Genç bir adam ünlü bir rabiyi (hahamı) ziyaret ederek Talmud öğrenme arzusunu dile getirir. Rabi sorar:
- Aramice biliyor musun?
- Hayır.
- İbaranice?
- Hayır.
- Tora öğrendiniz mi?
- Hayır, ama endişelenmeyin. Columbia Üniversitesi'nde felsefe okudum, Harvard'ta Sokrates mantığı üzerine doktora yaptım. Şimdi biraz Talmud öğrenerek eğitimimi tamamlamak istiyorum.
Rabi, delikanlıya Talmud öğrenmeye hazır olduğunu düşünmediğini söyler.
- Ancak, dilerseniz mantık konusunda sizi sınayabilirim. Sınavı geçerseniz size Talmud öğretirim.
Rabi iki parmağını kaldırır.
- İki hırsız bacadan süzülerek bir eve girer. İçeri vardıklarında birinin yüzü temiz diğerininki kirlidir. Hangisi yüzünü siler?
- Yüzü kirli olan.
- Yanlış. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olanı görür ve kendi yüzünün de temiz olduğunu düşünür. Yüzü temiz olan ise, kirli olanı görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu düşünür. Dolayısıyla silinen, yüzü temiz olandır.
- Çok akıllıca. Beni bir daha sınayın.
Rabi aynı soruyu tekrarlar.
- Yüzü temiz olanın yüzünü sildiğini belirledik zaten.
- Yine yanlış. İkisi de yüzünü yıkar. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olanı görür ve kendi yüzünün de temiz olduğunu sanır. Yüzü temiz olan, kirli olanı görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu sanır. Kirli yüzlü adam temiz olanın yüzünü sildiğini görünce o da yüzünü siler.
- Bunu düşünmemiştim. Beni bir daha sınayın.
Rabi aynı soruyu tekrar sorar.
- İkisi de yüzünü siler.
- Yine yanlış. Hiçbiri yüzünü silmez. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olana bakar ve kendi yüzünün de temiz olduğunu sanır. Yüzü temiz olan ise arkadaşının kirli yüzünü görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu sanır. Ancak, yüzü temiz olan, yüzü kirli olanın yüzünü silmediğini görünce o da yüzünü silmez. Dolayısıyla, hiçbiri yüzünü silmez.
Genç adam umutsuzdur.
- Ben Talmud öğrenecek niteliklere sahibim. Lütfen beni bir kez daha sınayın.
Rabi aynı sorusunu sorar
- Hiçbiri yüzünü silmez.
- Yanlış. Sokrates mantığının Talmud öğrenmek için neden yetersiz olduğunu artık anlıyor musunuz? Aynı bacadan giren iki adamın, birinin yüzü temiz, diğerinin yüzü kirli olur mu?
Genç adam sabırsızlanır ve rabiye meydan okur.
- Bir dakika! Aynı soru için bana üç tane çelişen yanıt verdiniz. Bu imkansızdır!
- Hayır oğlum. Bu Talmud'dur.
Olaylar ve olgularda mantıksal disiplinlerle tek bir vargıya veya sonuca ulaşmak yerine, olası bütün sonuçların ayrıntılı biçimde ortaya konulması gerekiyor sanırım.
İran Şahlığı 1978 yılında TUDEH (İran Komünist Partisi) ve Humeyni işbirliği soncunda yıkılmış ve İran ABD'nin kontrolünden çıkmıştı.
Nikaragua'daki ABD destekli Somoza diktatörlüğünün 1979'da Sandinist Devrim ile yıkılması sonucunda, Nikaragua da ABD kontrol ve denetiminin dışına çıkmıştı. Aynı yıl Türkiye'de PKK kurulmuştu. Sovyetler Birliği, dinci muhalefete karşı, Sovyet yanlısı Babrak Karmal hükümetini desteklemek için Afganistan'ı işgal etmişti.
1980'de başlayan İran-Irak savaşı ise, tarihsel ve mekansal olarak bu olay ve olgularla ilgisizmiş, birbirinden bağımsızmış, aralarında nedensellik (illiyet) bağı bulunmuyormuş gibi görünüyordu.
1980 ve 1988 yılları arasında yapılmış olan bu savaşta, yaklaşık bir milyon kişi ölmüş, 150 milyar Amerikan Doları maddi hasar ve her iki ülkede de ağır yıkımlar meydana gelmişti. Irak'ın zaferleri ile başlayan savaş, İran'ın direnmesiyle yıpratma savaşına dönüşmüş ve galibi olmadan sonuçlanmıştı.
Oysa ki, bu olay ve olguları birbirleriyle diyalektik biçimde ilişkilendiren bir akıl olduğu bakın nasıl ortaya çıkıyor:
İran-Irak savaşı Humeyni'ye TUDEH'i tasfiye etmesi için gerekçeler ve uygun koşullar sunuyor. TUDEH'in tasfiyesinden sonra Humeyni en büyük şeytan ilan ettiği ABD'den gizlice silah alıyor. (Çünkü, İran Ordusunun silah donanımı ABD menşeli) Sovyet silahlarıyla donanımlı Irak Ordusuna karşı savaşmak için İran'ın ödemiş olduğu paralar yine gizlice Nikaragua'nın komşusu Honduras'ta oluşturulan Kontralar'a (ABD'nin deyimiyle Özgürlük Savaşçıları) aktarılıyor. ABD tarafından kullanılan Kontralar Nikaragua'daki Sandinist iktidara karşı savaşıyorlar ve yıllar süren savaş sonucunda yıpratılan Sandinistler iktidarı kaybetmişti.
İran-Irak Savaşının olası sonuçları neler olmuştu:
TUDEH üyeleri uyuşturucu ticareti ve ihanet gibi fiillerle kolayca suçlanarak, şeriat mahkemelerinde sözde yargılanarak mahkum olmuşlar vinçlerle meydanlarda asılmak suretiyle acımasızca, vahşice öldürülerek ortadan kaldırılmıştı ki böylece İran mutlak olarak Şii molla iktidarının eline geçmişti. Şii İran tehdidi, Sunni Arapları İsrail'e ve ABD'ye daha yakınlaştırmıştı.
Sovyet silahları kullanan Irak, İran karşısında Batı'dan da silah almaya başlamış ve savaşı finanse etmek için Suudi Arabistan ve Kuveyt'e borçlanmıştı.
Irak'taki Kürt kabileler İran'a yardım ettikleri gerekçesiyle Irak Ordusunun hışmına uğramış. Saddam yönetimi kendi Kürtlerine karşı PKK'nın barınması için serbestlik sağlamış. PKK, 1984 yılında Şırnak baskınıyla Türkiye karşıtı eylemlerini ilan etmiş. T. Özal, PKK için 'üç beş çapulcu' demiş idi.
Savaş sonucunda İran-ırak sınırında bir taşın dahi yeri değişmemişti.
Nikaragua'da iktidarın Amerikan yanlılarına geçmesinin ardından ve Irak yeterince borçlandırıldıktan sonra bu 'komedi savaş' sona ermişti.
Suudi Arabistan ve Kuveyt'e borçlarını ödeyemeyen Saddam yönetimi silahlanmakla suçlanıyordu; Saddam'ın borçlu olduğu iki devlet ne yeni borç veriyor, ne borçların vadesini uzatıyor; ne de Irak'ın OPEC' teki petrol kotasını arttırmasına izin veriyorlardı.
Çaresiz kalan Saddam borç baskısı altında ve borçlarını ödeyebilmek için, ABD-Kuveyt ikili savunma anlaşmalarını bile bile, Kuveyt petrol kuyuları üzerinde hak iddia etmeye başladı; ABD ise bu durumda tarafsızlığını koruyacağı yönünde Irak'ı cesaretlendiren açıklamalar yapıyordu. (Sovyetler Birliği 'glasnost ve presteroka' sürecinde Afganistan'dan çekilmiş, Bin Ladin'li, El Kaideli Mücahit hareketi kısa sürede Kabil'de iktidarı ele geçirmişti.)
1991 yılı Ağustos'unda Irak Ordusu, Kuveyt'e girmişti; Londra'daki bir gösteride göstericilerin taşıdığı bir pankartta 'Kuveyt El-Sabbah ailesinindir.' yazıyordu. 1992 Mart'ında ABD Ordusu Irak üzerinde egemenlik kurdu ve Irak dünyadan siyasal ve ekonomsal olarak izole edilirken, 32'nci paralelin üzerinde, Türkiye'de üslenmiş olan 'Çekiç Güç' korumasındaki bölgede Kürt aşiretlerin federasyon yönetimi oluşturulmuştu.
Afganistan'da mücahit gruplar ve aşiretler arasında sürtüşmeler devam ederken, Sovyet işgali yıllarında ölen mücahitlerin çocuklarının sınırdaki Pakistan bölgesinde kurulan kamplarda yetiştirilen çocuklardan oluşturulan Taliban, ABD'li petrol şirketi AMACCO'nunu mali desteği ile Afganistan'da iktidarı ele geçirmişti. (AMOCCO'nun amacı Hazar petrollerin Hint Okyanusuna ve ordan da Pasifik'e akıtmak idi sanırım.)
1996 yılında Refah-yol iktidarıyla Türkiye tarikatların iktidarını görmüş ve 28 Şubat hareketiyle Erbakan iktidardan uzaklaştırılmıştı.
Ölümü görmüş, sıtmaya razı olmuştuk.
Ülke ekonomisi MAİ (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) ile hırpalanmıştı. Yine MAİ'nin en önemli hükmü olan Uluslar arası Tahkim Kurulu'nun önünü açan Anayasa değişikliği yapılmakla yargısal egemenliğimizden vazgeçilmişti. Nihayet, Devlet'in yapısında niteliksel dönüşümlerin önemli merhalesi olan 1999 Stand-by Anlaşması imzalanmıştı.
PKK terör örgütü 1998'de göreli olarak etkisizleştirilmiş ve aynı zamanda Türkiye'yi de kısmi başarılı gösterecek şekilde Öcalan teslim edilmişti. PKK terörü hız kesmiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olayı soğumaya bırakmıştı. Güneydoğuda PKK terörü ile keskinleşen saflar gevşemiş ve böylece Barzaniciliğin yeşereceği toplumsal zemin oluşturulmuştu. Türkiye'deki Kürt aşiretlerle Irak'taki Kürt aşiretler arasında ilişkiler geliştirilmişti. (Irak'taki Kürt okullara öğrenci gönderilmesi, ticari ve mali ilişkiler gibi.)
2001 yılında El Kaideli Bin Laden, , ömrünü tamamlamak üzere olduğu için kısmen boşaltılmış ve tamamen boşaltıldıktan sonra yıkılması planlanan ABD'deki ikiz kulelere saldırmış ve üçbin civarında ABD vatandaşının ölümüne sebep olmuştu ve böylece ABD uluslar arası bir destek ve ittifakla El Kaide'yi ortadan kaldırmak için Afganistan'da taş üstünde taş bırakmamış; ama El Kaide Irak'ta ortaya çıkmıştı! (Bu durum, ABD'nin İkinci Dünya Savaşına girmesinin gerekçesi olan, Aralık 1941`de Havai Adaları`ndaki Pearl Harbour (Pörl Harbur) Limanı `nda bulunan Amerikan donanmasına Japonya'nın yaptığı baskını anımsatmıyor mu?)
2002 yılında kuruluşundan kısa bir süre sonra AKP, ABD ve AB desteğiyle, Türkiye'de iktidara geliyor. 2003 te ABD, Irak'ı işgal ediyor. Irak ABD hükümranlığına giriyor. Aynı yıllarda PKK eylemleri yükselmeye başlıyor.
AKP Hükümetleri ulus devlet ve ulus toplum yapılarını aşındırmış ve bürokrasi Nakşibendi Tarikat'ının çeşitli cemaatleri tarafında ele geçirilmiş durumda değil mi?
Molla Mustafa Barzani (Mesut Barzani'nin babası) Nakşibendi değil mi?
Emperyalizm, bölgede Nakşibendi Tarikatıyla anlaşmış olabilir mi? 18 Aralık 2007
Not: El Kaide'li Bin Ladin ve Suudiler Vehabilik Mezhebindendir. Bu mezhep 18. asırda İngilizlerce kurulmuş ve İngiliz amaçlarına hizmet etmiş olduğu tarihsel süreçlerden anlaşılmaktadır.
Sandinistaların lideri Ortega son seçimlerde Nikaragua Devlet Başkanlığına seçilmiştir.
Yazara teşekkürlerimizle ;
http://www.bizkackisiyiz.com/yazi.php?yazi_id=26019