26 Eylül 2010 Pazar

Candaş Tolga IŞIK yazıyor..GÜMÜŞSUYU MÜFTÜSÜ


Önce haberi geldi…

“ÖSYM’nin yeni Başkanı Prof. Dr. Ali Demir oldu.”

*

Sonra fotoğrafı…

Gelenle gidenin fotoğrafını yan yana koy aradaki farkı gör:

Badem bıyık, sağ elde alyans!

*

Ardından ‘özgeçmiş’i…

“Ali Demir Konyalı, İTÜ mezunu, makine mühendisi, yüksek lisans yapmış, doktora, vesaire…”

Peki, nerde bu adamın mezun olduğu lise?

Yok.

Eski Başkan’ın özgeçmişine baktım:

“Prof.Dr. Ünal Yarımağan Galatasaray Lisesi mezunu…” yazıyor

Bunda niye yok?

*

İnternete baktım: Yok!

ÖSYM’yi aradım: “Biz bilmiyoruz, YÖK’e sorun…”

YÖK’ü aradım: “Ali Bey’e sorup size dönelim…”

*

İTÜ’den bir arkadaşıma rica ettim, iki dakika sonra geri aradı:

“Ali Demir’in özgeçmişi sistemde engellenmiş, girilemiyor!”

*

İyice merak sardı mı beni?

Ali Demir’i aradım: Telefonu kapalı

*

Bu arada perşembe oldu hala dönen yok!

YÖK Başkanı’nın Basın Danışmanı’nı aradım:

“Malum dün Ali Hoca yoğundu ben öğrenip size döneyim…” dedi.

*

Cuma oldu hala dönen yok!

Tekrar ÖSYM’yi aradım.

Başkan’ın sekreteri açtı…

Ali Demir’i rica ettim.

“Kim arıyor” dedi.

- Gazeteciyim, adım Candaş Tolga Işık.

- Bir saniye bekleyin…

- Başkanımın yanında bir milletvekilimiz var. Sizinle görüşemeyecek Candaş Bey…

- Üç gündür arıyorum. Başkanınızın hangi liseden mezun olduğunu

öğrenemiyorum da?

- Elbette, biz öğrenip hemen size dönelim…

*

Bugün pazar…

5 gün oldu, hala öğrenip dönecekler.

*

Milyonlarca insana hayatlarının en kritik sorusunu

soran kurumun başındaki adamın ortalama zekada bir insanın 3 saniyede

cevap verebileceği “Hangi liseden mezun oldunuz?” sorusuna

5 gündür cevap veremiyor olması ne acayip değil mi?

*

He bu arada cevaben dönmenize gerek kalmadı

Ali Demir’in İTÜ’deki lakabını öğrendim de…



Kaynak: Candaş Tolga Işık

21 Eylül 2010 Salı

Yatağan (*)



























(*) Kaynak: Müftüoğlu, Ahmet Hikmet. Çağlayanlar, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1976, s.103-117.

Kpss'de Gerçek Hırsızlar Yakalandı mı ? (*)






KPSS skandalının üstü örtülmeye çalışılıyor. Perde arkasındaki gerçek hırsızlar gizlenmeye ve kimler oldukları karartılmaya başlandı bile.

Diyeceksiniz ki: “Çeşitli illerde yapılan operasyonlarda 72 kişi gözaltına alındı. Bu gözaltına alınanlar teknolojiyi kullanarak çeşitli yöntemlerle kopya çektirmişler ve bunlardan yüklü meblağlarda kazançlar elde etmişler. İşte hırsızlar yakalandı.” Burada doğrular var. Ancak gözden kaçan veya kaçırılmaya çalışılan bir başka husus var ortada. O da adı geçen kopya şebekesi, on beş aydır teknik takiple izleniyormuş zaten. Bu kopya şebekesinin Türk Eğitim-Sen’in ortaya çıkardığı skandalla uzaktan yakından ilgisi yok. Türk Eğitim-Sen’in çomak soktuğu şebeke başka bir şebeke. Adı zikredilen ve on beş aydır takip edilen şebekenin yöntemleriyle bizim elimize ulaşan kopyalar arasında dağlar kadar fark var. Bu yakalananlar sınav esnasında soruları çözen ve teknolojik araçları kullanarak servis yapan küçük bir grup. Elbette bunların da yakalanması memnuniyet vericidir.

Buradaki asıl sorun, ÖSYM sınav komisyonunun hazırladığı soruların sınavdan günler, haftalar hatta aylar önce birilerine gönderilmesidir. Bu hırsızlık çok daha organize, çok daha tereyağından kıl çeker gibi yapılan ve kuşkumuz o dur ki; altı, yedi yıl belki daha fazla geriye götürülebilecek bir skandalı işaret ediyor.

Bu skandalın müsebbipleri devlet içinde konuşlanmış bir “Topluluk”tur. Bu topluluk devlet imkânlarını da kullanarak çok kaliteli hırsızlıklara imza atmıştır. Adalet sistemine sızmak, emniyet teşkilatına sızmak, askerî okullara sızmak, akademik hayata sızmak için yapılan bu organizasyon topyekûn ülkeyi ele geçirme operasyonunun bir parçasıdır. Hatırlayınız, Polis Koleji sınavları iptal edilmişti. Hırsızlık tespit edildiği halde, hırsızların tespit edildiğini duydunuz mu? Bu Polis Koleji sınavı hırsızlığında adı tüm ülke çapında bilinen bir dershane de olaya karışmış, ancak bunlar hakkında hiçbir işlem tesis edilmemiş, hırsızlığın üstü örtülmüştü. Bu dershane halen öğretim hayatının bir parçası olarak devam etmektedir. Bu dershanenin devlet içinde konuşlanmış bu “Topluluk”la olan inorganik bağları da cümle âlem tarafından bilinmesine ve dillendirilmesine rağmen kesinlikle bu “Topluluğa” dokunulmamakta, dokunulamamaktadır.

Neden mi dokunulamıyor? Çünkü devlet içinde konuşlanmış “Topluluk” o kadar güçlü ki… Bu “Topluluğun” televizyonları var, gazeteleri var, internet medyası var, okulları var, dershaneleri var, operasyon yapan kolluk güçleri var, soruşturma yapan “özel savcıları” var. Kim kimi yakalayacak da ortaya çıkaracak Allah aşkına! ÖSYM’deki skandal ortaya çıktığında, dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, bu “Topluluğun” televizyonlarında, gazetelerinde, internet haber sitelerinde bir tek cümle, bir tek satır yer almadı. Olaydan bir hafta sonra “Topluluğun” gazetelerinden birinde küçük bir haber: “Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk da KPSS hırsızlığının şüphelileri arasında, bilgisayarına el konuldu.” Bu yalan haberin ömrü bir gün kadardı. Savcılık yalanlaması gelince bu haberle ilgili hemen yayını kesiverdiler. Birkaç gün sonra bu sefer şu haber çıktı bu malum topluluğun gazetelerinde: “İsmail Koncuk’un kızı KPSS’den düşük puan aldı, onun için bu sınavı iptal ettirmeye çalışıyor.” Hırsızlıktan hiç söz etmeyen bu topluluk medyası, İsmail Koncuk’u hedef tahtasına yerleştirdi. KPSS mağdurlarının tepkilerini ona yönlendirmeye çalıştı. Bu ahlaksız çabalar da bize gösteriyor ki, suçüstü yakalanmanın telaşı içindeler.

Cürm-ü meşhut olma hali bu mübarek topluluğu hırçınlaştırmış, iftira atarak, haberleri ya gizleyerek ya da çarpıtarak kamuoyunu yönlendirme yoluna sevk etmiştir. Halen ÖSYM’nin içindeki köstebek ya da köstebekler bulunamamış iş sürüncemeye bırakılmıştır. Belki de bir zaman sonra bu “Topluluk” içlerinden bir kurban vererek daha derinlere ulaşılmasını engelleme yoluna gidecektir. Bu sürüncemeye bırakma, soğutma sürecinin amacı, “Topluluğun” derin yapısı ile verilecek kurban arasındaki her türlü bağı silmek ve devlet içinde konuşlanmış “Topluluğa” bizleri ulaştıracak maddi delilleri ortadan kaldırmaktır.

Mesele sadece bir sınav meselesi değildir. Mesele, devletin ele geçirilmesi ve bu topluluğun emrine girmesidir. Devletin tüm kurumlarının bu organize “Topluluk” tarafından teker teker işgal edilmesi uzun bir geçmişe sahiptir. 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte başlayan bu işgal bir “Sızıntı” halinde tam otuz yıl sürmüştür. Otuz yıl boyunca çaktırmadan önce siyasetin ardından devletin tüm yapılarına sızan bu mülayim “Topluluk” Türk Devletini teslim alma noktasına gelebilmiştir.

Bu skandalı “Sınavda kopya skandalı” olarak geçiştirmek suyun altındaki buz dağını görememek anlamı taşımaktadır. Türk Devleti bir beka sorunuyla karşı karşıyadır. Bu “Topluluğun” nihai amacı; “Ulus-Devlet”i dönüştürme, 1. Cumhuriyeti lağvetme, “Demokratik Açılım” adı altında etnik temelli 2. Cumhuriyeti kurmaktır. Bu yolda önlerinde kimi ya da kimleri engel görüyorlarsa operasyon düzenleyerek yok etmekten çekinmemektedirler. Yaşananları bundan daha açık anlatmak mümkün değildir. Çünkü “Bertaraf olma” riski var. Ben “Leb” dedim, siz “Leblebi”yi anlayın artık.


(*) Kaynak: Ünsal ERKAN / Kamudanhaber.com 
Haber Kaynağı: www.kamudanhaber.com




6 Eylül 2010 Pazartesi

İNCİLER...


(blog yazarının notu: Aşağıda okuyacağınız satırlar şaka değil, gerçektir. "Demokrasi getiriyoruz" diyenlerin "gurur"la uyguladıkları uygulamarından yalnızca biridir.)



AKP, Başbakan Erdoğan’ın Mersin mitinginde bir ilk gerçekleştirdi. Hangi teşkilatın alana kaç kişi getirdiğini tespit etmek için vatandaşları tek tek kodladı. Miting alanına gelen vatandaşlar İl Başkanlığı’nın dağıttığı barkodlu kartları, cihaza okuttuktan sonra içeri alındı. Böylece kim ne kadar adam getirdi, kim çalışmadı tespit edildi.

(...)


AKP Mersin İl Başkanı Mekin Merter Salt barkodlu mitingin öyküsünü VATAN’a anlattı:

‘Orwel’in romanındaki gibi’

“George Orwell’in 1984 adlı romanını bilirsiniz. İnsanların artık yaptıklarının ne olduğu biliniyor ve takip ediliyor. Bunu bilecek insanlar. Yalan söylemeye gerek yok. Dünya biraz Orwell’in romanındaki gibi “Büyük Abi’ye” doğru gidiyor. Bu kötüye kullanılmazsa güzel bir şey. Mesela bir suç işleniyor suçlu kaçarken bir çok mağazanın güvenlik kamerasına takılıyor. Teknoloji iyi bir şey. Gözlemek çok kötü bir şey değil. Ama iyiye kullanılsın. Yeter ki kişi özgürlük ve hürriyetleri yok edilmesin..."




Kaynak: KanalD Haber




1 Eylül 2010 Çarşamba

MESAJ KİME? yada ANLAŞILAN ORTADOĞU'DA POST-MODERN III. DÜNYA SAVAŞI TÜM HIZIYLA SÜRÜYOR...






Rus General Hatay'da ölü bulundu

Hatay'da kıyıya vuran cesedin GRU’nun iki numarası General Yuri Ivanov olduğu ortaya çıktı.

Hatay’ın Çevlik köyünde kıyıya vuran cesedin, Rus askeri istihbarat teşkilatı GRU’nun iki numarası General Yuri Ivanov olduğu ortaya çıktı. Suriye’deki Rus üssünü ziyaret için bu ülkeye giden generalin Çeçen militanlar tarafından infaz edildiği iddia ediliyor.

Bir dönem tüm dünyaya korku salan Sovyet İstihbarat Teşkilatı KGB, Sovyetler’in dağılmasının ardından dış istihbarat FSB ve askeri istihbarat teşkilatı GRU ile varlığını sürdürdü. Dünyanın dört bir yanında Rusya muhalifleri, Çeçen militanlar ve rejim karşıtlarına düzenlenecek suikastlar, kontra-istihbarat eylem planları hep GRU tarafından yapıldı.

Özellikle 2000 yılından sonra Türkiye, Azerbaycan, Avusturya ve Katar’da öldürülen Çeçen liderler GRU komandoları tarafından infaz edildi. Bu infazlar için emri veren ise GRU’nun Çeçenistan operasyonlarının başındaki teşkilatın iki numaralı ismi General Yuri Ivanov’du.

BOYNUNDAKİ HAÇTAN TANIDILAR

52 yaşındaki Ivanov, Ağustos ayının başında Rusya’nın Suriye’nin Tartus kentinde 2011 yılında hizmete girecek olan askeri üssünde incelemelerde bulunmak üzere yanında korumalarıyla birlikte bu ülkeye gitti. Ardından Suriye istihbaratı yetkilieriyle görüşmek üzere Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın da ailesiyle birlikte tatil yaptığı Lazkiye kentine gitti. Ancak burada ortadan kayboldu. 10 gün boyunca kayıp olarak aranan Rus generalin cesedi, 16 Ağustos’ta Hatay’ın Çevlik Köyü’nde kıyıya vurdu ve Türk köylüler tarafından bulundu. Ceset o kadar deforme olmuştu ki kimlik tespiti yapmak imkansızdı. Kimliğin belirlenmesini sağlayacak tek detay boynundaki haçlı kolyeydi. Dışişleri tarafından boynunda haç olduğu belirtilen bir şahsın cesedinin kıyıya vurduğu bilgisi komşu ülkelere bildirildi. Ruslar, bu cesedin kayıp generale ait olabileceği kuşkusuyla Hatay’a geldiklerinde kimlik tespiti gerçekleşti.

YÜZME VE DALIŞTA UZMANDI

Rus basınına göre Volga Nehri kıyısında doğan ve yüzme ve dalış konusunda uzman olan generalin boğulmuş olma ihtimali çok düşük. Komsomolska Pravda gazetesinin iddiasına göre Rus General infaz emrini verdiği Çeçenler tarafından kaçırılıp öldürülmüş olabilir. İsrail istihbaratına yakınlığıyla bilinen Debka sitesine göre de Rus generalin korumalarının bilgisi olmadan tek başına denize girip boğulma ihtimali çok düşük. Yüzerken boğulmuş olsa bile korumalarının bu durumu fark edip cesedini mutlaka denizden çıkarmış olması gerekirdi. Korumaların deniz kenarında baygın halde bulunduğuna yönelik iddialar da Çeçen suikastı iddiasını güçlendiriyor.

Kommersant gazetesinin haberine göre Rus halkının sadece yüzde 22’si Rus generalin bir kaza sonucu öldüğüne inanıyor.

ESRARENGİZ ÖLÜM

Suriye’deki Lazkiye Plajı Ağustos’ta tatilcilerin uğrak yeri olduğu için bir boğulma vakasının gözlerden uzak gerçekleşmesinin pek mümkün olmadığı iddia ediliyor.