1 Mart 2010 Pazartesi

Hangi Dünya Düzeni?








Okura ilksöz




Ekranda kuklalar! Her biri ellerine verilmiş senaryoları başarıyla oynuyorlar.. Bazısı bilerek bazısı habersiz yüzyılın oyununu sahneliyorlar…
Atlantik ötesinde kurgulanan bir oyunun kötü beceriksiz oyuncuları bunlar… Ağızlarındaki sözcükler birbirinin aynı.. Kullandıkları kelime haznesi çok dar… Üstlerinde eğreti bir bilmişlik.. ‘Değişim, Açılım, Demokrasi, Özgürlük, Hak Hukuk’ filan diyorlar… Sanki hep verili bir metni okuyorlar.. Gazeteci ve akademisyenler arasından daha çok çıkıyorlar…
Aslında onlar ikiye ayrılıyorlar.. Birkaç kuşak kentli olanlar batıyı kabe bilerek yoğrulmuşlar, kolejlerden çıkıp Avrupa ya da Amerika’nın yolunu tutmuşlar. Attila Agabeyin (İlhan) deyişiyle, saatlerini hep batıya ayarlamışlar. Hem Atatürkçü , hem hürmason olabilmişler.(!). Batıdaki ‘guvernörlerine’ bağlıyken, Mustafa Kemal adını anabilmişler.. Halkı hep küçümsemişler.. Hem ‘Biz adam olmayız!’ demişler, hem solculuktan bahsetmişler (!) Azınlık kültürüne kendilerini daha yakın hissetmişler.. Hepsi, Türk değil, başka bir şey olmayı yeğlemişler..
İki okulu boyatıp, falanca vakfa bağış yapıp, birkaç köyde çocuk okutunca kendilerini daha ‘Atatürkçü’ hissetmişler..
Şarkılarını Kürtçe, Ermenice söyleyince ‘medenileşivermişler’!
Hergün ekranlarda ‘Türk Ulusu hiç olmadı ki!..’ , ‘Türkler etnik bir topluluk!’ ‘Türk sözü yasalardan çıkarılmalı!’ , demekteler..

Büyük Ortadoğu Projesinin öngördüğü Kürdistan hayali için Batının paralı askerleri onlar.. Kandil’de itibarla ağırlanırlar. Washington’un memurlarıdırlar. Ermenistan sınırının açılması için kraldan çok kralcıdırlar, Vakıflı köyünde Soros projeleri kapsamında Türk ve Ermeni öğrencileri kaynaştırmaya çalışırlar. 2004’de de ‘Kıbrıslı’ yaratabilmek için Türk ve Rumları ‘kaynaştırdılar! Fener Rum Patrikhanesine davet edilmek için birbirleriyle yarışırlar.


Batıyla yatıp batıyla kalktıklarından inanılmaz sorular formüle ederler.. ‘Kemalist misin Avrupalı mı?’ gibi mantık dışı soruların sahibidirler.. Gazete köşelerinden ya da televizyon programlarından acınası ve ağlanası teorilerini ifşa ederler.

Biri ‘Batının bu denli olumsuz bir imaja sahip olduğu bir ülkede, nasıl batı yanlısı politikalar izlenecek?’ diye iç çeker, bir başkası, ‘Avrupa ve ABD Kürt sorununu çözmemizi istiyor, çözeceğiz!’ diye çığlık atar, ani çarkedişiyle dikkat çeken ötekisi ‘Türkiye bölgenin Amerikası! ’ diye yazar çizer, kükrer..
Atatürk’e hakaret ve Türklüğü aşağılama konusunda diğer grupla yariş ederler....

İkinci grup kırsal kesimden gelen, tarikat ve cemaatlerin taa içinde yeralan, hilafetçi, şeriatcı söylemlerle ortada dolaşan, her türlü parasal ilişkileri beceriyle başaran, Amerika’yı kabe kabul edenlerdir. Amerika onlar için komşu kapısıdır..
Önce El Ezher’de sonra Londra ya da Utah’da eğitim görmüşlerdir.. Batı tarafından ‘öncü’ seçilmişlerdir... .

Onlar Amerikan Düşünce kuruluşlarının görevlileridir. Büyük Ortadoğu Projesini canhiraş savunurlar.. Saltanata ve hilafete büyük bir iştahla sahip çıkarlar. Aynı sırtlan iştahıyla Gazi Mustafa Kemal’e saldırırlar.. İki grup da Türk milleti ve Mustafa Kemal nefretinde birleşirler.. İki grup da batı’ya biat ederler..

İşte bu iki ihanet çetesi, basın yayının her köşesinden zehirlerini akıtırlar, tartışma programlarının vazgeçilmez konuklarıdırlar. Her gazetenin köşelerinden diş gösteren onlar.. Gerçek gazetecilerin çoğu, bu ülkenin, bu milletin tarafında olanlar, işlerinden çıkarıldılar.. Bir kısmı içeri tıkıldılar ..

Şimdi hepimiz televizyonlardan gazetelerden bu vatan ve bu millete düşman olanları izliyoruz.. Onlar batının ‘öncü güçleri’ , ‘Türkiye’nin paralanma projesini halka benimsetmekle görevliler… ‘Felakete alıştırma’ görevini üstlenmişler…

6 Eylül tarihli Zaman gazetesinde Mümtazer Türköne ‘Demokratik açılımın selameti kitleleri ikna etmekten geçiyor..’ diyor. Sonra ekliyor: ‘Kitlelerin yumuşatılması lazım!’

Türkiye’yi yönetenler sık sık ‘hazmettire hazmettire’ değişimin dayatılacağını beyan ediyor..

‘Yumuşatma’ ve ‘hazmettirme’ işleminde en büyük araç televizyonlar..
Yukarda sözettiğimiz iki grubun denetiminde Türk halkını şekillendirmek için çabalıyorlar.

Daha önce Yugoslavya’da da başarıyla denendiği üzere halkı günlük siyasetten uzaklaştırma ve sanal bir dünyaya hapsetme taktiği televizyon dizileriyle uygulanıyor. Halkın büyük çoğunluğu, özdeş karakterler bulabilecekleri dizilerde kendilerini kaybediyor.

Diziler bir nevi toplum mühendisliği yapmaya başlıyor.. Mafya dizileri, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri anında yorumluyor ve tamamen çarpık bir manzarayı cahil beyinlere mıhlıyor..

Çocuk ve Gençlik dizilerinde Türk gençliğine satanizmden, kuantum şarlatanlığına, büyü sihir ve falcılığa kadar her türlü zehir enjekte ediliyor..

Hemen hemen tüm eğlence, yarışma ve dedikodu programları Türk halkına aşağılık kompleksi aşılıyor.. Bu programların hemen hepsinde halkın zekasına hakaret ediliyor!

Eğitim düzeyi yüksek olanlar için farklı uyku hapları ekranlara geliyor. Hemen hepsi Amerikan formatlı haber, müzik, yarışma, eğlence programlarıyla halk, ‘çaktırmadan’ ‘yumuşatılıyor’ ve ‘hazmettiriliyor’! .

Gençlerin sevgilisi , ünlü bir televizyon şahsiyeti, programını Obama’nın başkan oluşunu alkışlayarak açıyor..
Ünlü ve çok sevilen sanatçılarımız Kürtçe ve Ermenice şarkılar öğrenip ortalığa fırlıyor.

Tarihsel gerçekleri çarpıtan yazar, çizer, filmci şüreka, batının takdirine mazhar oluyor hergün daha büyük yalanlar söylüyorlar. Söyledikleri yalanlar batı’da ödüllendiriliyor!

Bütün bunlara rağmen Türk halkı ‘yumuşatılamıyor’ ve sahnelenen oyunu ‘hazmetmiyor’!
İşte sıkıntı budur! O nedenle hedefe gençlik, hatta çocuklar oturtulmuştur. Artık ilkokullarda söylenen andlar bile yasak olmuştur..
Anaokullarında başlatılan şekillendirme operasyonu, üniversitede devam etmekte, son darbeyi Erasmus eğitimi vurmaktadır. Öncü bir güç böyle yetişmekte , kendi ülkesine değil, ‘batıya bağımlı birey’ler, hayatın her alanında boy göstermektedirler..
Yapılan planlara göre ‘AB uyum yasaları’ kezzabı Türkiyeyi ‘yumuşatacak’, halk ‘açılımları hazmedecek’ ve en geç 2015 de Türkiye ‘halledilmiş’ olacaktı! Hesap buydu!

Bu değişim ve açılım operasyonu medya aracılığıyla halka yayılacaktı.. televizyonlarda ‘Türkçe bakışlı’ kimse bırakılmayacaktı…

Şu anda Türkiye’deki tüm kanalların başında Amerikalı Avrupalı ‘uzmanlar’ var.
Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de medya bombardımanını yönetiyorlar.
10 yıl içinde millet yarışmacı ve izleyici haline getirildi.. … Zehirli bir toplum projesi halkın direnme gücünü sınıyor..

Batının ‘halledilme’ sürecinde gördüğü Türkiye, tıpkı Yugoslavya gibi, uzun zamandır basın yayın araçlarıyla bombalanıyor. Bilgi kirliliği ile zehirleniyor. Tüm kutsal değerleri ayaklar altına alınıyor. Ve içimizdeki yeni dünya memurları sinsice bu süreci izleyip sırıtıyor.

Ama tüm bu bombardımana rağmen halk pes etmiyor.. Sağduyuyu elden bırakmıyor.. Edilgen bir direnç gösteriyor.. Yakında bu sinsi saldırıya karşı savaş açacak!.

Uzun zaömandır sabrımız deneniyor.. Hergün, binlerce yılın şanını taşıyan bu milletin, parçalara ayrılma planlarıyla yüzyüze geliyoruz.. . Hergün ‘demokrasi hak hukuk özgürlükler’ adı altında ‘AÇILIN; SAÇILIN; DEĞİŞİN!’ diyenleri dinliyoruz.. Sık sık terörü öven birileri, Apo afişleriyle beyaz camda karşımıza geçiyor, sık sık yurdun bir köşesinde şehit düşen kahramanların kalkan cenazelerini izliyoruz.
Eş zamanlı olarak sürekli fakirleşiyoruz…

Tüm bunların toplum ruhundaki tezahürü çöküntü, bıkkınlık, bunalımdır…’Ne olacaksa olsun artık!’ duygusunun yaygınlaşmasıdır.. Genel geçer bilgi böyle.. Gelgelelim Türkiye bu bilgiyi doğrulamıyor. Ne zaman büyük zorluklarla karşılaşsa diriliyor, birleşiyor.. İşte korktukları budur…

Yukarıda özetlediğimiz tarzdaki bombardıman daha basit formlarda 100 yıl önce de vardı. Mütareke aydınları, ecnebiye kalplerinden ve ceplerinden bağlı olanlar, kendini batılı, milletini hayvan diye niteleyenler bu topraklarda hep varoldular. Ama toplumun geri kalanı, ezici çoğunluğu, tarihte de örneği olduğu üzere, üzerindeki baskı arttıkça güçlenmiş, direnci artmış ve sonunda baskıcıların suratına şiddetli bir şamar atmıştır...

Bu diyalektiği anlamayan 7 düvelin Batısı, Kurtuluş savaşını o nedenle ‘Türk mucizesi’ olarak nitelemişlerdir. Bu millet, en ince ayrıntısına kadar planlanmış, 200 yıla yayılarak uygulanmış Batı saldırısını göğüslemekle kalmamış, tüm mazlum milletlere kurtuluş rüzgarı yaymıştır…
Batı Türk milletinden boşuna nefret etmiyor.. Tarihin çeşitli dönemlerinde tüm planlarını defalarca alt üst eden başka bir millet yok… Ve bundan böyle de sürprizler devam edecek…

Halkını binbir etnik gruba bölmeye çalışsalar da, Allah’la aldatmak için uğraşsalar, sahte dinleri dayatsalar da, beyaz camdan uyku hapları, zehirli iğneler fırlatsalar da, ‘aydın’ kisveli deccalları besleseler de, Türk milleti ‘mucize’ bir millettir..Çok yakında bir mucizeyi daha, hainlerin suratına geçirecektir!


Okura ikinci söz


Mayıs 2008’de TRT ile ilişiğim kesildikten sonra yaklaşık 7-8 ay Sınırlar Arasında’ya bir kanal aradım... Aklınıza gelebilecek hemen her televizyon şahsiyetine bir şekilde haber yolladım. Bazılarıyla konuştum.. Tahmin edebileceğiniz gibi hiçbirinden olumlu sonuç çıkmadı. Kimisi ‘Kriz var’ dedi, kimisi ‘Bir bakalım’ dedi ve yokoldu. Bazıları ‘aşırı uç’ olduğumu söylemiş, üstelik bunu söyleyenler mangalda kül bırakmayanların önde gidenlerinden..

Beni davet eden birkaç ulusal kanal ise, Sınırlar Arasında gibi yurt dışında çekilecek pahalı bir programa ayıracak bütçeden yoksundular.. Bu bütçeyi bulabilmek için bize iltifatlarını esirgemeyen ulusal işadamlarımıza da başvurduk.. Önce büyük ilgi gösterdiler, sonra sanırım birileri gözlerini korkuttu, vazgeçtiler… Canları sağolsun..

Bu arada izleyicilerimin desteği beni hiç yalnız bırakmadı.. Mektuplar mesajlar, telefonlar hiç susmadı… Programa katkı için cüzi maaşını yollamaya kalkanlar bile oldu.. Sonunda Ocak 2009da kendi maddi olanaklarımla, Sınırlar Arasında gibi bir program değil ama Dünya Düzeni adlı masa başı bir programı Avrasya tv’de yapmaya karar verdim.

İzleyicilerimin bir kısmı sadece uyduda ve digitürkde yeralan ART’yi izleyebiliyor, bazıları da neden ulusal çapta karasal yayın yapan büyük bir kanalda çalışmadığımı soruyordu… Anlaşılan büyük bir çoğunluk Türkiye’de birçok kurum gibi televizyonların da işgal altında olduğunu bilmiyordu..

Bugün büyük kanalların hemen hepsinin başında yabancı özellikle Amerikalı ‘uzman’lar görev yapmakta. Türk olanlar da, öyle seçiliyorlar ki, kraldan çok kralcı, Amerikalılardan çok Amerikalılar, hatta onlara rahmet okuturlar.. Yani büyük kanallar, büyük gazeteler, Türkiye’nin tarafında olan gazetecilere televizyonculara kapalıdır…
O nedenle bana yarı kızgın ‘Siz de saklanır gibisiniz..!’ ‘Neden büyük bir kanalda işinizi yapmak için falan falana başvurmuyorsunuz!’ ‘Ortaya çıksanıza, 7 program sonrası tatile girdiniz’ diyenlere her yolu denediğimi söylemek isterim. Ayrıca maddi zorlukların bizi durdurduğunu bir kez daha hatırlatırım.. Ve tüm bunlara rağmen bir yolunu bulup ekranlardan kavuşacağımızı müjdelerim..

2009 yılı yabancı güçlerin ve içerdeki işbirlikçilerinin, gemi azıya aldığı ve bunu açıkca ilan ettiği yıldır.. 2009 tarihe bu şekilde geçecektir.. Şubat ile Haziran 2009 arasında, Avrasya televizyonu ekranlarından sizlerle buluştuğum Dünya Düzeni adlı programın bölümlerinin bu tarihsel döneme tanıklık eden programlar olduğunu düşünüyorum. O nedenle bu programların genişletilmiş metinlerini sizlerle paylaşmak istedim. Beni yalnız bırakmadığınız, desteğinizi esirgemediğiniz ve her yaptığım işi geniş kitlelere yaymak konusundaki katkılarınız için, hepinize teşekkür ederim.

Eylül 2009
Orhaniye

kaynak:


1 yorum:

Unconventional dedi ki...

Özetlersek yazınızda şöyle bir dünya algısı var:Türkiye'yi dünyanın merkezinde gören ve dünyanın Türkiye etrafında döndüğünü varsayan, çok derin bir kuşatılmışlık psikolojisiyle yoğurulmuş,üçüncü dünya ulusalcılığı ve reaksiyoner bir anti-emperyalizmle donanmış ve komplo teorilerini hiç aratmayan bir algı.Bu algıya göre Türkiye geçmişte olduğu gibi(!) hep sinsi düşmanlar tarafından kuşatılmıştır ve bu güçler tarafından parçalanmak veya sömürgeleştirilmek istenmektedir.Düşmanımız her zamanki gibi(!) çok dostumuzsa neredeyse hiç yok.Şu klişeleşmiş milliyetçi söylemin izlerini görüyorum yazınızda:Türkün Türkten başka dostu yoktur!Eleştirilerimi daha somut bir zemine oturtmak için bir kaç örnek vereyim:Yugoslavya'da uygulandığını iddia ettiğiniz ve Türkiye'ye de uygulanmakta olduğunu söylediğiniz medya aracılığıyla halkın günlük siyasetten uzaklaştırılması olayına gelelim.Kitlelerin günlük siyasetten uzaklaşması olgusu gerçekten de doğrudur ancak eğer bunu sizin yaptığınız gibi milliyetçi-reaksiyoner bir söylemle dile getirirsek bu şöyle algılanır büyük ihtimalle:"Yine sinsi emperyalistler,hiç eksik olmayan iç ve dış düşmanlar bizi dejenere etmek uyutmak için medya aracılığıyla halkın beynini yıkıyorlar."Bense bu olguyu daha çok sosyal bilimler perspektifinden açıklamayı öneririm ki bence bu daha sağlıklı bir açıklamadır.Kitlelerin günlük siyasetten uzaklaşmaları sadece Türkiye'ye has bir olgu değildir bu daha çok küresel bir olgudur ve sepebleri de sizin iddia ettiğiniz gibi dış mihraklar ve onların yerli uşaklarının faaliyetleri değil Aydınlanma projesinin ve Modernizmin dünyaya rol model olarak sunduğu liberal temsili demokrasinin büyük bir krize girmiş olmasıdır ve bu etkisini başta ABD olmak üzere bir çok ülkede göstermektedir.Tabii bu demek değildir ki mainstream medyanın kitleleri uyutan,onları pasifleştiren ve onları sadece tekelci kapitalizmin istekleri doğrultusunda birer tüketiciye dönüştüren faaliyetleri yoktur.Böyle faaliyetler elbette vardır:Aptal ve saçma sapan TV showları, evlilik programları, gerçek dünyadan uzak diziler vs.Ancak benim anlatmaya çalıştığım şey bu medya faaliyetleri sizin dediğiniz gibi "Türkiye'yi uyutmak zayıflatmak, veya yıkmak için" ve sadece Türkiye'de yapılmıyorlar, bu faaliyetler daha çok kitle tüketimini arttırmak, tüketim kültürünü yaygınlaştırmak için ve 'kâr dürtüleriyle' neredeyse tüm dünyada yapılıyor.Ama maalesef siz bunu şehre inince herkesin kendisine baktığını sanan bir taşralı zihniyetiyle algılayarak Türkiye'yi zayıflatmaya yönelik bir faaliyet olarak tanımlıyorsunuz. Merak etmeyin bu faaliyetleri yapan küresel ve yerel medyanın amacı ülkenizi zayıflatıp ele geçirmek değil,halkın daha çok ve hiç sorgulamadan tüketmelerini sağlamaktır.Şimdi size bir soru yöneltmek isterim:Neden tüm iç ve dış siyasi olaylara Türkiye'yi yıkmaya çalışan iç ve dış mihrakların gizli birer faaliyeti olarak gören realist ve komplocu bir bakış açısıyla bakıyorsunuz?Sizin bakış açınıza göre Türkiye dört tarafı düşmanlarla çevrilmiş yıkılmak istenen bir ülkedir.İç ve dış düşmanlar "ülkenin tüm kalerini zapt etmiştir" ve yapılacak tek şey direnmektir.Nereden kaynaklanıyor bu ağır kuşatılmışlık psikolojisi? Neden hala dışardaki herkesi düşman, içerde ise resmi ideolojiyle uyuşmayan her kesimi potansiyel düşman olarak gören bu zihniyet devam etmekte?Ben şahsen burada küreselleşmenin yıkıcı bir sel gibi az gelişmiş ülkelerde ki sosyal tabakalaşmayı ve kurulu iktidar düzenini,statükoyu yıkması,değiştirmesi ve yeni sınıflara yükselme fırsatları vermesi karşısında sosyal statüsü dışa kapalı bir ülkenin bürokratik elitinin mensubu olmasına bağlı bir zümrenin mevcut sınıfsal poziyonunu ve imkanlarını kaybetmek korkusundan kaynaklanan ve reaksiyoner bir milliyetçilikle kolayca eklemlenen bir söylem görüyorum.Bu söylediklerimi daha da açıklayan bir yazı için bkz:Tanıl Bora:"Tahsilli Cehaletin Cinneti" http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=328&dyid=4918&dergiyazi=Tahsilli%20Cehaletin%20Cinneti