Pope İstanbul Galata'daki ofisinde Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı'ya verdiği mülakatta döktürüyor.

Bay Pope, "Uluslararası Kriz grubu" adlı 23 ülkede faaliyet gösteren bir düşünce kuruluşunun Türkiye masa şefliğini yapıyor. Bu kuruluşu 23 ülkenin hükümetleri, bazı fonlar (Hangi fonlar?) ve içinde bulunduğu toplumların güçlü isimleri destekliyor.

Şimdi sıkı durun! Türkiye'deki destekçileri: Dışişleri Bakanlığı, Sabancı Holding ve TOBB. (Akşam, 26 Ocak 2009)

Bay Pope haddini iyice aşarak özetle şunları söylüyor: "Ergenekon'da ismi geçenler bu ülkenin imajına dışarıda zarar verenler, 301'i destekleyenler… Türkiye'de yeni bir anayasa ve yeni partilerin bir an önce ortaya çıkması lazım… Gülen hareketi çok iyi bir grup. Zaman gazetesi Türkiye'nin en saygın gazetelerinden biri… Türkiye Ortadoğu'da ABD'den kaynaklanan boşluğu doldurdu… Erdoğan'ın Davos'ta verdiği tepkileri biraz safça buluyorum. Bence İsrail Türkiye'nin bu yönde tepki vereceğini hesaplamıştır. İsrail ve Türkiye arasında iptal edilen bir şey yok… Türk hükümeti şunu düşünmeli; Ortadoğu ülkeleri Türkiye'yi neden böyle sevip sayıyor? AB ile ilişkileri yüzünden AB ülkeye önemli para getirdi. 2005'e kadar yabancı yatırımcılar büyük yatırımlar yaptılar Türkiye'ye…"

Bay Pope soralım. Hangi servisler adına çalışıyorsunuz? Annenizin en akıllı oğlu musunuz?

George Friedman başkanlığını yaptığı Stratfor tarafından yayınlanan küresel istihbarat dergisi Stratfor'un 2 Şubat 2009 tarihli internet sayfasındaki yazısının başlığı "Erdoğan'ın çıkışı ve Türk devletinin geleceği". Daha önce bu yazıdan kısa bir alıntı yapmıştık. Şimdi yazıdan tekrar alıntılarla bir özetini verelim.

"Türkiye başbakanının, Türkiye'nin ılımlı İslamcı halkı arasındaki yandaşlarına İsrail'in politikalarına karşı olduğunu göstermeye ihtiyacı vardı… Önceden hesaplanmış olsun veya olmasın, Erdoğan'ın Davos'taki hiddeti, İsrail'e -doğrudan da İsrail cumhurbaşkanına- karşı muhalefetini seslendirme şansı tanıdı, üstelik İsrail ile ilişkileri tam manasıyla riske atmaksızın… Erdoğan iş dünyasını, orduyu ve dini kesimi aynı anda memnun etmek istiyor… Erdoğan, İsrail ile ilişkileri koparmak istemedi. Bu yüzden moderatöre kızmıştı… Türkiye'nin gücünün uzun vadedeki gelişimi kaçınılmazdır ve bu hususun üzerinde dikkatlice düşünülmesi gerekir."

Prof. Erol Manisalı, Cumhuriyet gazetesinde "Ünlü Türkologlar falcı mıydı?" başlıklı makalesinde özetle şunları dile getiriyor:

"1960'lı yılların sonunda Londra'da tanıdığım Türkolog ve oryantalist Dr. Andrew Mango, 1990'lı yılların başına kadar Kıbrıs'la ilgili olarak şöyle demişti: "Kıbrıs'ta statüko zamanla kemikleşecek ve adada iki devletli yapı, ileride de değişmeyecek." Dr. Mango 1990'lı yılların ortasından itibaren görüşlerini değiştirmeye başlamıştı.

Sovyetler Birliği'nin dağılması sonucu ABD ve AB'nin Türkiye politikalarının bu kadar keskin değişeceğini görmemiş miydi?

AB konusunda ise benzer görüşleri eskiden de paylaşıyorduk; "AB'nin Türkiye'yi içine almadan ikinci bir halka içinde tutacağını" savunurdu. Onun "periferi" dediğine benim verdiğim ad "arka bahçeydi".

"Periferi"den öte Türkiye artık Batı tarafından çözüştürülerek denetim altına alınmak isteniyor. Andrew Mango'nun "ikinci halkası" artık "parçalanmış ikinci çember" oluyordu. Ergenekon, bunun kavgası ve çatışması değil miydi?

Amerika-İngiltere-İsrail üçlüsü Araplar, İran ve Türkiye'nin dışında kendi denetimleri altında bir Kürdistan istiyorlar artık. Kuzey Irak'ta oluşturdukları ayağın Türkiye, Suriye ve İran'a uzatılarak bu ülkelerin denetim altına alınmaları, Büyük Ortadoğu Projesi'nin odak noktasını oluşturuyor.

İşte Andrew Mango'yu da şaşırtan bu oldu. ABD-İngiltere ve İsrail bu stratejik hedefe yönelik olarak Türkiye ve Kıbrıs politikalarını hızlı bir biçimde uygulamaya koydular.

Kıbrıs'tan Türkiye'nin tasfiyesini, Denktaş'la başlattılar. 2002'de destekleyerek iktidara taşıdıkları AKP ile birlikte M. Ali Talat'ı da yönetime oturttular.

AB süreci ile Türkiye'yi Brüksel'in güdümüne aldılar; AB-IMF-AKP üçlüsü, Washington Uzlaşması'nı "Türkiye'yi açarak ve içini boşaltarak" yerine getirdiler.
Dr. Andrew Mango bile bu kadarını tahmin edememişti. ABD'nin Yahudi kökenli stratejistleri BOP'ta "ABD-İngiltere-İsrail stratejik ortaklığı" kurdular.

Kıbrıs'tan Türkiye'nin tasfiyesi, Barzani yönetiminin AKP tarafından meşrulaştırılması ve Türkiye içinde dinci ve Amerikancı bir yapılanmanın sağlanması BOP'ta, birbirlerini tamamlayan ayaklardır.

2009'da geldiğimiz bu noktanın ipuçları, 1988 ve 1999'da düzenlediğim "Uluslararası Girne Konferansı"nda yabancı bazı Türkolog ve oryantalistler tarafından söylenmeye başlamıştı bile…

1988 yılında Türkiye'nin Avrupa'daki Yeri (Turkey's Place in Europe) ve 1989'da "Türkiye'nin Ortadoğu'daki Yeri" (Turkey's Place in Middle East) konferanslarını yaptık ve İngilizce kitaplar halinde yayımladık.

Çok ünlü Türkolog ve oryantalistler vardı. İngiltere'den Geoffrey Lewis, Philip Robins, William Hale ve Andrew Mango; Almanya'dan Werner Gumpel ve ünlü Udo Steinbach, Fransa'dan Elizabeth Picard isimlerden sadece bazıları. Kanada, İtalya ve Avustralya'dan bile bölge uzmanları katıldılar.

Türkologların ittifak halinde oldukları bir konu vardı: "Türkiye Avrupa'dan farklı bir kimliğe (aidiyete) sahiptir ve bu nedenle Avrupa'daki birliğin içinde yer almayacaktır."

Türkiye'den katılan "Avrupacı ve Batıcı simalar" yabancı Türkologların bu görüşüne çok şaşırmışlardı. Bizim seçkinlerimiz bu hatayı zaten hep yaptılar.
Bu ünlü Türkologlar Ergenekon'un başımıza çökeceğinin ipuçlarını, sanki bir falcı gibi 20 yıl önce Girne'de söylemişlerdi."

Evet, görüldüğü gibi Türkiye DİN-FELSEFE-SİYASET temelinde BOP için 1978'den beri Yeni Dünya Düzeni Tarikatı tarafından siyasi, ekonomik, dini, sosyolojik ve psikolojik olarak tekrar formatlanıyor.

Başkan Obama, misyonunu "Amerikan halkının (bütün halkların) ABD yönetimine güvenini yenilemek… ve bir kez daha dünyaya liderlik etmek." (B. Obama, Foreign Affaires, Temmuz/Ağustos 2007) olarak açıklamıştı.

Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da ABD Senatosu'nda ataması görüşülürken yaptığı konuşmada, ABD liderliğinin dünyada eksikliğinin hissedildiğini, bu eksikliği gidermek için "AKILLI GÜÇ DENEN ŞEYİ" ellerindeki "bütün diplomatik, ekonomik, askeri, siyasi, kanuni, kültürel araçlar içinden en uygun olanı veya olanlarının bileşimini kullanacaklarını" söyledi.

New York Times'tan Roger Cohen, Australian'dan Geoff Elliot gibi birçok yorumcu "Demek şimdi yeni şey bu" diyerek "AKILLI GÜÇ"ü tiye aldılar.

ABD Harp Akademisi'nden Prof. James Kurth 11 Eylül 2001'den birkaç ay önce "National Interest" dergisinde yazmıştı. ABD'nin 1990'lardaki dış politikası, dünyanın diğer ülkelerine "KÜRESELLEŞME" olarak sunulmuştu.

11 Eylül 2001'den sonra dış politika "TERÖRİZME KARŞI SAVAŞ/ÖNLEYİCİ VURUŞ" metaforuna dönüştü. Çok fazla tepki görünce "hürriyet getirme", "demokratikleştirme" ve sonunda "Türk-İslam coğrafyasında yeni harita düzenlemesini hedef alan BOP telaffuz edilmeye başlandı.

Bu tür liderlik Amerika'nın, "Yeni Kudüs"ün en tabi hakkıydı. Amerika'nın "belirlenmiş kaderi" yani "manifest destiny". Kilise babalarının şöyle bir sözü var: "Kötü zamanlar Tanrı ve kilise için iyidir".

Obama liderliğindeki Demokrat Parti yönetiminin "akıllı güç" modeli de "manifest destiny" temeline dayanıyor. Sadece kullanılan yöntemlerde, kullanılan enstrümanlarda öncelik farklılığı var. Biraz da 14 Eylül 2008'den beri gittikçe derinleşen mali/ekonomik krizin sebep olduğu "ÇARESİZLİK".

Ancak çaresizlerin elinde yeryüzünün en yıkıcı silahları var. Ve silahlanmaya akıl almaz paralar harcıyorlar. 2008 mali yılında ABD'nin askeriyeye yapması gereken / öngörülen harcama Amerika'dan sonra en fazla harcama yapan 42 ülkenin harcamalarının toplamından fazla olacaktır. Bu devasa harcama dünyadaki toplam askeri harcamanın % 47'sine denk gelmektedir. "Milli Güvenlik Harcamaları", Silah Kontrol ve Çoğalmasını Önleme Merkezi, (16 Ekim 2007) Bu siyasi ve askeri gücü kontrol eden Yeni Dünya Düzeni Tarikatı "Tanrı adına konuştuğunu" iddia ediyor.

Elbette "Tanrı adına konuşanlarla" pazarlık edemezsiniz… George Washington ilk başkanlık töreninde, Amerika'nın her adımının "Tanrısal bir amacın nişanıyla taçlandırılmış" olduğunu söylemiştir. (New York City, 30 Nisan 1789)

Dr. George Friedman'ın "Gelecek 100 Yıl: 21. Yüzyıl İçin Öngörüler" kitabına biraz daha yakından bakalım.

Friedman "kehanetlerini" jeo-politik ve din üzerinden yapıyor ve ona göre çarklar geriye doğru dönecek. Friedman'ın kurguladığı senaryo adeta 17. yüzyıl haritasını yeniden çiziyor. O dönemde Osmanlı Türkiye'si ve Polonya Doğu Avrupa'ya hâkimdi ve Rusya sadece Asya devletiydi.

Friedman'ın kehanetlerine göre Rusya 2010-2020 arasında sınırlarını güneye doğru genişletecek ve Gürcistan'ı yutacak, Ermenistan'la ilişkisini sıkılaştıracaktır.

Rusya'nın Kafkaslar'da ilerlemesi Türkiye'yi olduğu kadar ABD'yi de rahatsız eder. Polonya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Macaristan Rusların Kafkas/Avrasya hâkimiyetinden çok rahatsız olurlar ve Rusya'ya karşı ABD ile her türlü anlaşmayı yaparlar… Soğuk Savaş dönemi gibi ABD ve Rusya arasında yeni bir sınır çizilir. Fakat bu sınır artık Berlin'de değil Karpat Dağları'ndadır. Ancak Rus ekonomisi ve ordusu giderek zayıflayacak ve Rusya 1917 ve 1991'de olduğu gibi 2020'de yeniden çökecektir.

"Asya Kaplanları"nın en büyüğü Çin aslında kâğıttan kaplan. Ekonomik büyümesi uzun vadede kârlı değil. Çin 2010'dan itibaren ekonomik krize girecek ve merkezi devletin gücü zayıflayacak, bölgeler arasında çok sert rekabet ve geleneksel yabancı düşmanlığı başlayacak.

Çin 2020'de 1920-1930'larda yaşadığı kaosa yeniden yuvarlanacak ve bundan Japonya faydalanacak.

Japonya, Çin ve Rusya'nın doğu sınırlarına göz dikecek. Japonya enerji kaynağı sıkıntısı çekeceği için Rusya'nın yer altı kaynaklara ihtiyaç duyacaktır.

Türkiye ise, Kafkasya'dan kuzeye doğru ilerlemeyi tasarlamaktadır. Bu arada Polonya da şahlanarak Rusya'ya doğru ilerlemeyi planlamakta ve böylelikle 17. yüzyıldaki eski sınırlarına ulaşarak Rus tehdidini ortadan kaldırmak istemektedir.

Polonya Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerini de peşine takmıştır… Avrupa'daki Almanya-Fransa üstünlüğü yerini Polonya liderliğindeki Doğu Avrupa ülkelerinin üstünlüğüne bırakır. NATO pratik olarak bitmiştir.

Türkiye bugün dünyanın 17. ekonomisi iken 2020'de ilk on içinde yer alacak. Rusya'nın çökmesiyle Türkiye Avrasya ve Arap dünyasının en güçlü aktörü haline gelecek. Arap yarımadası sadece petrole dayalı ekonomileri yüzünden krize girecek. Yunanistan Balkanlar'da yaşanan kaos yüzünden gittikçe zayıflayacak.

Türkiye 2020'den itibaren Kafkasya'nın kuzeyinde Don ve Volga ırmaklarının arasındaki vadide, Orta Asya'da tam hâkimiyet kurmuştur. Türkiye Karadeniz ve Akdeniz'i tam olarak kontrol etmek istemektedir. Bunun için Balkanları da kontrol altına almak ister… Türkiye ile ABD müttefiki Romanya ve Macaristan bu sebepten Ukrayna'da çatışır.

Iraklı Kürtler tam "kendi devletimizi kurmanın tam zamanı" derken Türkiye Irak ve Suriye'yi kontrol altına alır ve Arap yarımadasına kadar iner. Mısır'da iç savaş çıkmıştır ve Türkiye buraya da barış gücü göndererek Süveyş Kanalı'nı kontrol altına alır… Türkiye artık Kuzey Afrika'ya doğru yayılacaktır.

Ortadoğu'da sadece İran ve İsrail Türkiye'nin hâkimiyetine girmemiştir. İsrail Türkiye'ye karşı direnir ama dört taraftan Türkiye çevrelemiş durumdadır. Körfeze hâkim olan Türkiye İran'ı da köşeye sıkıştırmıştır.

Türkiye Ortadoğu'daki ekonomik ve askeri hâkimiyetini "halifelik" üzerinden İslami hâkimiyetle pekiştirir. Başkenti de Ankara'dan İstanbul'a taşır. Böylelikle "Yeni Osmanlı" olarak Müslüman ülkeler nezdinde meşrulaşır.

ABD bütün bu olup bitenlerden hiç hoşlanmamıştır. Türkiye'ye karşı Arap milliyetçiliğini körükler. Balkanlar'da anti-Türk hava baş görse de tam bir Avrasya ve Ortadoğu İmparatorluğu'na dönüşen Türkiye için bunlar küçük meselelerdir. (Ünlü Bulgar kahin Baba Vanga'ya göre Müslüman bir devlet 2043'de Avrupa'nın hakimi olacak… İlginç benzerlikler değil mi?)

ABD 2050 yılına gelindiğinde Türkiye ve Japonya'nın Orta Asya ve Avrasya'daki hâkimiyetinden son derece rahatsızdır.

ABD'nin tabii müttefiki olan Polonya, Ukrayna'yı ele geçirmesine ve Akdeniz'e inmesine engel olan Türkiye ile savaşır. Türk-Japon ittifakı kurulur.

ABD Türkiye ve Japonya'yı büyük tehdit olarak görürse de ilk aşamada sıcak savaşa girmez… Bu arada ABD uzayda müthiş bir insansız ordu kurmuştur. Yıldız savaşı sistemi adını verdiği uzaydaki platformdan hipersonik insansız uçakları Türkiye'nin güneyine doğrultarak ültimatom verir: "Ukrayna ve Balkanların kontrolünü Polonya'ya ver. Kafkasya'dan çekil ve Boğazlar'dan istediğimiz gibi geçelim!"

Türkiye ABD'nin ülkeyi parçalamak istediğine inanmaktadır… Japonya Kasım 2050'de ABD'nin uzay sistemine saldırıda bulunur. Savaş hem uzayda hem de karada iyice kızışır. Türkiye, Polonya'dan kurtulmak için Almanya'dan yardım ister. Almanya, böyle bir savaşta ABD'yi yenmenin mümkün olmadığını bilmesine rağmen Türkiye'yi karşısına almamak için Türkiye'nin yanında yer alır. (Bulgar kâhin Baba Vanga'ya göre de Üçüncü Dünya Harbi Kasım 2010'da başlayacak.)

Üçüncü Dünya Savaşı 2052'de sona erer. Türkiye, Japonya ve Almanya harabeye dönmüştür ama Allah'tan "sivilleri hedef almayan yüksek teknoloji ABD uçakları" sayesinde sadece 50 bin kişi ölmüştür.

Sonuçta ABD'ye uzayda her istediğini yapma imkânı veren bir barış anlaşması imzalanır. 2060'da hala İslam dünyasının liderliğini elinde tutan Türkiye ABD ile arayı düzeltir ve yeniden "sevilen ve güvenilen" müttefikler arasına girer.

Hâsılı Türkiye ve ABD yeniden "stratejik ortak" olurlar.

Bize de sormak düşer: "Peki, ağam! Öyleyse biz bu haltı niye yedik?"

Friedman'ın "kehanetleri" Kabala-Tevrat/Talmud-İncil "kehanetlerini" çağrıştırıyor. İşte o kehanetlerden bazıları. İnanmak şart değil ama Yeni Dünya Düzeni Tarikatı'nın kurguladığı Yeni Dünya Düzeni/BOP'un DİN-FELSEFE-SİYASET temeline oturtulduğunu bilerek tedbirli olmak şarttır. Türkiye'nin milli bekası bunu mecburi kılıyor.

Michel De Nostradamus (1503-1566) Yahudi, Katolik Hıristiyan ve devrinin en meşhur Kabalistlerden. 12 ciltlik "Centuries (Yüzyıllar) adlı kehanetlerini topladığı eserinde kendini mitolojik dönemden kopup gelmiş kutsal bir kişi olarak görmekte ve göstermektedir. Binden fazla kehanette bulunmuştur.

Yahudi ve Hıristiyan Nostradamus yorumcusu teologlar, Nostradamus kehanetlerindeki "Avrupa'yı istila edecek Müslüman ülkelerin liderinin Türkler olacağı" yönündedir. Tıpkı George Friedman'ın "kehanetinde" olduğu gibi.

Türkiye'de kör bir "laiklik" tartışması 10 Kasım 1938'den beri bu ülkeyi yiyip bitirmiştir. Bu tartışma Türk milletinin belli bir kesiminde inanç kaynaklı boşluklar meydana getirirken, bir kesiminde inanç kaynaklı bağnazlığın zirve yapmasına sebep olmuştur. İslam kör bir laiklik yorumu/dayatması ile cumhuriyetin devlet okullarında Müslüman Türk çocuklarına adam gibi öğretilmeyince… Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkleri Anadolu'dan atma planları yarım kalan Yahudi-Hıristiyan emperyalist güçlerin hedeflerine Nostradamus'un dizelerinde yazdığı şekilde ulaşmaya çalışmaları çok da fantastik bir yorum olmaz.

George Friedman'ın 2050'de çıkacağı kehanetinde bulunduğu "Türkiye-ABD Savaşı"na giden yolda "Yeni Osmanlı İmparatorluğu" olan Türkiye "halifeliği" üstlenecek, başkentini de "Ankara'dan İstanbul'a" taşıyacak… Nostradamus da Türk İstiklal Harbi ile Anadolu'dan defedilen savaş ve işgal, Müslüman Türklerin en hassas olduğu konuyla, inançla tekrar bu topraklara döneceği kehanetinde bulunuyor.

1991'de Sovyetler'in dağılmasıyla birlikte açıktan zikredilen "Yeni Dünya Düzeni", Hıristiyan-Yahudi birliğinin Kabala-Tevrat / Talmud-İncil kehanetlerine dayanan DİN-FELSEFE-SİYASET temelinde ortak projesidir. BOP -bundan sonra adına ne denirse densin- süreci, Türkiye'deki kronik terör, "siyasal İslamcı" (radikal ve ılımlı rengi ile) akımlara sağlanan olağanüstü dış destek, Türk ordusuna yönelik "çuval"dan beri gittikçe ivme kazanan yıpratma kampanyaları ve bu yöne hizmet eden gelişmelerde bir takım tarikat / cemaat mahfillerinin kullanılması…

M.Ö. 586 Babil Sürgünü'nden sonra Yahudi teoloji ve kültürüne muharref Tevrat yoluyla giren Kral Davut soyundan kurtarıcı Yahudi Mesih, Hıristiyanlıkta İsa Mesih ve tekrar dünyaya geri gelecek "kurtarıcı Mesih İsa" figürüne dönüşerek Şii İslam'a da "dünyadaki bütün insanları Müslümanlığa döndürecek" 12. İmam/Mehdi olarak girmiştir. Buradan da Selefi/Eşari Arap İslam kültürüne yerleşmiştir. Maalesef buradan da Anadolu İslam'ına bir kısım tarikat/cemaat yoluyla önemli ölçüde yerleştirilmiştir.

Kur'an'da hiçbir ayette Mehdi/Mesih, Deccal konusu yer almamasına rağmen, sahih oldukları çok çok şüpheli birkaç hadis ve bir kısım Arap ulemanın yorumuna dayanan "ahir zamanda Mesih/Mehdi-Deccal gelecek" fenomeni Türk toplumunun mütedeyyin inancını derinden etkilemektedir. Bu hususlardaki beklentiler, kasetler, filmler, sohbetler, risaleler, kitaplar yoluyla sürekli besleniyor. Bu araçlarda kullanılan temel kaynak muharref Tevrat, Talmud ve Endülüslü Tevrat tefsircisi İbn Meymun'un "kehanetleri".

Özellikle 12 Eylül 1980 darbesinden sonra pek çok tarikat/cemaat mahfilleri tarafından dillendirilen Mesih/Mehdi-Deccal ve Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne döneceği beklentisi… En cahilinden profesör unvanlısına kadar çok sayıda Müslüman Türk insanına sirayet etmiş durumda.

Türkiye'nin bu görüntüsü 16. ve 17. yüzyıldaki Osmanlı Türkiye'sine çok benziyor. Bu beklentiler, belirsizliği, İslami inançtaki itikadi birliği parçalayıcı/zayıflatıcı etki yapıyor. Toplumsal parçalanmayı artırıyor… Nitekim "Osmanlı'nın son yüzyılında yaşandığı gibi devletle cemaatler ve cemaatler arasında paralel ve çoğul iç savaşlar yaşanabilir mi?" (Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Din-Ordu Gerilimi, s. 419, Alfa Yayınları, İstanbul 2002)

Bir başka senaryo daha var. Milat olarak beklenen İstanbul depremi ve sonrasında "Mehdi ordusu"na hoşgörü şeklinde başlayıp arkasından ülkede yaşanacak bir boşluk ve kayıtsızlıktan söz ediliyor. Mehdi'nin gelip bütün Müslümanları bir bayrak altında toplayacağı ve Deccal'e karşı savaşıp dünyayı topyekûn Müslüman yapacağından söz ediliyor. 10 Kasım 1938'den beri devletin Kur'an'daki İslam'ı öğretmede "laiklik" adına zafiyet göstermesi… Nihayet yıllardır anlatılan Mehdi-Deccal-Hz. İsa'nın yeryüzüne döneceği efsaneleri Anadolu insanının inanç birliğini parçalamakta, milli bütünlüğü bozmaktadır.

Mesih/Mehdi-Hz. İsa-Deccal, Yeni Dünya Düzeni'nin siyaset figürlerine dönüştürülmüştür. Aslında Yahudilerin, Hıristiyanların, Şii Müslümanların Mesih/Mehdi figürleri farklı olduğu gibi, pek çok Sünni İslam tarikat/cemaatlerin Mehdi figürü de farklılık gösteriyor.

Ama hepsinin buluştuğu çok tehlikeli bir zemin var: Ahir zamanda, kıyametten önce, Mesih/Mehdi gelmeden önce dünyanın bir kaos yaşayacağı, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların kullanıldığı ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI'nın yaşanacağı, bu savaşta insanların üçte ikisinin öleceği.

Yeni Dünya Düzeni Tarikatı'nın öngördüğü Yeni Dünya Düzeni'nin kurulabilmesi için de böyle bir senaryo öngörülüyor. Sonuçta bir avuç "SEÇKİN"in yönetiminde ve köle "hiksoslar"dan oluşan TEK DÜNYA HÜKÜMETİ. (Bulgar kâhin Vanga'ya göre Yeni Dünya Düzeni 2076'da kuruluyor. George Friedman'ın kehanetine göre de 2052'den sonra)

Nostradamus'dan bir Türkiye kehaneti: (Centuries Cilt 1/3)

"Devrimi temelden sarsıyor büyük bir kasırga
Yüzlerde artık peçeler, başlar örtülü
Cumhuriyetin sonu geldi artık
AK'lar-KIRMIZILAR karşı karşıya…"

22 Temmuz 2007 seçimi sonunda AKP'nin aldığı yüzde 47 oy ve sonrasındaki gelişmeler bu kehanetin doğrulanması olarak yorumlanıyor. AK ile "siyasal İslamcılar" KIRMIZI ile cumhuriyet ve üniter devletten yana olanlar kastediliyor.
Nostradamus'un binden fazla kehaneti içinde yer alan ve Mahir Şanlı tarafından Türkiye ile lakalı olduğu yorumu yapılan bir başka kehanet ise şöyle: (Centuries Cilt 3/61)

"Büyük bir tarikat (cemaat), karşısındakilerin çarmıhını hazırlıyor.
Doğduğu yer Mezopotamya'dır.
Nehrin yakınındalar bütün cemaat
Ve mevcut düzeni can düşmanı görüyorlar."

Tevrat/İşaya bölümü 34:5,8,9,10'da yer alan bir kehanet:

"Çünkü kılıcım göklerde kanıncaya kadar içti; işte EDOM üzerine ve lanet ettiğim KAVMİN üzerine hüküm için inecek. Çünkü Rabbin öç alma günü Sion davasından ötürü karşılık yılı var. Ve EDOM vadileri zifte ve onun toprağı kükürde dönecek ve diyarı yanan zift olacak. Gece gündüz sönmeyecek; dumanı ebediyen tütecek; nesilden nesle ıssız kalacak; daima ve ebediyen içinden kimse geçmeyecek." (Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 2001) Tevrat'ta yer alan yukarıdaki kehanette anlatılan, Edom'daki savaş nükleer, biyolojik ve kimyasal bir savaşı işaret etmektedir. Dr. George Friedman'ın kehanetine göre de ABD, Türkiye'nin güneyini hedef alarak uzaydan saldıracak. Amerika'nın Türkiye'ye saldırıda kullanacağı "hipersonik uçaklar" hangi silahları taşıyacak?

Tevrat'ta birçok yerde zikredilen EDOM diyarı bin yıllık Türk yurdu Anadolu topraklarıdır, Türkiye'dir. Esav'ın ülkesi olarak da zikredilir. Bir başka ilginçlik daha vardır. Edom kızıl/kırmızı anlamına gelir.

EDOM ülkesi Eski Ahit'te İsrailoğullarının düşmanı olarak zikredilir ve Edom diyarının; bunun içinde Kıbrıs, Güneydoğu Anadolu, Ürgüp-Göreme'ye kadar İç Anadolu ve Antalya'ya kadar Akdeniz Bölgesi yer alır, önemli bir kısmı İsrailoğullarına "vaat edilen topraklar" içinde yer almaktadır.

Yuhanna İncili'nin Vahiy bölümü 16. Bab'da yer alan kehanete göre, İsa Mesih yeryüzüne yeniden gelmeden önce yani ahir zamanda kıyamet kopmadan önce "Tanrı Krallığı"nın kurulması için altıncı melek: "Ve altıncı tasını büyük FIRAT ırmağı üzerine boşalttı; ve doğudan gelen kralların yolu hazırlansın diye onun suları kurudu… Ve onları İbranice Armagedon denilen yere topladılar." (Yuhanna'nın Vahyi 16:12,16)

Nostradamus'un "Büyük deprem" ile ilgili kehanetleri de şu şekilde: (Centuries, 3. Cilt, Kehanet 3)

"Mars, Merkür ve ay birleştiklerinde
Güneye doğru, bir büyük kuraklık
Asya'dan yer sallanacak
Korint, Efes şaşkınlık içinde olacak."

Nostradamus'un depremle ilgili başka kehanetleri de vardır. Yukarıda atıfta bulunulan "Mars, Merkür ve Ay birleştiğinde" astrologlara göre 2009 ile 2023 arasındaki muhtelif tarihlerde olmak üzere YEDİ kez gerçekleşecek.

Burada bir hususa da dikkat çekelim. Artık suni depremler oluşturulabiliyor, muhtemel depremler, adına "HAARP teknolojisi" denilen bir nevi "radyo dalgaları" ile tetiklenebiliyor, fay hatları harekete geçirilebiliyor.

HAARP (High Frequency Active Auroral Research Program) merkez üssü ABD'nin Alaska eyaletinin Gakona kasabası yakınlarında bulunan oldukça gizli ve şaibeli bir, Yeni Dünya Düzeni için geliştirilen / geliştirilmeye devam edilen ileri teknoloji silahı olarak tanımlanıyor. Bir nevi George Friedman'ın "ABD'nin uzaydaki üssü"nün yeryüzünde kurulmuş benzeri / hali.

Prof. Dr. Celal Şengör'e göre İstanbul'da meydana gelecek depreme Türkiye hazırlıksız yakalanırsa fatura çok ağır olabilir. "Bugün İstanbul'u yıkıp yeniden yapmak 5 milyar dolara mal olur" diyen Prof. Dr. Ahmet Ercan ve "her şey biliniyor, daha neyi bekliyoruz" diye soran Prof. Dr. Haluk Eyidoğan İstanbul'da 100 bin ölü 50-100 milyar dolarlık bir felaketten bahsederlerken Prof. Şengör: "Böyle bir tablo Türkiye'nin bağımsızlığını tehlikeye atar" sözleriyle tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekiyor. (Yeni Şafak Gazetesi, 11 Kasım 2006)

14 Eylül 2008'de ABD'de "patlayan" ve önce Batı Avrupa, Doğu Avrupa, Türkiye derken bütün dünyaya yayılan mali/ekonomik krizle birlikte "savaş ve barış, kapitalizm sadece krizlere değil çatışmalara gebe…" (Metin Under, Newsweek, 23 Şubat 2009) deniyor. Pek çok kehaneti "doğru çıkan" Bulgar kâhin Baba Vanga, 2010 yılını 3. Dünya Savaşı'nın çıkacağı yıl olarak veriyor.

Vatikan'ın aziz ilan ettiği Malachy kehanetlerinde 1143 yılından bugüne kadar görev yapacak bütün papaların kimler olacağını "863 yıl önce yazmış." Deniliyor ki bütün kehanetleri gerçekleşti. Artık sıra son Papa "Romalı Peter" olarak tanımlanan kişiye geldi. Bugün Vatikan'da oturan 16. Benedikt Romalı Peter'dir ve onun ölümü ile birlikte Papalık son bulacak.

Bu hususta bir hususu biliyoruz. Dan Brown'ın "Da Vinci Şifresi" adlı kitabı ve aynı adlı filmin etrafında şekillenen "Ölü Deniz Yazmaları" ve National Geographic tarafından "bilimsel" temele oturtulan bir küresel hareket var ki Papalığın amansız düşmanı. Bu hareket Evanjelist Hıristiyanlar ve bir kısım Yahudi unsurlar tarafından destekleniyor.

Yani Kabala-Tevrat-İncil kehanetleri ile siyasi kehanetler birbirine karışmış durumda.

Türk ordusunun gücü herkes için hilafsız caydırıcı unsur. Fakat tarihte Türk devletleri dışarıdaki müdahalelerden çok içerideki milli bütünlüğün bozulması sonucunda parçalanmış ve yıkılmıştır.

Şimdi şunlara birlikte bakalım:

· Büyük İstanbul depremi gerçekleşmiş

· Aynı anda ABD/İsrail/İngiltere ekseninin başta İncirlik olmak üzere Türkiye üzerinden İran'a saldıracağını ve İran'ın buna cevap vereceğini düşünün. Türkiye istemediği bu savaşın içine büyük depremle mücadele ederken düşer. (Birinci Dünya Savaşı'na da bir katakulli ile girmiştik.)

· Avrupa'da veya Kudüs'te kendisinin Hz. İsa yani İsa Mesih olduğunu iddia eden biri çıkar.

· Yıllardır Türk toplumunun önemli bir kesiminde, özellikle bir kısım tarikat ve bazı İslami cemaatler tarafından "Mehdi gelecek" fısıltısı etkili olmuş vaziyette. Selefi/Eşari Arap İslam dünyasında Mehdi beklentisi Türkiye'den fersah fersah ileride. İran ve Şii İslam'da Mehdi beklentisi "imanın şartlarından" biri… İşte yakın bir gelecekte, büyük deprem sonrası bir kısım tarikat ve /veya İslami cemaatin de "Evet bu Mehdi'dir" diyebileceği bir isim çıkar: "Ben Mehdi'yim Müslümanları bir bayrak altında toplamak ve küfre karşı savaşmak için Allah tarafından görevlendirildim." …Bu ihtimali George Friedman'ın "Türkiye kehanetleri" ile birlikte düşününüz.

· Yine bu hercümerç içinde Türkiye içinde etnik bir kalkışma ve bu kalkışmanın ilan ettiği bağımsız/federal hükümeti, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin tanıdığını, 30 yıl hiçbir cumhuriyet hükümetinin kabul etmediği ama AKP'nin 2004'te kabul ettiği BM kararını ve bir de bunlarla birlikte "36 paralel" benzeri bir ültimatomun Türkiye'ye dayatıldığını…

Bütün bunlara hayal diyenler olursa onlara söyleyecek bir sözüm yok. Ama ortada bu kadar "ilahi" ve "siyasi" formatlı kehanetler uçuşurken Türkiye milli bekası için gereken tedbirleri almalıdır diyenlere selam olsun.

Hâsılı Türkiye teolojik kehanetlere dayalı bir Yahudi-Hıristiyan DİN-FELSEFE-SİYASET projesi ile içeride mübarek dinimiz İslam'ın arkasına saklanmış "etnik İslamcı" ihanetin tehdidi altındadır.

Biz bu çalışmayı yaparken 3 Mart 2009'da İş Yatırım'ın "Geniş Açı" toplantısında Dr. George Friedman konuşmacı olarak İstanbul'daydı. Muhtelif gazeteler kendisi ile yapılmış mülakatlar yayımladı. Ama Sabah, Zaman, Yeni Şafak, Star, Bugün gazeteleri ise Friedman'a mal bulmuş mağribi havasında "bakın bakın Amerikalı derin uzman bizim söylediklerimizi söylüyor" havasında yayın yaptılar. Bir kez daha yazayım, bizim "siyasal İslamcı" ve "İkinci Cumhuriyetçi Liberaller" sünnet değil, hadım edilmekte olduklarının farkında bile değiller. Ya da!?

Bay "Derin stratejist" İstanbul'da da döktürmeye devam etti.

Türkiye 2020 yılında dünyanın 10 büyük ekonomisi içinde yer alacak. Kitabında Türkiye'nin 2030'da "İslam devleti" olacağını ve gücüyle ABD'yi tehdit edeceğini öne süren Friedman İstanbul'da, "Türkiye'nin laik karakterini ve sistemini kaybedeceğini asla düşünemiyorum, kısmen İslam ülkesi haline gelse bile kaybetmeyecek, çünkü Osmanlı'dan böyle bir tarihi miras aldı. Türkiye laik bir devlet de olsa, İslam devleti de olsa, gelecekte büyük bir bölgesel güç olacak" diye konuştu.

"Avrupa Birliği (AB) yıkıldı, çağırsa da gitmeyin" diyen Friedman'a göre küresel mali / ekonomik krizde Türkiye'nin en büyük şansı AB üyeleri arasında bulunmaması".

Şu satırlar Bay Friedman'a ait ve lütfen ne demek istediğini tekrar tekrar okuyunuz / düşününüz:

"Türkiye depremde İslam dünyasının fay hattı olacak. İslam dünyasını bir ülke yönetecekse o kesinlikle Türkiye olur. Olay sadece ekonomik de değil. Bölgede hem barış ortamı sağlayıp hem de Amerika'ya dost olabilecek tek ülke Türkiye. BU NEDENLE ABD ORDULARI İÇİN ALMASI GEREKEN ÖNLEM DE YOK."

Friedman'ın IMF ile ilgili tavsiyesi de şöyle: "Eğer bedava para bulursanız alın. Yardım alırken IMF kontrolünden uzak durmaya çalışın."

Ege Cansen üstadın bile "ezberimizi bozdunuz" dediği konuşmasında Friedman şöyle devam etti: "Siz AB'yi boş verin. Küresel krizde AB'nin birlik olmadığı ortaya çıktı. AB size bir şey kazandırmaz. Siz Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu'yu etki alanına alacak bölgesel bir güç olacaksınız. İslam dünyasının çekim merkezi de."

Friedman'a göre, Türkiye planlamadığı halde o role sürüklenecek. ABD de süper güç olmayı istememişti ama olmuştu. Türkiye ile ABD birbirine çok benziyor. Hatta bu benzeşme "laiklik" ve "dincilik" açısından da çok benzerdi.

"Anasının çok güzel olduğunu" anladığımız Friedman'ın kehanetleri, ünlü Fransız ekonomist ve fütürist Jacques Attali'nin 1999'da yazdığı "21. Yüzyıl Sözlüğü" kitabındaki kehanetleri de hatırlattı bana.

Attali'ye göre, Türkiye'yle alakalı şu üç senaryo "muhtemel ihtimaller" arasında:

1. Türkiye AB üyesi olacak ve böylece AB'ye evrensel misyonu için ihtiyaç duyulan İslam boyutunu katacak.

2. Türkiye Orta Asya'ya yayılan bir imparatorluk olacak. Bu konumu Türkiye'yi ABD ile daha yakın hale getirecek.

3. Türkiye üçe bölünecek. Bunlardan İstanbul merkezli olan Avrupa'da olacak. Anadolu - Ankara merkezli olan ikincisi. Üçüncüsü yani Doğu ve Güneydoğu Kürtlere gidecek.

Attali'ye göre Avrupa'nın menfaatine olan birinci senaryo. İkinci senaryo Bay Friedman'ın kehaneti ile uyum içinde ve ABD'nin menfaatlerine hizmet edecek. Üçüncü senaryo ise bölge ve dünya için KAOS demektir.

"Türkiye için en büyük tehdit iç meseleler. Kürt meselesi ve laik-dindar arasındaki çatışma. Hatta ikincisi Kürt meselesinin de önüne geçiyor. Ama Osmanlı geleneğinden gelen Türkiye bu meselenin çaresini bulabilir." diyor Friedman.

Teolojik ve siyasi formatlı kehanetler havada uçuşurken, son zamanlarda birbirini tamamlar nitelikte, Türkiye'ye yönelik düzinelerce proje de birbiri peşi sıra gündeme getiriliyor.

Ben ortaya atılan kehanetler, öngörüler, iddialar ve görüşlerin rastlantı eseri olduğuna inanmıyorum.

a- Bir güç odağı Türkiye'yi bir yerlere çekmek,

b- Bir başkası da Türkiye'yi tehdit olarak göstermek, birilerinin "önleyici tedbirler" almasını sağlamak istiyor olabilir.

Projelerin, kehanetlerin bir başka anlamı da Türkiye ile bütün komşularının arasına kara kedi sokmak manasını taşıyabilir.

George Friedman'ın büyük yankı bulan kehanetlerinden sonra, aşağıdaki üç kehanet de arkasından geldi:

a- Robert Fisk'in Analizi: "Türkiye kendi kimliği ile uğraşmaktan, iç politika ile cebelleşmekten Orta Doğu'da etkili bir politika yürütme imkânını bulamadı. Türkiye Orta Doğu için bir umut olabilir. İsrail'e çok şey yaptırabilirsiniz… Bir gün Türkiye Irak'a girecektir. AB tam üyeliğinden önce… ABD Irak'tan çekilecek ve Kürtlere deteğini kesecek."

b- Acaristan'la alakalı iddia: Gürcistan basınında yer alan bir habere göre, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bizim Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile görüştü. Görüşmenin konusu Acaristan Özerk Cumhuriyeti'ni Tiflis'ten koparıp Ankara'ya bağlamak. İddiaların dayanağı 1921 tarihli Kars Antlaşması'nın Acaristan'ın özerkliği konusunda Türkiye'ye verdiği garantörlük rolü. Ankara, imzalanan anlaşmayla özerkliğin korunması şartıyla Türkiye'nin Acaristan üzerindeki egemenliğini Gürcistan'a devretmişti.

Gürcistan basınının iddiasına göre, Rusya Acaristan'ı Gürcistan'dan kopararak Türkiye'ye vermek istiyor.

Gürcistan - Tiflis ilginç bir ülkedir. Tiflis M.S 138'den beri Kafkasya'daki Yahudi diasporasının merkezidir. Gürcistan Devlet Başkanı Sakaşvili'nin karısı Hollanda Yahudi'sidir. Gürcistan Savunma Bakanı İsrail pasaportludur ve İsrail pasaportlu başka bakanlar da mevcut. Ayrıca Gürcistan parlamentosunun üçte biri ya İsrail pasaportlu ya da Gürcistan Yahudi'si. Son bir not. Gürcü medyası Gürcistanlı Yahudilerin kontrolündedir. Bu bilgiler ışığında yorum okuyucuya ait.

c- Kırım'la ilgili ortaya atılan iddia: İddianın sahibi Büyük Ukrayna Partisi Lideri İgor Berkut. Eski bir Sovyet ajanı olan Berkut "Brat" (Kardeş) adlı kitabını tanıttığı toplantıda, neredeyse birebir George Friedman'ın kehanetine benzer bir iddia ortaya attı: "Türkiye ve Ukrayna Kırım için savaşacaklar."

Rus Rosbalt ajansının geçtiği habere göre, Berkut; "Türkiye Kırım'ı yeniden topraklarına katmak istiyor" şeklindeki sözünü şöyle sürdürdü: "Türkiye ve Ukrayna 10-12 yıl içinde savaşa tutuşacak. Hem Türkler, hem Ruslar hem de Avrupalılar bunu biliyor, Ukraynalılar da anlayacaklar."

Aşırı milliyetçi hatta ırkçı Berkut, 2017 yılına gelindiğinde Kırım nüfusunun üçte birinin Müslümanlardan (Türklerden) oluşacağını öne sürüyor.

Açıkça bir merkez farklı noktalardan Türkiye'ye: "Tarihinizi, jeopolitiğinizi ve ordunuzun gücünü biliyoruz" mesajı veriyor.

Peki, Türkiye'yi yönettiğini zannedenler bunun farkında mı?

10 Kasım 1938'den sonra iktidarı devralan "Milli Şef" ile birlikte laik devlet "siyasal laiklik"e dönüştürüldü. Siyasal laiklik kendi antitezi olan "Siyasal İslam"ı besledi, büyüttü ve bugün Türkiye etnik tabanlı bir laikçi - İslamcı kavgasının tuzağına düşürülmek isteniyor. Siyasal laiklikte inanç hürriyeti yoktur. Siyasal İslam ise Kuran'daki Müslümanlık olmayıp, şeyh diktatörlüğüdür.
Bu arada bir hususa dikkatinizi çekeceğim.

"Laikçi İsmet İnönü" ile "İslamcı R. Tayyip Erdoğan"ın dahili ve harici siyaset uygulamaları bu kadar nasıl benzeşiyor? Açıkçası Başbakan Erdoğan, "laikçi İnönü"nün "İslamcı" versiyonudur. İnönü için a) Prof. Çetin Yetkin "Karşı Devrim - 1945-1950" b) Yılmaz Dikbaş "Gaflet Delalet Hıyanet" kitaplarını okuyun.

21 Nisan 2009 Salı

HATIRLATMA: EN AZINDAN 15 MİLYON İŞSİZ, BİR O KADAR DA EVLENEMEYEN BEKARIN BULUNDUĞU MEMLEKETİN YÖNETİCİLERİ İNŞALLAH BU HABERİ İYİ OKUYORLARDIR...

20/04/2009

İstanbul'un Çatalça İlçesi'ne bağlı Halaçlı Köyü'nde henüz belirlenmeyen nedenle bunalıma giren işsiz, 31 yaşındaki Necdet Ergün, ağabeyi, yengesi ve 4 çocuğunu av tüfeği ve tabancayla vurarak öldürdü.

Olay, bugün saat 22.30 sıralarında Çatalca'ya bağlı Halaç Köyü’nde meydana geldi. Bir süredir işsiz olan Necdet Ergün, birlikte yaşadığı ağabeyi 44 yaşındaki İsmet ile köy meydanında karşılaştı. Elindeki av tüfeğini ağabeyi İsmet’e çeviren Necdet Ergün, “Sen beni bitirdin, ben de seni bitireceğim” dedi ve tetiği çekti. Kanlar içinde yere yığılan İsmet Ergün olay yerinde yaşamını yitirirken, Necdet Ergün suç aleti silahla eve koştu.

FİŞEĞİ BİTTİ, TABANCASINI ÇEKTİ Necdet Ergün, evde bulunan yengesi 34 yaşındaki İlknur'u da av tüfeğiyle birkaç el ateş edip öldürdü, ardından da yeğenlerinin uyuduğu odaya daldı. Fişeği biten Necdet Ergün, bu kez belindeki ruhsatsız 7.65 mm çapındaki tabancasını çekti, yeğenleri 11 yaşındaki İlkhan, 13 yaşındaki Nesrin ve 14 yaşındaki Hilal’e kurşun yağdırdı.

KAPININ ARKASINA SAKLANDI, AMA KURTULAMADI Kardeşler olay yerinde can verirken, gözü dönen Necdet Ergün, silah seslerini duyunca koşup saklanan evin küçük çocuğu 9 yaşındaki Furkan'ı aramaya başladı. Necdet Ergün, bir süre sonra Furkan'ı kapının arkasında saklanırken buldu, birkaç el ateş edip O'nu da öldürdü.

İhbar üzerine olay yerine jandarma ekipleri sevk edilirken, Necdet Ergün, elinde av tüfeği, belinde tabanca ile köy meydanına geri döndü. Burada, jandarme ekiplerine teslim olan Necdet Ergün, sorgulanmak üzere karakola götürüldü. (dha)

13 Nisan 2009 Pazartesi

GENEL DURUM - 1 - ( MANZARAY-İ UMUMİYE -1 -)





Az çok gündemi takip etmeye çalışan herkesin hem fikir olduğu gibi ; ülkemizde , bölgemizde yani Orta Doğuda ve tüm islam çoğrafyasında ve dahi tüm dünyada çok büyük değişiklikler büyük bir hızla gerçekleşmekte ...

Soğuk savaşın durağan ve/veya görünmez gelişmeleri yerine, soğuk savaş sonrasının ölüm ve ateş içeren sıcak ve kanlı gelişmeleri çok fazla görünür şekilde gerçekleşmekte olmasına rağmen sözkonusu gelişmelerin ne anlama geldiğini anlamak ise bu gelişmeleri gözlemlemek kadar kolay olmamaktadır.

Belkide doğası gereği mümkün de değildir .




Zira gelişmelerin planlayıcılarının "metaryelist dünya için" yani madden düşünürsek "quantum fiziğinden" ve "Hegel felsefesinden" etkilenmiş olduklarını veya "mistizmden" bahsedeceksek "Kabbala ve Talmuttan" feyz aldıklarını düşünmek gerekir.
Bu ise ; gelişmelerin ne anlama geldiklerini tam olarak anlamamızın neden zor olduğunu anlattığı gibi, bazı çok net olarak anladığımızı düşündüğümüz gelişmelerinde aslında pekte göründüğü gibi olmamasının nedenini anlaşılır kılabilir.



Sanırım tamda burda kimdir bu planlayıclar sorusuna cevap verilmesi uygun olabilir.


Bu sorunun cevabı ise bir sorudur .


Dünyada bulunan büyük ekonomik güce sahip şirketlerin sahibi veya sahipleri kimdir, kimlerdir ?


Normal bir cevap halka açık şirketlerin sahipleri dünya halkları ve halka açık olmayanların sahipleri ise sözkonusu şirketin sermeyadarlardır olabilir.


Ancak bu cevap doğru değildir yada en azından çok büyük bir eksiklik içerir.


Çünkü bu şirketlerin sahipleri bir kaç aileden ibarettir. Ve bu çok çok zengin ,ülke ekonomilerinden büyük mali yapıları olan şirketlerin sahibi aileler bir birleri ile de iletişimsiz değildir.

Hatta hepsi inançsal olarak var olan birlikteliklerini kurdukları çatı örgütleri ile pekiştirmişlerdir.Yani çıkarlarını ve imanlarının gereğini birlikte yerine getirmektedirler.


Bu doğru ise bu aileler pek çok ülkede faaliyet gösteren onlarca hatta yüzlerce dev şirkeleri ile kontrol ettikleri ekonomik çıkarlarını nasıl koruyacaklardır.


Bunun cevabı da mevcut hukuk sistemine güvenerek şeklinde verilebilecekse de , hiç kimse trilyonlaraca dolarlık bir serveti ve bu servetin sağladığı gücü (üstelik o yasaları çıkaracak ve uygulayacakl olan bireylerin oluşturduğu toplulukları sömürerek elde edilmiş bir serveti) , kontrolünde olmayan iradelere ve kişilerin hukuk uygulamalarına bırakamaz .


Bunun gereği olarak bu dev şirketlerin (bankaların, enerji şirketlerinin, maden çıkaran ve işleyen şirketlerin , telekominikasyon ve haberleşme şirketlerinin v.s.)sahipleri, bu servetlerini ve çıkarlarını korumak için iş birlikçi kişilere ihtiyaç duymuşlar , bu işbirliği yapacağı kişileride bireyler olarak kontrol etmektense kurdukları gizli ve açık pek çok örgütlerle kontrol etme yoluna gitmişlerdir.


Aşağıdaki linkte bu ailelerden birinin hikayesini İngilizce olarak bulabilirsiniz.


http://www.iamthewitness.com/DarylBradfordSmith_Rothschild.htm


Çok fazla detaya girmeden bu konuyu derinlemesine öğrenmek isteyenler internette yapacakları kısa araştırmalarla İLLUMİNATİ , CFR , Skulls and Bones, BİLDERBERG ,Trilateral Commission , MASONLUK ,ROTARY v.s. v.s ile ilgili çok miktarda bilgiye ulaşabileceklerdir.


Bu blogtada konu ile ilgili genel bakış açısı verebilecek bilgiler mevcuttur.

Dünya çapında örgütlü olan bu güçün en önemli özelliği tüm faaliyetlerini karşıtlık üzerine temellendirmesidir.
Zira inançlarına göre gelişme ancak bu şekilde olabilir.
Dünyada bu şekilde bir karşıtlıklar olmasa hiç bir gelişme hatta nufus artışı bile olmaz diye düşünülmekte, büyümek zorunda olan işletmeler içinde gelişme imkansızlaşır.



"Hegel'in kurduğu sisteme 'diyalektik mantık' denilir. Buna göre bir fikir(yani tez), karşısındaki başka bir tezle(anti-tezle) karışır, bundan yeni bir anlayış doğar ki buna sentez denilir....

Hegel'e göre, biricik, canlı felsefe, çelişmelerin -daha doğrusu karşıtların- felsefesidir; çiçek, meyvanın ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için de, çiçeğin ortadan kalkması gereklidir. Demek ki üremenin gerçeği, hem çiçek hem meyva olmaktır. Ölüm hem ortadan kaldırmadır, hem yeniden doğuşu sağlayan koşuldur..." der Hegel.





Bu tek iradeli büyük mali güç tarafından pek çok karşıtlıklar yaratlmıştır bu anlayışların ve inançlarının gereği olarak.

Bu yaratılmış karşıtlıklarda tam da hedeflendiği gibi büyük gelişmeler sağlanmış aynı zamanda büyük servetler ele geçirilmiştir.

Tabii bu arada milyonlarca kişi ortaya çıkan sentez sürecinde can vermiştir.


Fransız ihtilalinden , Amerikanın kuruluşuna , Napolyon savaşlarından ,Amerikan İç Savaşına , Afyon savaşından, Purusya-Fransa çekişmelerine ve savaşlarına , İki Büyük Dünya savaşından Soğuk savaşa bu karşıtlıklar yaratılmış , yönetilmiş ve neticelendirilmiştir.

Ve her kerşıtlık sürecinde güçüne güç katmış ve büyümüşlerdir.

İnsanlık ise İnsanlığından pek çok şey kaybederken diğer yandanda milyonlarca insan gıyotinden , nükleer silahlara kadar her türlü insanlık dışı yöntemle yok edilmiştir.



Şimdi sırada yeni bir karşıtlık süreci vardır ...



http://en.wikipedia.org/wiki/Samuel_P._Huntington

1988 de ilk ortaya atıldığında pekte önemsenmeyen ama bu gün tüm hızıyla içine sürüklendiğimiz hepimizin bildiği Medeniyetler Çatışması teorisi.

"Huntington 1988 tarihinde yayımlanan kitabında ülkeler arasındaki çatışmaların ve ülkelerin kendi bünyelerinde yaşanan çatışmaların giderek kültürel ağırlık kazandığını savunmaktadır. Yazar, küreselleşme sürecinde Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasındaki çatışmaların artacağı öngörüsünde bulunmaktadır..."


Yaşadığımız süreç bu süreçtir. Karşıtlık büyük ölçüde yaratılmış, Batı ve dünyanın büyük kesimi için İslam bir karşı tez ve şiddet olarak orataya konmuştur.

Geçmiş 50 yılın ideolojik temelli soğuk savaş karşıtlığının yerini yine en az 50 yıl belki daha fazla sürecek ama çatışması ve savaşı hiçte soğuk olmayacak sıcak , kanlı ve acı dolu İslam karşıtlığı çekişmesi ile gecirilecek .


Türkiye de 1980 den beri açıkca yaşanmakta olan dönüşüm de bu çerçevede ele alınmalıdır.

( devamı olacak )



4 Nisan 2009 Cumartesi

HATIRLATMA...




... küreselci eşkiyalarin Yeni Osmanlicisi gibi degil, Türk gibi düşün!...