26 Mart 2010 Cuma

Tüzmen görevi ‘mesajlı’ devretti










(...) AKP yapısında hiç beklenmeyen bir çatlak meydana geldi. AKP’nin en sağlıklı gözüken sportmen Genel Başkan Yardımcısı Kürşat Tüzmen, “sağlık” bahane ederek görevinden ayrıldı. Oysa görevi Adana Milletvekili Ömer Çelik’e devrederken ona çektiği el ense gayet sağlıklıydı. Yaptığı konuşmada da rahatsızlığının –söyleminin aksine- fiziki değil siyasi olduğunu belli etti.

Tüzmen, Güneydoğu’daki Kürtçü gösterilerden rahatsız olduğunu açık açık söyledi. Ömer Çelik’e giderayak öyle bir hediye verdi ki, AKP’ye bu dönemde verilecek en anlamlı mesajdı. 16 Türk devletini simgeleyen bayrak takımı! Tüzmen’in verdiği bu bayrak mesajı yerini bulursa, AKP’de yeni çözülmeler beklenmelidir.


İçerik Kaynak: gazeteci.tv



15 Mart 2010 Pazartesi

5 Parçacılar !










II. KÖRFEZ SAVAŞININ PETRO-POLİTİK ANLAMI VE TÜRKİYE’YE ETKİSİ



(…)


Ya Irak ve İran’daki yönetimlerin değiştirilmesi ile ya da Fuller ve Lesser (2000) ve Stratfor (2002)’de ip uçları olduğu gibi Irak ve İran’ın kuzeyinin bölünmesi ile gerçekleşebilir.


ABD tarafından Kürt devletinin olmazsa olmaz koşul olarak ileri sürülmesi, Kürt kartının güneybatı İran’da masaya konma amacını gün gibi ortaya koymaktadır. İran petrol ve doğal gaz sahaları körfezin batı kıyısında ve Irak sınırında yer alır. Saddam’ın 1980 yılında İran’ın petrol sahaları üzerinden atılabilmesi olanaklı kılacağı içindir. Bu saldırı ABD şirketlerince desteklenmiştir. Çünkü İran devrimi ile şirketler ellerinden çıkan İran petrollerine Saddam’ın el koyması ABD şirketlerinin çıkarı doğrultusunda bir gelişme idi. Oysa, günümüzde ABD kontrolündeki “Kürt Devletinin” bu bölgeye sözde etnik nedenler ile uzanması, ABD’nin yeni açık stratejisidir. Zira bu bölgede “Kürdistan ve Luristan” gibi Kürtler, Lurlar ve Bahtiyariler’den oluşan etnik gruplar, kuzeybatı İran, Kuzeydoğu Irak petrol ekseni üzerinde yaşayan halklardır. Bu halkların İran ve Irak’tan ayrılma gibi tarihsel kökenli talepleri vardır. Bu talepler, yeni Wilson prensiplerine göre “demokratik ve bağımsız” devletler olarak petrol şirketlerine bağlanması senaryosu olduğu aşikardır.

Bu senaryoda kuzeydoğu Irak ve batı İran’daki petrol bölgelerinin Kürtler yönetiminde oluşturulacak bir devlet ile yatakların güneyine Körfeze doğru uzanan devamında ise Şii olmasına karşılık etnik olarak İran’lı olmayan ve merkezi yönetimden tarih boyunca bağımsızlık talepleri olan Lurlar ve Bahtiyarilerin oluşturacağı bir devlet projesi yer almaktadır. Yeni Wilson’culuğun Irak’ı ve İran’ın petrol bölgelerini kontrol altına alma hedefini Kürdistan ve Luristan devletlerinin kurulması ile gerçekleştirileceği bu savaşın amaçlarından biridir.


Kendilerini terörist örgütler listesine alan ABD yönetiminin “tavrını anlayamayan” KADEK yöneticileri ABD’ye Barzani-Talabani bırakın devlet, parti bile oluşturamayacağı, ancak aşiret olduklarını söyleyerek Kürt Kartını ancak kendileri ile oynayabileceklerine ikna etmeye çalışmaktadırlar. KADEK sözcüleri Türk ordusunun kuzey Irak’a girmesine Barzani-Talabani ikilisi gibi tavır almamakta tam tersi Türk ordusunun bölgede zaten var olduğunu, yeni kuvvetler girerse KADEK’lilere saldırmadıkça Türk ordusu ile savaşmayacaklarını ifade ederek Barzani-Talabani ikilisinden çok farklı bir söylem ileri sürmektedirler. Eğer Türk ordusu kuzey Irak’ta KADEK’lilere saldırırsa KADEK’liler Türkiye’ye geçerek Türkiye’de mücadele edecekleri tehdidini yapmaktadırlar. Bunun anlamı “Türkiye Kürt’leri arasında” ABD destekli Barzani-Talabani ikilisinin sözünün geçmesinden çekinen KADEK sözcüleri bu etkiden çok rahatsız olduğunu ifade ederek Türkiye’de kendilerinin etkili olduğunu ABD’ye göstermek istemektedirler. Meclisteki teskere oylamasında belli bir kesimin oyu Türk ordusunun kuzey Irak’a girmesine hayır oyudur, yoksa ABD’nin Türkiye’de konuşlanmasına karşı değildir.


Türkiye’nin kuzey Irak’a girmesine karşı çıkan ABD, Barzani-Talabani’yi öne çıkartarak Türkiye’nin kuzey Irak’a girmesini engellemeye çalışmaktadır. Bu senaryonun başka bir aşaması ise Türk ordusunun kuzey Irak yerine kuzey İran’a diğer bir ifade ile güney Azerbaycan’a girerek kuzey Azerbaycan ile birleştirilmesi projesine Türkiye hazırlanmaktadır (Fuller ve Lesser, 2000). Musaddık’ın millileştirdiği İran petrollerinin güney İran ve kuzey İran olarak güneyde Kürdistan-Luristan, kuzeyde büyük Azerbaycan projesi çok uzak bir senaryo değildir. Bu senaryonun İran’ın başında Demokles’in kılıcı gibi sallanması İran’ın demokratikleştirilerek bütünlüğünü koruyarak petrol şirketlerinin istediği kalıcı imtiyazı vermesine zorlamaktadır.


(…)


II. Körfez Savaşı küresel para sermayenin küresel petrol sanayi ve Amerikan savaş sanayinin dünyayı yeniden biçimlendirebilmesi stratejisinin başlangıcıdır. Bu başka ifade ile teorik olarak tartışılan yeni dünya düzeninin hayata geçirilmeye başlanılmasıdır (s. 155-157).


YENİ WİLSON’CULUK


(…) Kriz sürecinde ABD’nin kullanacağı açık görülen yeni Wilsonculuk yani Kürt kartı, savaşı İran, Türkiye, Suriye ve Kafkasya’ya yayacak tehlikeli bir çıkmaza girecek gibidir. Gerçekte ABD’nin Orta Doğu, İran ve Hazar çevresi petrol bölgelerinin yeniden düzenlenmesi amacına hizmet edebilecek bir araç olarak 1980’lerde ileri sürülen yeni Wilsonculuk “5 parçacılık” diye isimlendirilen Irak, Türkiye, İran, Suriye, Ermenistan Kürtlerinin birleştirilmesi stratejisi tüm Kürt hareketlerinin nihai hedefi olarak saklı tutulmaktadır. Kürt hareketlerinin “demokratik haklar” gibi asgari hedeflerinin arkasında, azami hedefleri “5 parçacılık” yatar. Bu özellikle petrol rezervlerine sahip ülkelerde destabilizasyon amacıyla Kürt kartının kullanılması için ileri sürülmüş bir stratejidir.

Bu durumda savaşın Irak’tan sonra İran’a taşınması aşikar görülmektedir. Bu süreç, Almanya-Rusya ittifakı ile Amerika’yı direkt karşı karşıya getirir.


(…) ABD açısından, imparatorluğunu kurabilmesi için bu düzenlemeyi askeri, politik veya ekonomik araçları kullanarak yapması zorunludur veya süper güç olmaya elveda demelidir. Avrupa ve Amerika’yı karşı karşıya getiren Orta Doğu-Hazar çanağı çevresi dışında diğer petrol çanağı Nijerya bölgesidir. (…) Bu rezervleri kontrol, Hazar çanağını kontrol kadar olmasa bile öne çıkan yeni bir savaş alanı olacaktır (s. 173-174).



Kaynak: Üşümezsoy, Şener-Şen, Şamil. Yeni Dünya Petrol Düzeni ve Körfez Savaşları, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 2003.


(Not: Okurken, kitabın yayınlandığı 2003 yılını dikkate alın.)




11 Mart 2010 Perşembe

"İki Alt Başlık Arasındaki Tezatı Bulmaca..."





(Not: Karakterler sonradan koyultulmuştur.)



T.C. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı 2010/66 nolu iddianameden bir paragraf :


" Dosyanın içeriğinin incelenmesinde; "3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk ile ilgili değerlendirme, doç x" isimli dosyada aynen; "Erzincan ve civarındaki alevi köyleri özel olarak ilgilenmekte, bu köylerin ihtiyaçlarının giderilmesi için Ordunun imkanlarını kullanmaktadır. Yaptığı yardımlar nedeniyle alevi köyleri ve^ dedeler tarafından sevilmekte, dedeler tarafından kendisine takdir beratları verilmektedir" şeklinde bilgilerin bulunduğu, "


(Bu da AA 'nın 11 Mart 2010 tarihli haberi...)


OKÇULAR KÖYÜ -AA- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, depremden etkilenen Okçular Köyü'nde incelemelerde bulundu. Erdoğan, "Ramazan Bayramı'na kadar konut sorununu çözeceğimize inanıyorum" dedi.


Erdoğan, depremden etkilenen Okçular Köyü'nde vatandaşlara hitap etti.


Hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralan anlara geçmiş olsun dileğinde bulunan Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:


"41 vatandaşı kaybetmenin üzüntüsü, hüznü içindeyiz. Bizler, ölenle ölünmeyeceğini bilenlerdeniz. Fakat, bundan sonrasını nasıl planlayacağız, bundan sonra nasıl adım atacağız, hükümet olarak bu konuda çalışmalar yaptık. Depremin meydana gelmesinin ardından Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, ilgili bakan ve milletvekilleri ve belediye başka nlarını deprem bölgesine gönderdik. Kolordu Komutanlığımız bütün imkanlarıyla seferber oldu. İlk andan itibaren sahra çadırıyla mobil mutfağıyla desteklerini verdiler. Kızılay ve Deniz Feneri de ellerinden gelen desteği verdiler. Hepsine teşekkür ediyorum. Ramazan Bayramı'na kadar hem konut hem de ahır olmak üzere yeni bir yapılandırmaya gideceğiz.


Yeni konutların zemin etütleri yapıldıktan sonra inşa edilecek, ilgili kurumlar çalışmalarını sürdürmeye devam edecek. Ramazan Bayramı'na kadar konut sorununu çözeceğimize inanıyorum. Ele ele vereceğiz, omuz omuza vereceğiz. Acılar paylaştıkça azalır, sevgiler paylaştıkça büyük bundan hareketle gerekenleri yapacağız."


Çadırları ziyaret ederek, çocukları seven ve kadınlarla konuşan Erdoğan, "En kısa zamanda konut, okul ve ahır sorunlarını çözeceğiz" dedi.


Başbakan Erdoğan, taziye çadırını da ziyaret ederek, ölenlerin yakınlarına başsağlığı diledi.


Yoğun güvenlik önlemleri alınan köyde, jandarma ve başbakanlı k korumaları güvenliği sağladı.


Başbakan Erdoğan'ın çadırları ziyaretine 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Mustafa Korkut Özaslan eşlik etti.


Çadırlardaki kadınların teşekkür ederek, "Depremin ilk anından itibaren yardımımıza koştular, destek oldular" demeleri üzerine Erdoğan, "Yaptığınız yardım ve kurtarma hizmetlerinden dolayı size teşekkür ediyorum" dedi ve 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Mustafa Korkut Özaslan'ı sarılarak öptü.










1 Mart 2010 Pazartesi

Hangi Dünya Düzeni?








Okura ilksöz




Ekranda kuklalar! Her biri ellerine verilmiş senaryoları başarıyla oynuyorlar.. Bazısı bilerek bazısı habersiz yüzyılın oyununu sahneliyorlar…
Atlantik ötesinde kurgulanan bir oyunun kötü beceriksiz oyuncuları bunlar… Ağızlarındaki sözcükler birbirinin aynı.. Kullandıkları kelime haznesi çok dar… Üstlerinde eğreti bir bilmişlik.. ‘Değişim, Açılım, Demokrasi, Özgürlük, Hak Hukuk’ filan diyorlar… Sanki hep verili bir metni okuyorlar.. Gazeteci ve akademisyenler arasından daha çok çıkıyorlar…
Aslında onlar ikiye ayrılıyorlar.. Birkaç kuşak kentli olanlar batıyı kabe bilerek yoğrulmuşlar, kolejlerden çıkıp Avrupa ya da Amerika’nın yolunu tutmuşlar. Attila Agabeyin (İlhan) deyişiyle, saatlerini hep batıya ayarlamışlar. Hem Atatürkçü , hem hürmason olabilmişler.(!). Batıdaki ‘guvernörlerine’ bağlıyken, Mustafa Kemal adını anabilmişler.. Halkı hep küçümsemişler.. Hem ‘Biz adam olmayız!’ demişler, hem solculuktan bahsetmişler (!) Azınlık kültürüne kendilerini daha yakın hissetmişler.. Hepsi, Türk değil, başka bir şey olmayı yeğlemişler..
İki okulu boyatıp, falanca vakfa bağış yapıp, birkaç köyde çocuk okutunca kendilerini daha ‘Atatürkçü’ hissetmişler..
Şarkılarını Kürtçe, Ermenice söyleyince ‘medenileşivermişler’!
Hergün ekranlarda ‘Türk Ulusu hiç olmadı ki!..’ , ‘Türkler etnik bir topluluk!’ ‘Türk sözü yasalardan çıkarılmalı!’ , demekteler..

Büyük Ortadoğu Projesinin öngördüğü Kürdistan hayali için Batının paralı askerleri onlar.. Kandil’de itibarla ağırlanırlar. Washington’un memurlarıdırlar. Ermenistan sınırının açılması için kraldan çok kralcıdırlar, Vakıflı köyünde Soros projeleri kapsamında Türk ve Ermeni öğrencileri kaynaştırmaya çalışırlar. 2004’de de ‘Kıbrıslı’ yaratabilmek için Türk ve Rumları ‘kaynaştırdılar! Fener Rum Patrikhanesine davet edilmek için birbirleriyle yarışırlar.


Batıyla yatıp batıyla kalktıklarından inanılmaz sorular formüle ederler.. ‘Kemalist misin Avrupalı mı?’ gibi mantık dışı soruların sahibidirler.. Gazete köşelerinden ya da televizyon programlarından acınası ve ağlanası teorilerini ifşa ederler.

Biri ‘Batının bu denli olumsuz bir imaja sahip olduğu bir ülkede, nasıl batı yanlısı politikalar izlenecek?’ diye iç çeker, bir başkası, ‘Avrupa ve ABD Kürt sorununu çözmemizi istiyor, çözeceğiz!’ diye çığlık atar, ani çarkedişiyle dikkat çeken ötekisi ‘Türkiye bölgenin Amerikası! ’ diye yazar çizer, kükrer..
Atatürk’e hakaret ve Türklüğü aşağılama konusunda diğer grupla yariş ederler....

İkinci grup kırsal kesimden gelen, tarikat ve cemaatlerin taa içinde yeralan, hilafetçi, şeriatcı söylemlerle ortada dolaşan, her türlü parasal ilişkileri beceriyle başaran, Amerika’yı kabe kabul edenlerdir. Amerika onlar için komşu kapısıdır..
Önce El Ezher’de sonra Londra ya da Utah’da eğitim görmüşlerdir.. Batı tarafından ‘öncü’ seçilmişlerdir... .

Onlar Amerikan Düşünce kuruluşlarının görevlileridir. Büyük Ortadoğu Projesini canhiraş savunurlar.. Saltanata ve hilafete büyük bir iştahla sahip çıkarlar. Aynı sırtlan iştahıyla Gazi Mustafa Kemal’e saldırırlar.. İki grup da Türk milleti ve Mustafa Kemal nefretinde birleşirler.. İki grup da batı’ya biat ederler..

İşte bu iki ihanet çetesi, basın yayının her köşesinden zehirlerini akıtırlar, tartışma programlarının vazgeçilmez konuklarıdırlar. Her gazetenin köşelerinden diş gösteren onlar.. Gerçek gazetecilerin çoğu, bu ülkenin, bu milletin tarafında olanlar, işlerinden çıkarıldılar.. Bir kısmı içeri tıkıldılar ..

Şimdi hepimiz televizyonlardan gazetelerden bu vatan ve bu millete düşman olanları izliyoruz.. Onlar batının ‘öncü güçleri’ , ‘Türkiye’nin paralanma projesini halka benimsetmekle görevliler… ‘Felakete alıştırma’ görevini üstlenmişler…

6 Eylül tarihli Zaman gazetesinde Mümtazer Türköne ‘Demokratik açılımın selameti kitleleri ikna etmekten geçiyor..’ diyor. Sonra ekliyor: ‘Kitlelerin yumuşatılması lazım!’

Türkiye’yi yönetenler sık sık ‘hazmettire hazmettire’ değişimin dayatılacağını beyan ediyor..

‘Yumuşatma’ ve ‘hazmettirme’ işleminde en büyük araç televizyonlar..
Yukarda sözettiğimiz iki grubun denetiminde Türk halkını şekillendirmek için çabalıyorlar.

Daha önce Yugoslavya’da da başarıyla denendiği üzere halkı günlük siyasetten uzaklaştırma ve sanal bir dünyaya hapsetme taktiği televizyon dizileriyle uygulanıyor. Halkın büyük çoğunluğu, özdeş karakterler bulabilecekleri dizilerde kendilerini kaybediyor.

Diziler bir nevi toplum mühendisliği yapmaya başlıyor.. Mafya dizileri, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri anında yorumluyor ve tamamen çarpık bir manzarayı cahil beyinlere mıhlıyor..

Çocuk ve Gençlik dizilerinde Türk gençliğine satanizmden, kuantum şarlatanlığına, büyü sihir ve falcılığa kadar her türlü zehir enjekte ediliyor..

Hemen hemen tüm eğlence, yarışma ve dedikodu programları Türk halkına aşağılık kompleksi aşılıyor.. Bu programların hemen hepsinde halkın zekasına hakaret ediliyor!

Eğitim düzeyi yüksek olanlar için farklı uyku hapları ekranlara geliyor. Hemen hepsi Amerikan formatlı haber, müzik, yarışma, eğlence programlarıyla halk, ‘çaktırmadan’ ‘yumuşatılıyor’ ve ‘hazmettiriliyor’! .

Gençlerin sevgilisi , ünlü bir televizyon şahsiyeti, programını Obama’nın başkan oluşunu alkışlayarak açıyor..
Ünlü ve çok sevilen sanatçılarımız Kürtçe ve Ermenice şarkılar öğrenip ortalığa fırlıyor.

Tarihsel gerçekleri çarpıtan yazar, çizer, filmci şüreka, batının takdirine mazhar oluyor hergün daha büyük yalanlar söylüyorlar. Söyledikleri yalanlar batı’da ödüllendiriliyor!

Bütün bunlara rağmen Türk halkı ‘yumuşatılamıyor’ ve sahnelenen oyunu ‘hazmetmiyor’!
İşte sıkıntı budur! O nedenle hedefe gençlik, hatta çocuklar oturtulmuştur. Artık ilkokullarda söylenen andlar bile yasak olmuştur..
Anaokullarında başlatılan şekillendirme operasyonu, üniversitede devam etmekte, son darbeyi Erasmus eğitimi vurmaktadır. Öncü bir güç böyle yetişmekte , kendi ülkesine değil, ‘batıya bağımlı birey’ler, hayatın her alanında boy göstermektedirler..
Yapılan planlara göre ‘AB uyum yasaları’ kezzabı Türkiyeyi ‘yumuşatacak’, halk ‘açılımları hazmedecek’ ve en geç 2015 de Türkiye ‘halledilmiş’ olacaktı! Hesap buydu!

Bu değişim ve açılım operasyonu medya aracılığıyla halka yayılacaktı.. televizyonlarda ‘Türkçe bakışlı’ kimse bırakılmayacaktı…

Şu anda Türkiye’deki tüm kanalların başında Amerikalı Avrupalı ‘uzmanlar’ var.
Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de medya bombardımanını yönetiyorlar.
10 yıl içinde millet yarışmacı ve izleyici haline getirildi.. … Zehirli bir toplum projesi halkın direnme gücünü sınıyor..

Batının ‘halledilme’ sürecinde gördüğü Türkiye, tıpkı Yugoslavya gibi, uzun zamandır basın yayın araçlarıyla bombalanıyor. Bilgi kirliliği ile zehirleniyor. Tüm kutsal değerleri ayaklar altına alınıyor. Ve içimizdeki yeni dünya memurları sinsice bu süreci izleyip sırıtıyor.

Ama tüm bu bombardımana rağmen halk pes etmiyor.. Sağduyuyu elden bırakmıyor.. Edilgen bir direnç gösteriyor.. Yakında bu sinsi saldırıya karşı savaş açacak!.

Uzun zaömandır sabrımız deneniyor.. Hergün, binlerce yılın şanını taşıyan bu milletin, parçalara ayrılma planlarıyla yüzyüze geliyoruz.. . Hergün ‘demokrasi hak hukuk özgürlükler’ adı altında ‘AÇILIN; SAÇILIN; DEĞİŞİN!’ diyenleri dinliyoruz.. Sık sık terörü öven birileri, Apo afişleriyle beyaz camda karşımıza geçiyor, sık sık yurdun bir köşesinde şehit düşen kahramanların kalkan cenazelerini izliyoruz.
Eş zamanlı olarak sürekli fakirleşiyoruz…

Tüm bunların toplum ruhundaki tezahürü çöküntü, bıkkınlık, bunalımdır…’Ne olacaksa olsun artık!’ duygusunun yaygınlaşmasıdır.. Genel geçer bilgi böyle.. Gelgelelim Türkiye bu bilgiyi doğrulamıyor. Ne zaman büyük zorluklarla karşılaşsa diriliyor, birleşiyor.. İşte korktukları budur…

Yukarıda özetlediğimiz tarzdaki bombardıman daha basit formlarda 100 yıl önce de vardı. Mütareke aydınları, ecnebiye kalplerinden ve ceplerinden bağlı olanlar, kendini batılı, milletini hayvan diye niteleyenler bu topraklarda hep varoldular. Ama toplumun geri kalanı, ezici çoğunluğu, tarihte de örneği olduğu üzere, üzerindeki baskı arttıkça güçlenmiş, direnci artmış ve sonunda baskıcıların suratına şiddetli bir şamar atmıştır...

Bu diyalektiği anlamayan 7 düvelin Batısı, Kurtuluş savaşını o nedenle ‘Türk mucizesi’ olarak nitelemişlerdir. Bu millet, en ince ayrıntısına kadar planlanmış, 200 yıla yayılarak uygulanmış Batı saldırısını göğüslemekle kalmamış, tüm mazlum milletlere kurtuluş rüzgarı yaymıştır…
Batı Türk milletinden boşuna nefret etmiyor.. Tarihin çeşitli dönemlerinde tüm planlarını defalarca alt üst eden başka bir millet yok… Ve bundan böyle de sürprizler devam edecek…

Halkını binbir etnik gruba bölmeye çalışsalar da, Allah’la aldatmak için uğraşsalar, sahte dinleri dayatsalar da, beyaz camdan uyku hapları, zehirli iğneler fırlatsalar da, ‘aydın’ kisveli deccalları besleseler de, Türk milleti ‘mucize’ bir millettir..Çok yakında bir mucizeyi daha, hainlerin suratına geçirecektir!


Okura ikinci söz


Mayıs 2008’de TRT ile ilişiğim kesildikten sonra yaklaşık 7-8 ay Sınırlar Arasında’ya bir kanal aradım... Aklınıza gelebilecek hemen her televizyon şahsiyetine bir şekilde haber yolladım. Bazılarıyla konuştum.. Tahmin edebileceğiniz gibi hiçbirinden olumlu sonuç çıkmadı. Kimisi ‘Kriz var’ dedi, kimisi ‘Bir bakalım’ dedi ve yokoldu. Bazıları ‘aşırı uç’ olduğumu söylemiş, üstelik bunu söyleyenler mangalda kül bırakmayanların önde gidenlerinden..

Beni davet eden birkaç ulusal kanal ise, Sınırlar Arasında gibi yurt dışında çekilecek pahalı bir programa ayıracak bütçeden yoksundular.. Bu bütçeyi bulabilmek için bize iltifatlarını esirgemeyen ulusal işadamlarımıza da başvurduk.. Önce büyük ilgi gösterdiler, sonra sanırım birileri gözlerini korkuttu, vazgeçtiler… Canları sağolsun..

Bu arada izleyicilerimin desteği beni hiç yalnız bırakmadı.. Mektuplar mesajlar, telefonlar hiç susmadı… Programa katkı için cüzi maaşını yollamaya kalkanlar bile oldu.. Sonunda Ocak 2009da kendi maddi olanaklarımla, Sınırlar Arasında gibi bir program değil ama Dünya Düzeni adlı masa başı bir programı Avrasya tv’de yapmaya karar verdim.

İzleyicilerimin bir kısmı sadece uyduda ve digitürkde yeralan ART’yi izleyebiliyor, bazıları da neden ulusal çapta karasal yayın yapan büyük bir kanalda çalışmadığımı soruyordu… Anlaşılan büyük bir çoğunluk Türkiye’de birçok kurum gibi televizyonların da işgal altında olduğunu bilmiyordu..

Bugün büyük kanalların hemen hepsinin başında yabancı özellikle Amerikalı ‘uzman’lar görev yapmakta. Türk olanlar da, öyle seçiliyorlar ki, kraldan çok kralcı, Amerikalılardan çok Amerikalılar, hatta onlara rahmet okuturlar.. Yani büyük kanallar, büyük gazeteler, Türkiye’nin tarafında olan gazetecilere televizyonculara kapalıdır…
O nedenle bana yarı kızgın ‘Siz de saklanır gibisiniz..!’ ‘Neden büyük bir kanalda işinizi yapmak için falan falana başvurmuyorsunuz!’ ‘Ortaya çıksanıza, 7 program sonrası tatile girdiniz’ diyenlere her yolu denediğimi söylemek isterim. Ayrıca maddi zorlukların bizi durdurduğunu bir kez daha hatırlatırım.. Ve tüm bunlara rağmen bir yolunu bulup ekranlardan kavuşacağımızı müjdelerim..

2009 yılı yabancı güçlerin ve içerdeki işbirlikçilerinin, gemi azıya aldığı ve bunu açıkca ilan ettiği yıldır.. 2009 tarihe bu şekilde geçecektir.. Şubat ile Haziran 2009 arasında, Avrasya televizyonu ekranlarından sizlerle buluştuğum Dünya Düzeni adlı programın bölümlerinin bu tarihsel döneme tanıklık eden programlar olduğunu düşünüyorum. O nedenle bu programların genişletilmiş metinlerini sizlerle paylaşmak istedim. Beni yalnız bırakmadığınız, desteğinizi esirgemediğiniz ve her yaptığım işi geniş kitlelere yaymak konusundaki katkılarınız için, hepinize teşekkür ederim.

Eylül 2009
Orhaniye

kaynak: