29 Ekim 2009 Perşembe

RASİM ' CİĞİMİZ...




Google reklamlarından derin düşünceli(!) Rasim'ciğimizin payına düşen reklam... Aynen böyle resmetmeye devam Rasim'ciğimiz...






Kısayolu: http://www.fikriyet.com/anasayfa/haber_detay.asp?haberID=484

7 Ekim 2009 Çarşamba

YAHUDİ TALMUDU

Genç bir adam ünlü bir rabiyi (hahamı) ziyaret ederek Talmud öğrenme arzusunu dile getirir. Rabi sorar:
- Aramice biliyor musun?
- Hayır.
- İbaranice?
- Hayır.
- Tora öğrendiniz mi?
- Hayır, ama endişelenmeyin. Columbia Üniversitesi'nde felsefe okudum, Harvard'ta Sokrates mantığı üzerine doktora yaptım. Şimdi biraz Talmud öğrenerek eğitimimi tamamlamak istiyorum.
Rabi, delikanlıya Talmud öğrenmeye hazır olduğunu düşünmediğini söyler.
- Ancak, dilerseniz mantık konusunda sizi sınayabilirim. Sınavı geçerseniz size Talmud öğretirim.
Rabi iki parmağını kaldırır.
- İki hırsız bacadan süzülerek bir eve girer. İçeri vardıklarında birinin yüzü temiz diğerininki kirlidir. Hangisi yüzünü siler?
- Yüzü kirli olan.
- Yanlış. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olanı görür ve kendi yüzünün de temiz olduğunu düşünür. Yüzü temiz olan ise, kirli olanı görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu düşünür. Dolayısıyla silinen, yüzü temiz olandır.
- Çok akıllıca. Beni bir daha sınayın.
Rabi aynı soruyu tekrarlar.
- Yüzü temiz olanın yüzünü sildiğini belirledik zaten.
- Yine yanlış. İkisi de yüzünü yıkar. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olanı görür ve kendi yüzünün de temiz olduğunu sanır. Yüzü temiz olan, kirli olanı görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu sanır. Kirli yüzlü adam temiz olanın yüzünü sildiğini görünce o da yüzünü siler.
- Bunu düşünmemiştim. Beni bir daha sınayın.
Rabi aynı soruyu tekrar sorar.
- İkisi de yüzünü siler.
- Yine yanlış. Hiçbiri yüzünü silmez. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olana bakar ve kendi yüzünün de temiz olduğunu sanır. Yüzü temiz olan ise arkadaşının kirli yüzünü görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu sanır. Ancak, yüzü temiz olan, yüzü kirli olanın yüzünü silmediğini görünce o da yüzünü silmez. Dolayısıyla, hiçbiri yüzünü silmez.
Genç adam umutsuzdur.
- Ben Talmud öğrenecek niteliklere sahibim. Lütfen beni bir kez daha sınayın.
Rabi aynı sorusunu sorar
- Hiçbiri yüzünü silmez.
- Yanlış. Sokrates mantığının Talmud öğrenmek için neden yetersiz olduğunu artık anlıyor musunuz? Aynı bacadan giren iki adamın, birinin yüzü temiz, diğerinin yüzü kirli olur mu?
Genç adam sabırsızlanır ve rabiye meydan okur.
- Bir dakika! Aynı soru için bana üç tane çelişen yanıt verdiniz. Bu imkansızdır!
- Hayır oğlum. Bu Talmud'dur.

Olaylar ve olgularda mantıksal disiplinlerle tek bir vargıya veya sonuca ulaşmak yerine, olası bütün sonuçların ayrıntılı biçimde ortaya konulması gerekiyor sanırım.
İran Şahlığı 1978 yılında TUDEH (İran Komünist Partisi) ve Humeyni işbirliği soncunda yıkılmış ve İran ABD'nin kontrolünden çıkmıştı.
Nikaragua'daki ABD destekli Somoza diktatörlüğünün 1979'da Sandinist Devrim ile yıkılması sonucunda, Nikaragua da ABD kontrol ve denetiminin dışına çıkmıştı. Aynı yıl Türkiye'de PKK kurulmuştu. Sovyetler Birliği, dinci muhalefete karşı, Sovyet yanlısı Babrak Karmal hükümetini desteklemek için Afganistan'ı işgal etmişti.
1980'de başlayan İran-Irak savaşı ise, tarihsel ve mekansal olarak bu olay ve olgularla ilgisizmiş, birbirinden bağımsızmış, aralarında nedensellik (illiyet) bağı bulunmuyormuş gibi görünüyordu.
1980 ve 1988 yılları arasında yapılmış olan bu savaşta, yaklaşık bir milyon kişi ölmüş, 150 milyar Amerikan Doları maddi hasar ve her iki ülkede de ağır yıkımlar meydana gelmişti. Irak'ın zaferleri ile başlayan savaş, İran'ın direnmesiyle yıpratma savaşına dönüşmüş ve galibi olmadan sonuçlanmıştı.
Oysa ki, bu olay ve olguları birbirleriyle diyalektik biçimde ilişkilendiren bir akıl olduğu bakın nasıl ortaya çıkıyor:
İran-Irak savaşı Humeyni'ye TUDEH'i tasfiye etmesi için gerekçeler ve uygun koşullar sunuyor. TUDEH'in tasfiyesinden sonra Humeyni en büyük şeytan ilan ettiği ABD'den gizlice silah alıyor. (Çünkü, İran Ordusunun silah donanımı ABD menşeli) Sovyet silahlarıyla donanımlı Irak Ordusuna karşı savaşmak için İran'ın ödemiş olduğu paralar yine gizlice Nikaragua'nın komşusu Honduras'ta oluşturulan Kontralar'a (ABD'nin deyimiyle Özgürlük Savaşçıları) aktarılıyor. ABD tarafından kullanılan Kontralar Nikaragua'daki Sandinist iktidara karşı savaşıyorlar ve yıllar süren savaş sonucunda yıpratılan Sandinistler iktidarı kaybetmişti.
İran-Irak Savaşının olası sonuçları neler olmuştu:
TUDEH üyeleri uyuşturucu ticareti ve ihanet gibi fiillerle kolayca suçlanarak, şeriat mahkemelerinde sözde yargılanarak mahkum olmuşlar vinçlerle meydanlarda asılmak suretiyle acımasızca, vahşice öldürülerek ortadan kaldırılmıştı ki böylece İran mutlak olarak Şii molla iktidarının eline geçmişti. Şii İran tehdidi, Sunni Arapları İsrail'e ve ABD'ye daha yakınlaştırmıştı.
Sovyet silahları kullanan Irak, İran karşısında Batı'dan da silah almaya başlamış ve savaşı finanse etmek için Suudi Arabistan ve Kuveyt'e borçlanmıştı.
Irak'taki Kürt kabileler İran'a yardım ettikleri gerekçesiyle Irak Ordusunun hışmına uğramış. Saddam yönetimi kendi Kürtlerine karşı PKK'nın barınması için serbestlik sağlamış. PKK, 1984 yılında Şırnak baskınıyla Türkiye karşıtı eylemlerini ilan etmiş. T. Özal, PKK için 'üç beş çapulcu' demiş idi.
Savaş sonucunda İran-ırak sınırında bir taşın dahi yeri değişmemişti.
Nikaragua'da iktidarın Amerikan yanlılarına geçmesinin ardından ve Irak yeterince borçlandırıldıktan sonra bu 'komedi savaş' sona ermişti.
Suudi Arabistan ve Kuveyt'e borçlarını ödeyemeyen Saddam yönetimi silahlanmakla suçlanıyordu; Saddam'ın borçlu olduğu iki devlet ne yeni borç veriyor, ne borçların vadesini uzatıyor; ne de Irak'ın OPEC' teki petrol kotasını arttırmasına izin veriyorlardı.
Çaresiz kalan Saddam borç baskısı altında ve borçlarını ödeyebilmek için, ABD-Kuveyt ikili savunma anlaşmalarını bile bile, Kuveyt petrol kuyuları üzerinde hak iddia etmeye başladı; ABD ise bu durumda tarafsızlığını koruyacağı yönünde Irak'ı cesaretlendiren açıklamalar yapıyordu. (Sovyetler Birliği 'glasnost ve presteroka' sürecinde Afganistan'dan çekilmiş, Bin Ladin'li, El Kaideli Mücahit hareketi kısa sürede Kabil'de iktidarı ele geçirmişti.)
1991 yılı Ağustos'unda Irak Ordusu, Kuveyt'e girmişti; Londra'daki bir gösteride göstericilerin taşıdığı bir pankartta 'Kuveyt El-Sabbah ailesinindir.' yazıyordu. 1992 Mart'ında ABD Ordusu Irak üzerinde egemenlik kurdu ve Irak dünyadan siyasal ve ekonomsal olarak izole edilirken, 32'nci paralelin üzerinde, Türkiye'de üslenmiş olan 'Çekiç Güç' korumasındaki bölgede Kürt aşiretlerin federasyon yönetimi oluşturulmuştu.
Afganistan'da mücahit gruplar ve aşiretler arasında sürtüşmeler devam ederken, Sovyet işgali yıllarında ölen mücahitlerin çocuklarının sınırdaki Pakistan bölgesinde kurulan kamplarda yetiştirilen çocuklardan oluşturulan Taliban, ABD'li petrol şirketi AMACCO'nunu mali desteği ile Afganistan'da iktidarı ele geçirmişti. (AMOCCO'nun amacı Hazar petrollerin Hint Okyanusuna ve ordan da Pasifik'e akıtmak idi sanırım.)
1996 yılında Refah-yol iktidarıyla Türkiye tarikatların iktidarını görmüş ve 28 Şubat hareketiyle Erbakan iktidardan uzaklaştırılmıştı.
Ölümü görmüş, sıtmaya razı olmuştuk.
Ülke ekonomisi MAİ (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) ile hırpalanmıştı. Yine MAİ'nin en önemli hükmü olan Uluslar arası Tahkim Kurulu'nun önünü açan Anayasa değişikliği yapılmakla yargısal egemenliğimizden vazgeçilmişti. Nihayet, Devlet'in yapısında niteliksel dönüşümlerin önemli merhalesi olan 1999 Stand-by Anlaşması imzalanmıştı.
PKK terör örgütü 1998'de göreli olarak etkisizleştirilmiş ve aynı zamanda Türkiye'yi de kısmi başarılı gösterecek şekilde Öcalan teslim edilmişti. PKK terörü hız kesmiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olayı soğumaya bırakmıştı. Güneydoğuda PKK terörü ile keskinleşen saflar gevşemiş ve böylece Barzaniciliğin yeşereceği toplumsal zemin oluşturulmuştu. Türkiye'deki Kürt aşiretlerle Irak'taki Kürt aşiretler arasında ilişkiler geliştirilmişti. (Irak'taki Kürt okullara öğrenci gönderilmesi, ticari ve mali ilişkiler gibi.)
2001 yılında El Kaideli Bin Laden, , ömrünü tamamlamak üzere olduğu için kısmen boşaltılmış ve tamamen boşaltıldıktan sonra yıkılması planlanan ABD'deki ikiz kulelere saldırmış ve üçbin civarında ABD vatandaşının ölümüne sebep olmuştu ve böylece ABD uluslar arası bir destek ve ittifakla El Kaide'yi ortadan kaldırmak için Afganistan'da taş üstünde taş bırakmamış; ama El Kaide Irak'ta ortaya çıkmıştı! (Bu durum, ABD'nin İkinci Dünya Savaşına girmesinin gerekçesi olan, Aralık 1941`de Havai Adaları`ndaki Pearl Harbour (Pörl Harbur) Limanı `nda bulunan Amerikan donanmasına Japonya'nın yaptığı baskını anımsatmıyor mu?)
2002 yılında kuruluşundan kısa bir süre sonra AKP, ABD ve AB desteğiyle, Türkiye'de iktidara geliyor. 2003 te ABD, Irak'ı işgal ediyor. Irak ABD hükümranlığına giriyor. Aynı yıllarda PKK eylemleri yükselmeye başlıyor.
AKP Hükümetleri ulus devlet ve ulus toplum yapılarını aşındırmış ve bürokrasi Nakşibendi Tarikat'ının çeşitli cemaatleri tarafında ele geçirilmiş durumda değil mi?
Molla Mustafa Barzani (Mesut Barzani'nin babası) Nakşibendi değil mi?
Emperyalizm, bölgede Nakşibendi Tarikatıyla anlaşmış olabilir mi? 18 Aralık 2007

Not: El Kaide'li Bin Ladin ve Suudiler Vehabilik Mezhebindendir. Bu mezhep 18. asırda İngilizlerce kurulmuş ve İngiliz amaçlarına hizmet etmiş olduğu tarihsel süreçlerden anlaşılmaktadır.
Sandinistaların lideri Ortega son seçimlerde Nikaragua Devlet Başkanlığına seçilmiştir.

Yazara teşekkürlerimizle ;

http://www.bizkackisiyiz.com/yazi.php?yazi_id=26019

2 Ekim 2009 Cuma

EFENDİLER LÜTFETMİŞLER...


Hani bir Türk dünyaya bedeldi!

Kuşadası'ndaki patlamada yaralanan İngilizler'e Türkler'in 3 katı tazminat




2005 yılında terör örgütü PKK’nın bir minibüse yaptığı bombalı saldırıda ölen İngiliz Helen Bennett ve yaralanan 5 akrabası için toplam 2 milyon 600 bin TL tazminat ödenmesine karar veren Türkiye, kendi vatandaşlarına ise bu rakamın üçte birini teklif etti!
Aydın’ın Kuşadası ilçesinde 16 Temmuz 2005 günü PKK’nın bir minibüste patlattığı bomba sonucu aralarında bir İngiliz ve bir İrlanda vatandaşının da bulunduğu 5 kişi hayatını kaybetmişti. Saldırıda ölen İngiliz vatandaşı 21 yaşındaki Helen Bennett’in yanı sıra kardeşi Adam Megaron (20), nişanlısı Stephen Stable (28), teyzesi Toni Punshon (45), teyzesinin arkadaşı Michael Aspinall (44) ve kuzeni Sam Punshon (18) yaralanmıştı. Aile, yaralananların organlarında kalıcı hasarlar meydana geldiği için bir daha iş göremeyecekleri ve hayatlarının geri kalan kısmında bakıma ihtiyaç duyacakları gerekçesiyle İngiliz makamlarına tazminat talebiyle başvurdu.
‘Gidin saldıranlardan isteyin’
Ancak İngiliz makamları saldırının “ülke dışında gerçekleşmesini” gerekçe göstererek tazminat talebinin kabul etmedi. Hatta İngiliz yetkililer “Gidin saldırıyı düzenleyenden isteyin” önerisinde bulundu. Bunun üzerine Bennett’in annesi Sharon Holden, davayı Türkiye’ye taşıdı. Geçen yıl yapılan başvurunun ardından Aydın İdari Mahkemesi, 17 Temmuz 2009’da aldığı kararla Türkiye’nin 1 milyon 100 bin sterlin (yaklaşık 2 milyon 600 bin TL) tazminat ödemesine karar verdi.
Londra saldırıları örneğiKarar geçen hafta taraflara tebliğ edildi. Davayı İngiliz Aile adına izleyen Ersoy Bilgehan Hukuk Bürosu’ndan avukat Gülistan Baltacı süreci şöyle anlattı: “Dışişleri Bakanlığı, 7 Temmuz 2005 tarihinde Londra’da meydana gelen terör saldırılarında yaralanan Türklere istenen tazminatın ödendiğini hatırlatarak, ’karşılıklılık ilkesi’ gereği istenen miktarın verilmesi yönünde görüş bildirdi. Mahkemenin bilirkişi heyeti de bu miktarı onayladı. Dava süreci oldukça hızlı işleyerek bir yılda tamamlandı. Davalı taraf olan Aydın Valiliği’nin bir aylık temyize gitme hakkı var.”
Bakanlık temyiz edecek
İçişleri Bakanlığı ve Aydın Valiliği yetkilileri ise ise kararın yargıda olduğunu, kesinleşmediğini söyledi. Yetkililer, “Bölge İdare Mahkemesi’nin kararı Aydın Valiliği’ne dün ulaştı ve İçişleri Bakanlığı kararı temyiz etmeyi kararlaştırdı. Yargı süreci devam ettiğinden valilik tarafından şu ana kadar herhangi bir tazminat ödemesi de yapılmadı” dedi. Davalı taraf Aydın Valiliği olduğu için tazminatın İçişleri Bakanlığı bütçesinden ödenmesi bekleniyor.
Tazminat nasıl hesaplandı?
TAZMİNATLAR yaralananların yaşı ve sakatlanma oranı göz önünde tutularak hesaplandı. Mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti, çalışma yaşını kadınlar için 60, erkekler için 65 olarak kabul ederek yaralıların bundan sonra eğitim göremeyecek ve çalışamayacak olmalarının yaratacağı maddi zararı hesapladı. Bu nedenle yaşı küçük olan yaralılar için ödenecek tazminat miktarı daha yüksek oldu.
‘Kendi ülkemiz bize sırt çevirdi, Türklere çok teşekkür ederiz’
Saldırıda ölen Bennett’in annesi Holden, karar sonrası hem üzgün hem de mutluydu: “Ağlasam mı gülsem mi bilmiyorum. Helen’i geri getirmek için her kuruşumu feda edebilirim ama bu mümkün değil. Bu para, özellikle kardeşi Adam ve kuzeni Sam için çok yardımcı olacak. Kendi hükümetimiz bize sırt çevirdi. Türk hükümeti kendi ülkemin yapması gerekeni yaptı.” Ailenin İngiltere’deki avukatı Jill Greenfield de “İngiliz hükümetinden sadece merhamet gördük. Ama merhamet faturaları ödemeye yetmiyor. Şimdi bu aile mortgage borçlarını ve faturalarını ödeyebilecek. Türk hükümetine teşekkür ediyoruz” dedi.
Minibüsteki canlı bomba beş kişiyi öldürmüştü
Kuşadası’nda 16 Temmuz 2005’de bir minibüste canlı bomba eylemi ile meydana gelen patlamada 4 kişi öldü, 5’i İngiliz 13 kişi de yaralandı. Deniz Tutum, Eda Okyay, Ufuk Yücedemir ve İrlanda uyruklu Tana Whalen, olay yerinde yaşamını yitirdi. Yaralılardan İngiliz turist ailenin kızı Helen hastanede hayatını kaybedince ölü sayısı 5’e yükseldi. Yaralılardan 5’i de İngiltere’den turist olarak gelen Bennett Ailesi’ndendi.
ÖLENLERİN TAZMİNATLARI YARGIDA
Saldırının ardından Aydın Valiliği, bir komisyon oluşturarak ölenlerin ailelerine 17-24 bin TL teklif etti. İngilizler gibi Türk aileler de bu rakam karşılığında uzlaşmayı kabul etmedi ve dava açtı. Dava sonucunda mahkeme faiziyle birlikte 21 yaşındaki Deniz Tutum’un ailesine 81.672 TL, 23 yaşındaki Ufuk Yücedemir’in ailesine 81.777, yine 23 yaşında olan Eda Okyay’ın ailesine de 81.672 TL tazminat ödenmesine hükmetti. Ancak İçişleri Bakanlığı bu tutarları da temyiz ettiği için tazminat kararı kesinleşmedi ve ödeme yapılmadı.
İNGİLİZ AİLE’YE NE KADAR TAZMİNAT ÖDENECEK?
Yaralılar Doğum tarihi Sakatlık Oranı (%) Tazminat (TL) Faizi (TL) Toplam (TL)Sam Punshon (Kuzen) 1991 57.1 464.645 95.484 560.129Adam Megaron (Kardeş) 1989 46.12 375.935 77.254 453.189Stephen Stable (Nişanlı) 1981 76.85 704.446 144.763 849.209 Michael Aspinall (Arkadaş) 1955 91.23 374.061 76.869 450.930Toni Punshon (Teyze) 1964 62.93 219.070 45.018 264.088Helen Bennett (Öldü) 1984 50.880 10.445 61.325

BALIK HAFIZASI...


Muavenet-i Milliye, 1915.






Muavenet, 1992.



Muavenet Faciasını hatırlayan var mı?

Yine 2 Ekim ve ben bir daha sorayım: 2 Ekim 1992’de, Muavenet Fırkateynimiz tatbikatta Amerika tarafından neden vuruldu? Ve asıl soru: Tatbikat neden kesilmedi? Hiç bir şey olmamış gibi devam etti?

Muavenet Faciası, Devletin Millete unutturmaya çalıştığı çok hazin bir olaydır. Kısaca hatırlatayım: 2 Ekim 1992’de Ege’de bir NATO deniz tatbikatı vardı. Tatbikatın adı, Display Determination 92. Vakit gece yarısı herkes uykudaydı. Amerikan Uçak gemisi SARATOGA durup dururken attığı 2 füzeyle bizim Muavenet Fırkateyni’ni vurdu. Füzenin biri kaptan köşküne diğeri savaş harekat merkezine çarptı. Gemi komutanı Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil 5 şehit ve de 22 yaralı.

Muavenet kullanılmaz hale geldi ve tatbikat dışı kaldı. Şu noktaya bir daha dikkat edelim; tatbikatta kesinlikle gerçek silah kullanmak yoktu. Saldırı yeşil peryodda, yani ‘dinlenme-uyku zamanında’ iken meydana geldi.

Muavenet Fırkateynimize atılan füzeler ‘hava savunma’ füzesi Sea Sparrow’du. Bu saldırı bu füzelerin deniz hedefine karşı kullanıldığı ilk ve tek olaydır! Sea Sparrow öyle bir kişinin nişan alıp atabileceği bir füze değildir. Atılması için bir kaç aşama ve komutan onayı gerektirir. Dolayısıyle bu saldırının “kazaen” olması da mümkün değildir. Amerikan Hükümeti olaya “kaza” demiş, bizim hükümet de buna kuzu kuzu razı olmuştur.

Zaten Amerikan gemileri alarmda filan değildi. Tatbikat bölgesi ne Rus ne Kuzey Kore ne de Çin kıyılarıydı. Saros Körfezi açıklarıydı. Yani, Amerikan güçlerini gerecek hiç bir durum yoktu. Yapılan saldırının boyutları Süleymaniye’deki çuval olayından çok daha büyüktür. 5 Şehit 22 gazinin yakınlarının yaşadıkları, başlı başına bir insanlık faciasıdır.

Muavenet olayında gereken “şahsiyetli” tepki gösterilseydi, Süleymaniye’deki çuval olayı da olmazdı. 5 şehit 22 yaralı varken, gemimiz hurdaya dönmüşken, bizim “komutanlar” tatbikatı kesmedi. Bu utanılacak bir olay ve de bir skandaldır. Sanki NATO görevi, ‘milli görevden’, hakiki komutanlıktan daha önemliydi! Bu olay bir başka ülkede olsa derhal tatbikat kesilirdi. Kesmeyen komutanlar mutlaka yargılanırdı. Hatırlatalım, o zamanki Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Deniz Kuvvetleri Komutanı da Vural Beyazıt idi.

Olaydan sonra devlet şehit ve gazileri yalnız bıraktı. Gaziler Amerikan Ordusuyla karşı karşıya kaldı. Gazilerin açtıkları dava 7 yıl sürdü. Amerikan mahkemesi olayın askeri bir olay değil ‘siyasi bir olay’ olduğuna, dolayısıyle bu davaya bakamayacağına karar verdi. Böylece gemimizi “siyaseten vurulduğu” Amerikan mahkemesi tarafından da ifşa edilmiş oldu.

NEDEN VURULDU?

O günlerde Muavanet’in vurulması dahil 6 ay içinde şunlar oldu:
2 ekim 1992 Muavenet’in vurulması.
24 ocak 1993 Uğur Mumcu suikastı.
17 şubat 1993 Eşref Bitlis uçağının düşmesi.17 Nisan 1993 Cumhurbaşkanı Turgut Özal' ın (ani) ölümü.

O günlerde ABD’nin PKK’ya yardım ettiği bazı Türk komutanlar tarafından açıklanmıştı. TSK ile ABD Ordusu arasında sürtüşme vardı.

TÜRKİYE ŞEHİTLERİNİ YİNE UNUTTU

Bugün Muavenet Fırkateynimizin ABD tarafından vurulmasının yıl dönümüydü ama.. 5 şehit 22 gazimizi, ailelerinden başka kimse hatırlamadı...Hiç bir gazete yazmadı, hiç bir televizyon göstermedi. Hiç bir devlet kuruluşu şehitlerimizi anmadı. Balık hafızalı Türkiye şehitlerimizin kemikleri sızlattı.

MUAVENET ŞEHİTLERİ

Komutan: Kurmay Yarbay Levent Kudret Güngör, Teğmen Alper Tunga Akan, Astsubay Serkan Aktepe, Telefoncu ikmal çavuş Mustafa Kılınç, Topçu er Recep Akan. Hepsinin ruhu şad olsun.

gazeteci.tv