25 Aralık 2009 Cuma

İŞSİZLİK Nedir?!




23 yaşında umutların en çok, hayallerin en yoğun olduğu ve daha hayatın başında, en güzel yıllarında insanı içinden çıkılmaz bir hal ve ruh halinde bırakıp, sizi hayatın oyun alanı dışına atan kabullenmesi en kolay ama en kötü olay.


Yaşadığınız stres dolu günler uzadıkça, kırdığınız kalp sayısı da o kadar artıyor.


Artık insanları anlamamaya, derdinizi anlatamamaya başlıyorsun ya da öyle hissediyorsun.


İçinden sövüyorsun ama yine sen duyuyorsun.


Aylardır görmediğin, zamanında saatleri su gibi harcadığın dostların ile buluşmalar eskisi kadar eğlenceli geçmemeye başlıyor.


Küçük ayrıntılardan zevk alan dostları anlayamıyor, onları tanıdığından şüphe etmeye başlıyorsun.


İçinden onlara sövüyorsun, onları yine anlamıyorsun.


Her gün ziyaret ettiğin siteler sırasıyla yenibiriş, kariyer ve secret cv oluyor.


Sabah akşam başvurulan iş ilanlarının alınan eğitim ile paralellik taşısın istiyorsun ama krizi de bahane eden patronlar yüzünden ne iş olsa yaparıma yöneliyorsun.


Tanıdıklara, konuya komşuya haber veriyor, sizi arayacak birilerini bekliyorsun.


Yine sövüyorsun.


Nasılsa kriz var, aradan master çıksın hem cvmizi yakışıklı yapar diyorsun.


Kaydını yaptırıp her hafta sonu bir dünya yol gidiyorsun.


Bütün herkes hafta sonu eğlenirken sabahtan akşama kadar derslere giriyor, karma karışık olan zihne okulda öğretilen verimliliği, etkinliliği sokuyorsun ama olamıyorsun.


Yine sövüyorsun.



Master programlarından yararlı olsun diye mba yapıyorsun.


Aynı sınıfı doktorlarla, mühendislerle paylaşıyor, nerde çalışıyorsun sorusu sana geldiğinde "özel bir şirkette işsiz olarak çalışıyorum" diyorsun.


Espiri olarak anlayıp gülüyorlar yine anlamıyorlar.


Bu sefer kendine sövüyorsun.


Yok mide agrısıydı, yok baş agrısıydı, yok çıkan yaralar, bezelerdi diye doktora gidiyorsun.


Kocaman hortumu agzından sokturuyor, içini görüyorsun.


Bir şeyin yok stresten bütün bunlar diyorlar.


Önemli olan iç güzellik diyip dalga geçiyorlar.


Çıkıyorsun; çıkarken yine sövüyorsun.


Normal zamanda muhattap almayan kişiler dışarda seni gördügünde soracakları soruyu tahmin ediyor, basını egip uzaklasmak istiyorsun ama kaçamıyorsun.


"Eee iş buldun mu bakıyım" sorusuna cevap için kafayı kaldırdıgında, sakallardan anlıyorlar.


"Bulursun elbet açlıktan kim ölmüş. Hem ...." diye devam ediyorlar "hayırlısı" diyor, susturuyorsun ve kaçıyorsun.


Ayıp olmasın diyorsun ama yine sövüyorsun.


Seviyorsun ama söyleyemiyorsun.


Sadece sevdiğinle kalıyorsun.


"Kriz var ülkede. Zaten kriz olmasa işsizlik hep var, bu dönemde nasıl iş bulayım" diyemiyorsun zaten ne anlar kız krizden.


Hem daha askerlik var.


Kime sövecegini sasırıyorsun.


"Hamdolsun" diyorsun.


"Hep mutlu olmaz ya hayatlar, bizimki de böyle demek" diyorsun.


Bekliyorsun..


Bekliyorsun..


Nereye kadar, bilmiyorsun..


Kaynak:

14 Aralık 2009 Pazartesi

TÜRK

Bugün uçuk benzinle, yırtık cepgeninle bir vatan kurbanı teslimiyetiyle girdiğin devlet kapısından, asker ocağından, yarın yeni libasınla, bir amir kurumiyle çıkarsın! O zaman, bugünkü zayıf, yarın kavi bir kahraman olur bastığı yerleri titretirsin!... Atının dizginini kavrayıp, kılıcını çektiğin, tüfeğini omzuna urup, süngünü taktığın vakit bugünkü köylü, yarın korkunç bir asker olur; asileri sindirirsin!... Tarlanı çapalar, davarını güderken hakaret görürsen bugünkü koyun, yarın yırtıcı bir kaplan kesilir; yuvanı bozanları ezersin!... Seni böyle bir an içinde değişmiş görenler sanırlar ki bu sağlam vücut yalnız asker libası giymek, bu sert pençeler yalnız silah kullanmak, bu kalın ses yalnız siper olmak için yaratılmıştır.

Senin o tabur halinde bir pulat kütlesi katılığında yürürken takındığın o selabet, o vekarı görüp de, sana güvenmemek, seni sevmemek kabil değildir.

Sen gürbüz ninenin, gür ve temiz sütünü daha emerken azamet-i nefesi, sebat ve tahammül, itaat ve tahakküm gibi amir olmak için yaratılmış bir cinsin faziletlerine malik olmuşsun. Bu hakimiyet esaslarını başka milletler mekteplerde, medreselerde anlarlar. Sana bu meziyetleri ninenin iri siyah bakışı, babanın kükreyen dik erkek sesi, Kur'an'ın ilahi ahengi öğretmiştir.

Yırtık poturunla da vakursun; mahkum olsan da hakimsin; temelluktan ziyade tecebbüre meyyalsin; fikrinde azmin gibi sabitsin; sertsin, sertliğinde kabalıktan, bayağılıktan ziyade amiriyet kuvveti, necabet laübaliliği vardır. Hiddetle yıldırım gibi gürlediğin halde rikkatle bir bulut gibi ağlarsın; safiyette bir melek, ısrarda bir devsin... Onun için dünyada eşi bulunmaz hakim bir millet olmuşsun. Düşündüğün zaman bir arslan temkini ile ağır ve sakin duruşundan, kızdığın vakit ki azim ve şiddetin anlaşılmaz. Uzun kirpiklerin altında utangan ve durgun düşünen iri gözlerin bir kere açılmasın; kalın kaşların bir kere çatılmasın; o zaman varlığın, benliğin köpürür; taşar; o zaman ceberutun, haşmetin parlar, yükselir, o zaman cebbar olursun. Bu sırrı hilkatini bilmeyenler, yanılırlar.

Büyüklere karşı saygın bizzat sayılmayı sevdiğindendir; muti olman, muta olmak istemendendir.

Ceberrutun ve zorubazun kadarda hassas ve ince işlerin yaratıcısısın.

Fikrinde muannit, muhabbete muannit, muharebede muannitsin. Yeniliğe ihtiyatla alışırsın. Bir defa alışırsan bırakmazsın. Safsın; seni çekemeyenler böbürlenmekle değil, ekseri sana yaltaklanmakla seni izrar ederler. Ayakların, kolların bir boğa gibi ağır ağır kımıldanırken tavrından tükenmeyen bir tahammül, yılmayan bir azim aşikar olur. O engin denize benzersin ki yavaş yavaş coşar ve coşunca da pek hırçın olursun.

Maddi mefaata ehemmiyet vermezsin. Para denilen maden parçasına itibar etmezsin. Suçun budur. Müsrifliği asalet icabı sayarsın.

Vakarın benliğine galebe eder, cananını canına tercih edersin.

Bir ulu çınarsın ki kırılır, eğilmezsin; ölür, inlemezsin... Kanınla çorak kumlukları sularken ekmeğini alnının terine batırır yer, yine düşman karşısına yaralarınla beraber her yerde bir istihkam gibi çıkarsın. Sen zalim heybetinde bir mazlumsun; ninenin, atanın bucağında dehşet ve heybetle sahip ve hakimsin.

Sen Şarkın kınına giremeyen bir kılıcısın; dövüle dövüle tavlanır, vurula vurula kırılsan bile yine her parçandan bir kıvılcım, her kıvılcımından bir şimşek çıkar. İlahi bir kuvvetin, ebedi bir feyzin var, ey Türk!...''



Kaynak: Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Çağlayanlar eserinden alıntılayan: Okçu, Yahya. Kendimiz, Özen Basım ve Cilt Evi, 1952, 10-12.

27 Kasım 2009 Cuma

Kafesteki Atatürk?!

(...)

Ve…

Son olarak…

Zaman tünelinden bir not…

I. Dünya Savaşı’nı Almanlar kaybettiği için biz de kaybetmedik!

Gerçek adları “Goben” ve “Breslau” olan daha sonra adları “Yavuz” ve “Midilli” olarak

değiştirilen iki Alman gemisi Rus limanlarını bombaladığı için savaşa taraf olmadık!

Bu operasyonların öncesinde, Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914’te imzaladığı gizli bir anlaşma var!

Türk&Alman ittifakı protokolüne göre Osmanlı, resmen I. Dünya Savaşı’na girmiş oluyordu.

Yıllarca tarih kitaplarında tarihi yanlış anlattılar, öğrettiler.

2 Ağustos 1914, ittifak anlaşması tarihi!

27 Ekim 1914 ise iki Türk görünümlü Alman komutanın (Alman Amiral Souchan) komutasındaki

geminin Rus limanlarını bombalama tarihi!

Nerede ağustos, nerede ekim değil mi?!

Bunun üzerine 2 Kasım 1914’te Rusya, 5 Kasım 1914’te İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ne

savaş ilan etti!

Yani Almanlar’ın “oldu-bitti”si ile savaşa girmedik!

Almanlar da kaybettiği için biz de kaybetmedik!

Sözün özü, anlaşma tarihi ortada!

Yani kör gözüne parmak!

Tarihin karanlık odasını karıştırmak, hayıflanmak işimiz değil!

Demem o deme değil, demem şu deme:

Eğer AKP, Türk Milleti’nden “gizli”, İsrail ve/veya İran ile bir “anlaşma”, “ittifak” yaptı ise

bilelim!

Batı’dan Doğru’ya “eksen kayması” var ise öğrenelim!

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&Date=27.11.2009&ArticleID=1166125&AuthorID=58&b=Yeni%20Osmanlilik%20mi&a=Sami%20Kohen&ver=49

Kürede büyük bir dünya savaşının tamtamlarının çalındığı bir ortamda, Türk Milleti’nin bilmesi

gereken bir şey var ise AKP, “korkma”dan çekinmeden açıklamalı!

http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1165400&Date=23.11.2009&Kategori=dunya&b=Peres:%20Sadece%20Turkiyede%20ordu%20demokrasiyi%20koruyor

İstiklal Marşı, “Korkma” diye başlıyor!

Yoksa “tarihin karanlık odası”nın ve/veya “kozmik oda”nın kayda geçirilmemiş notlarını

tutanlar, an gelir o gizli anlaşmaları faş eder!

AKP’nin mecburiyetleri sadece AKP’yi bağlar!

Hülasa:

Sen uyursan sadece sen ölürsün!

Ezcümle:

Ben/biz uyursak herkes ölür!

Nokta!

……………

Nokta!

Sevgiler

27 Kasım 2009
Hayrullah Mahmud Özgür

26 Kasım 2009 Perşembe

'90 yılından bir röportaj (*)





















(*) Gürbüz, Macit. Kaç Pekeke'li Ölmüş Abe, İtil Yayınları, İstanbul, 2004, 69-75.

14 Kasım 2009 Cumartesi

SAYIN BAŞBAKANA MEKTUP VAR...




(Blog yazarının notu: Dün Küreselcilerin bir filmini izledik. Adı 2012. Malumunuz, biraz Nuh Tufanı ile biraz Marduk'un dünyayı teğet geçmesi üzerine meydana geleceği rivayet edilen olağan üstü afetler ve sonrasının bir karışımını anlatıyor. Özet olarak gemiye herkes binemiyor!... Diyeceğim; ortaya çıkarılan üç ses kaydını da dikkatle okuyarak -okumuşlardır ya- alttaki açık mektuba muattapların -inşallah- o gemiye bindirilmek istenilmediğini anlamalarıdır... Keza fazla yenilen "hamur işi" bünyeye zararlıdır...)





"SAHTEKARLIĞI, İHANETİ VE ZULMÜ GÖRÜP SUSAN DA SAHTEKARLIĞA, İHANETE, ZULME ORTAKTIR. KURTULUŞ SAVAŞI KORKAKLARLA, HAİNLERLE, SAHTEKARLARLA KAZANILMAMIŞTIR." Avukat Serdar ÖZTÜRK.








“BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN'A AÇIK MEKTUP,

Sayın Başbakan,

İstanbul Özel yetkili Cumhuriyet Savcılığına "ıslak imza" içerdiği iddia edilerek gönderilen belge, "Teknolojik İmkanlar" kullanılarak üretilmiş başka bir sahte belgedir. Yeni gönderilen belgenin, önceki fotokopi belgeden tek farkı, teknolojik imkanlarla imzanın renkli hale getirilmiş olmasıdır.
"Islak İmza" içerdiği iddia edilen belgedeki sahteciliği ortaya çıkartmak ise gayet kolaydır. Özel yetkili savcılar tarafından, Adli Tıp Kurumuna bir hafta önce atanan ve GRAFOLOJİ UZMANI olmayan tıp doktorlarına hazırlattırılan ve ısmarlama olduğu açıkça sırıtan bu rapor dahi, suça konu belgedeki sahteciliği örtemez.

Benim Adli Tıp Kurumunda ki raporu düzenleyen şahıslar hakkında suç duyurusunda bulunmam ve detaylı olarak sahteciliğin nasıl ortaya çıkartılacağını açıklamamdan sonra paniğe kapılan sahte belge üreticileri, ikinci bir ihbar mektubu (E-Mail olarak) göndererek, belge aslının Askeri Savcılık tarafından istenilip, Jandarma Kriminalden "belge sahtedir" şeklinde rapor alınacağını yazarak, kamuoyunu yanıltıcı propagandalarına devam etmektedirler. Bir kısım müellif ise, imzanın sahteliği kanıtlandığında, bu belgenin TSK. ne ait olmadığı, TSK. ne saldırmak için üretilmiş sahte bir belge olduğu gerçeğinin ortaya çıkacağı korkusu ile, imzaya değil içeriğine bakın diye kamuoyunu aldatmaya çalışmaktadır.

Belgedeki sahteciliğin ortaya çıkartılması için, "ıslak imzalı" olduğu iddia edilen, dokümanın bana göre askeri savcılığa gönderilmesine dahi gerek bulunmamaktadır. "O albayı adalete teslim edin" diye çağrı yapan siz sayın başbakan, eğer zerre kadar yüreğiniz var ise, zerre kadar adalete inancınız var ise ve samimiyetle maddi gerçeğin ortaya çıkmasını istiyorsanız; suça konu belge ile ilgili GRAFOLOJİ raporunu, uzmanlığı olmadığı halde düzenleyen ve suç işleyen ATK çalışanlarının hazırladığı düzmece raporu bir yana bırakın, İTÜ. 'nde görevli grafoloji uzmanları, İ.Ü. Adli Tıp Enstitüsünde görevli GRAFOLOJİ uzmanları ve Adli Tıp Kurumunda görevli, uzman olmadığı halde bu incelemeyi yapan şahıslar dışında, GERÇEK GRAFOLOGLARDAN oluşan, BİR KURULA, savcı Zekeriya ÖZ, askeri savcı ve jandarma kriminal uzmanlarının sadece gözlemci olarak katılımıyla, iddiaya konu belge aslının; altındaki imzanın 12 Haziran 2009 tarihinden sonra ki bir tarihte atılıp atılmadığının mürekkep analizi ile belirlenmesi, ıslak olduğu iddia edilen imzadaki mürekkebin,kartuş/toner mürekkebi olup olmadığının tespit edilerek, belgenin bilgisayarda renkli imzalı olacak şekilde ve sahte olarak hazırlanıp hazırlanmadığının belirlenmesi, imzanın gerçekten Alb. DURSUN ÇİÇEK 'in eli ürünü olup olmadığının belirlenmesi, Alb. Dursun ÇİÇEK' in belgenin düzenlendiği iddia edilen NİSAN 2009 dan, Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki görevinden ayrıldığı tarihe kadar imzaladığı tüm belgelerdeki ıslak imzaların mürekkebi ile, sahte hazırlanmış ve ıslak imzalı olduğu iddia edilen belgedeki mürekkebin karşılaştırılması ile uyum olup olmadığının belirlenmesi ve asıl olduğu iddia edilen belge ile, benim ofisimde bulunan fotokopi belgenin bire bir uyumlu olup olmadığının belirlenmesi için gerekli laboratuar incelemelerinin yapılmasını sağlayın.

Bu incelemeleri, tümü ile sivil uzmanlardan oluşan bu kurula yaptırdığınız takdirde dahi, belgenin sahte olduğunu göreceksiniz. Bu incelemeleri yaptırtmayıp gerçeklerden kaçarsanız ve gerçekleri örtmeye çalışırsanız, belgedeki sahtecilik bir şekilde ortaya çıktığında, Siz, iktidarını korumak için sahte belgelere sığınacak kadar acz içine düşmüş bir başbakan ve sahte belgelerle kendi ordusuna saldıran bir hain durumuna düşürüleceksiniz. Açıkça itham ediyorum ki, belgedeki sahteciliği, düzmece raporlarla örtmeye çalışanların sizi düşürmeye çalıştığı konum budur.

Belgedeki sahtekarlık ortaya çıktığı zaman, size tavsiyem, altına Mersedes vererek desteklemenize rağmen, SÜREKLİ SUÇ İŞLEYEREK BİR BATAKLIK YARATMIŞ OLAN SAVCILARIN ARKASINDA DURMAYIN VE ONLARI ADALETE TESLİM EDİN.


06.11.2009
Avukat Serdar ÖZTÜRK”

Kaynak:







6 Kasım 2009 Cuma

EPIDEMIK FANTEZI...



DOMUZ GRİBİNİN ARDINDAKİ GERÇEKLER


Sivil Örümceğin Ağında kitabının yazarı Mustafa Yıldırım, domuz gribinin ardındaki gerçekleri Bolu Olay Gazetesi için değerlendirdi. İşte Yıldırım’ın domuz gribi üzerine yazdığı o yazıları:

GRİP MEVSİMİ GELDİ İTHAL AŞI PAZARI AÇILDI-1

Son yıllarda çevremde kim “grip” aşısı olsa hemen yatağa düşüyor ve kendi deyişleriyle yerlerde sürünüyorlar. Bu yetmezmiş gibi tüm dünyaya yayılan hayvan gripleri yüzünden hayvanlara yanaşmaz olduk. Konuların içyüzünü araştırmadan insanları yönlendiren medya cambazlarını bir yana bırakıp “grip aşısı” olayını Op. Dr. Uğur Yılmaz’la konuştuk. Konuştukça ezberim dağıldı. Uluslararası tıp karteli, grip aşılarını sonbaharda pazarlıyor. Tüketim hastalığına tutulmuş olan insanlar hipermarketlerden çıkıp kitlelerle aşıya koşuyorlar. Bu nasıl oluyor?Mevsim yaklaştıkça tüm insanların grip aşısı olması gerektiğine inandırma propagandası yoğunlaşıyor. Kitleler, tıp kartelinin kazancını ve uğrayacakları zararı hesaplamadan aşılanmaya koşuyorlar. Her yıl yinelenen bu oyunun perde arkasına bir an baksak mı? Gribe neden olan tek bir virüs yoktur. Genetik yapısı durmaksızın değişen birçok virüs hastalığa neden olur. Dünyanın değişik bölgelerinde değişik virüsler bulunur. Virüsler hep aynı kalamazlar ve sürekli değişirler.Virüsler sürekli değiştiklerine göre insandan insana geçerken ne olur?Virüs kişiden kişiye geçerken hastalık yapma yeteneğini yitirir ve aynı zamanda yapısını da değiştirir.Hangi virüs neden olursa olsun grip hastalığı çok tehlikeli midir?Grip, dünya çapında salgınlar yaratan tehlikeli ve ölümcül bir hastalık değildir. Dünya boyutunda hiç mi salgın yoktur?Bu olasılık çok zayıftır. Geçen yüzyılda yalnızca iki salgın oldu.Salgın dendiğine göre neden bu kadar az rastlanıyor?Dünyanın değişik bölgelerinde görülebilecek virüsler birbirinden ayrı türlerdir. Bütün dünyayı tutabilecek bir salgın gerçekleşme olasılığı çok düşüktür. Aşırı endişelenme ve korkuya gerek yoktur. “Korkmayın” diyorsunuz; ama ya ölümler?..Çevreden virüs nedeniyle, genel durumu bozuk, bağışıklık sistemi zayıflamış kişilerde hafif bir grip enfeksiyonu, başkaca ateşli hastalıklarda olduğu gibi insan yaşamını tehlikeye sokabilir. Virüs grip aşısıyla alınınca da ateşli hastalık olabilir ve yaşamı tehlikeye sokar.Aşılanan çocuklar nasıl etkileniyor?Ülkemizde klinik gözlemi, raporları yok; ama bu konuda somut verilere dayalı bir çalışmayı Mayo Clinic gerçekleştirdi: 263 hasta çocuğun durumunu saptadılar. Aşılanan çocukların hastaneye yatırılacak denli hastalanmaları oranının aşılanmayan çocuklara göre üç (3) kat daha çok olduğunu saptadılar. Ayrıca astımı olan çocuklarda bu oranın daha da yüksek olduğu gözlendi. Bu konu için Science Daily’nin yayınına bakılabilir. (http://www.sciencedaily.com/ releases/ 2009/05/090519172045.htm) Grip aşıları bizi hastalıktan korumuyor mu? Grip aşıları, Kuzey Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinde en fazla görülen virüslere karşı yapılmaktaydı. Aşılar, zaten bir yıl önce dünya ve bölge çapında salgına neden olmamış virüslerden yapıldığı için, bu virüslerin ertesi yıl hastalığa ve salgına yol açma yetenekleri azalmış olacaktır. Aşı hiç mi etkilemez?Bu aşılar, teorik olarak üretildikten bir yıl sonra Kuzey Amerika ve Avrupa’da aşıdaki virüslerin yol açtığı bir salgın olursa bir dereceye kadar yararlı olabilir; fakat bu da çok düşük bir olasılıktır. Çünkü gündemdeki virüsler bir yıl sonra değişecektir. Oysa dünyanın başka bölgelerinde yaşayan insanların bu virüslerle karşılaşma ve hastalanma olasılığı çok zayıftır. Tek bir virüsle oluşan kızamık ve benzeri virüslere karşı ancak yıllarca süren bir aşılama ile koruma sağlanabilmektedir.

GRİP MEVSİMİ GELDİ İTHAL AŞI PAZARI AÇILDI-2

Hastalık bulaşıcı olduğuna göre…Bulaşma olasılığı bulunan başka virüsler dünyanın değişik bölgelerinde de vardır; gelişebilirler ve buradan da yayılabilirler. Bunlara karşı aşının zaten etkisi olmayacaktır. Aşılanan insanlar hemen gribe yakalanıyorlar; bu insanlar zayıf mıdırlar?Aşı zayıflatılmış virüslerden oluştuğu için aşılanan kişiler genellikle hafif, fakat bazen orta ve ağır şiddette hastalık geçirebilirler. Belirli virüslere karşı geliştirilen aşıların bu virüslere karşı bile koruyuculuğu zayıftır.Bu oluşan antikorla ölçülür; bu oran % 50-80 arasında değişmektedir. Aşı etkisi kesin olarak ölçülemiyor mu?Kanda virüslere karşı oluşan antikorla ölçülür; ama böyle bir çalışmanın geniş kitleler üzerinde yapılması pratik değildir ve böyle bir çalışma da yapılmamıştır. (İnsanlarda aşılanan virüslere karşı, 3. ve 6. ay sonunda ne oranda antikor oluştuğu ölçülmemiştir.)Aşıların koruma etkisi, aşılanmayı izleyen oldukça uzun bir süreden sonra gerekli antikorların yeterli oranda oluşmasıyla başlar. Bazen hiç antikor da oluşmayabilir de. Oluşan antikorlar aşıda bulunmayan virüslere karşı sağlığı korumaz.Bu durumda aşı hiç koruyucu olamayabiliyor mu demek istiyorsunuz? Aşı etkisi incelenmiyor mu?Mantık gereği, aşıların koruyucu olamayacağı açık olmasına karşın, aşıların etkisiyle ilgili yalnızca bir tek çalışma yapılmıştır. ABD'de 2003’de gerçekleştirilen bu çalışmada aşıların beklenildiği gibi etkisiz olduğu anlaşılmıştır. ABD resmi yayınından bakılabilir.(http://www.cdc.gov/ OD/OC/MEDIA/pressrel/fs040115.htm) Aşıların ölüm oranlarını düşürdüğü ileri sürülüyor…Aşıların bir yandan grip salgınlarını önleyemeyeceği kabul edilirken, öte yandan ölümleri azaltacağı ileri sürülmekteydi. Ne var ki bir grip salgınında aşılananlar arasında ölüm oranının daha yüksek olduğu görüldü. Bu nasıl olur?İnsanlarda görülen her türlü ateşli hastalığa, soğuk algınlığına “grip” tanısı konuluyor. Bu büyük bir hatadır. Grip virüslerinin yanı sıra doğada insana bulaşabilen bir çok virüs ve hastalık vardır. Bu nedenle grip olduğu söylenen her hastalığın “grip” olmadığı ve bu tanının bir varsayım olduğu unutulmamalıdır. Yani ölümler, başka hastalıklardan da olabilir. Bu durumda sormak zorundayım: Gribe karşı geliştirilen aşı ve ilaçların etkili olup olmadığı ölçülebilir mi? Hastalığı hafifletir mi? Ateşli hastalıkların ortalama bir süresi olmadığı gibi, seyri kişiden kişiye de değişir. Başlangıç ve bitiş anı saptanamaz. Bu nedenle ilaçların ve aşının, hastalık süresini kısalttığı, şiddetini azalttığı tümüyle yalnızca varsayımdır. Bir ülkede ya da salgındaki bütün virüslerin aynı tür olamayacağı da unutulmamalıdır.Aşıların hastalığı önleme yeteğinde kesinlik yoksa niçin grip aşısı kuyruğuna giriyoruz?Toplum bir yandan siyasi otoritelerin de yardımı ile korkutuluyor. Önemli bir soruna neden olmayacak bir hastalığa karşı aşı kampanyası başlatılıyor. Dünya veya bölge çapında salgınların (epidemi) görülmemesi de yapılan bu etkisiz aşılama ve ilaçlara bağlanıyor. Aşılar tıp kartelinin sürekli pazarlanan hastalık ve buna uygun ilaç-aşı geliştirme stratejisine uygun olarak üretilen ticari ürünlerdir.Koruyuculuğu son derece kuşkulu olan, daha doğrusu “ya tutarsa” gibi bir varsayıma dayanılarak uygulanan aşının bize zararı olur mu? Önemli bir soru! Bölgemizde hiç karşılaşmayacağımız, tanışmayacağımız birçok virüs, aşı olarak bedenimize yerleştirilmiş oluyor. Bu virüsler hücre içinde çoğaldığı için DNA yapısına girerek bir çok hastalık ve bozukluğu neden olurlar. Daha da önemlisi aşıların içinde koruyucu olarak cıva (mersol) ya da formaldehit maddeleri bulunmaktadır. Formaldehit kanser yapıcıdır ve cıva da beyinde birikme yeteneğine sahip bir ağır metaldir. Yinelenen aşılarla biriken civanın zehirleme etkisi çoğalır. Bu nedenle otizm ve müzmin yorgunluk sendromu ya da yavaş virüs enfeksiyonu gibi hastalıkların arttığı ileri sürülmektedir. Aşı üretimi sırasında başka virüsler (sitomegalovirüsler ve AİDS gibi) de aşıya karışarak hesapta olmayan değişik virüs enfeksiyonlarına neden olabilir. Korunacağız derken zaten siyasal bunalımlar içinde güç bela sürdürdüğümüz yaşamımızı tıp sanayisinin çıkarları uğruna iyice tehlikeye atıyoruz; öyle mi?Ne yazık ki öyle!..

Odatv.com



Çıkar Salgını!
Domuz giribinin arkasındaki ekonomik çıkarlar nelerdir ?

Dünyada her sene milyonlarca insan malaryadan ölüyor halbuki basit bir tül sineklik onları koruyabilir. Gazeteler bundan bahsetmiyor!
Dünyada her sene 2 milyon çocuk ishalden ölüyor halbuki 23 cm lik bir sorum onları kurtarabilir. Gazeteler bundan bahsetmiyor!

Kızamık ve zature ve diğer hastalıklardan her sene 10 milyon insan ölüyor. Tüm bu insanlar daha ucuz ilaçlarla kurtulabilir. Gazeteler bunlarda da bahsetmiyor.!

Bundan yaklaşık on yıl önce kuş gribi çıktığında bütün gazeteler bizi bilgiye boğdu...
Bütün diğer salgınlardan daha tehlikeli... Dünyayı tehdit eden salgın! Gazeteler sadece bu tavukların korkunç hastalığından bahsediyordu. Buna rağmen toplam insan kaybı 10 sene de 250. Yani senede 25!

Normal grip senede yarım milyon can alıyor. 25e karşı YARIM MİLYON!

Sadece bir saniye: Niçin kuş gribinden bu kadar bahsedildi?
Çünkü bu tavukların arkasında bir "horoz" vardı, büyük ibikli bir horoz. Uluslararası Roche ilaç grubu Asya ülkelerine milyonlarca doz Tamiflu sattı, Ingiltere hükümeti halkını korumak için 14 milyon doz satın aldı. Kuş gribi sayesinde Roche ve Relenza, iki büyük ilaç grubu milyonlarca dolar kâr ettiler.
-Dün tavuklarla, bugün domuzlarla
-Evet bugün domuz gribi psikozu başlatıldı. Tüm dünya medyası sadece bundan bahsediyor.
-Ekonomik global krizden bahseden, Guantanamodaki işkencelerden bahseden yok!
-Sadece domuz gribinden ve domuzlardan bahsediliyor...
-Kendi kendime soruyorum: Eğer tavukların arkasında bir "horoz" varsa... domuz gribinin arkasında büyük bir domuz olmasın?

Kuzey Amerikan Gilead Sciences Tamiflunun brevet sahibi. Bu işletmenin en büyük hissedarıysa tam bir kişilik, Donald Rumsfeld George Bush dönemi savunma bakanı., Irak savaşının stratejisti...

Roche ve Relenza hissedarları milyonlarca dolarlık Tamiflu satışı nedeniyle ellerini oğuşturuyorlardır. Gerçek "Pandemie" (dünyayı etkileyen büyük salgın) çıkar salgınıdır, sağlık paralı askerlerinin çıkarları.
Çeşitli ülkelerin aldığı önlemleri inkar etmiyorum.
İşte burası bam teli (tercüme edenin düşüncesi) Eğer domuz gribi söylendiği gibi gerçekten dünyayı tehdit eden büyük bir salgınsa (pandemiyse) DünyaSağlık Örgütü’nün başındaki o kadar bu hastalıktan tedirgin oluyorsa(Margaret Chan adında bir Çinli) neden o zaman bu hastalığı dünya sağlığını tehdit eden bir hastalık olarak ilan edip, hastalığa karşı savaşmak için jenerik türevlerinin üretilmesini önermiyor?
Rocheve Relenzanın brövelerinin iptalini isteyip yerine her ülkenin kendi üreteceği jenerik türevlerini üretmiyorlar?
Herkes bu büyük salgının arkasındaki gerçeği görsün. Çünkü medya sadece kendi sponsorlarının haberlerini veriyor.

29 Ekim 2009 Perşembe

RASİM ' CİĞİMİZ...




Google reklamlarından derin düşünceli(!) Rasim'ciğimizin payına düşen reklam... Aynen böyle resmetmeye devam Rasim'ciğimiz...






Kısayolu: http://www.fikriyet.com/anasayfa/haber_detay.asp?haberID=484

7 Ekim 2009 Çarşamba

YAHUDİ TALMUDU

Genç bir adam ünlü bir rabiyi (hahamı) ziyaret ederek Talmud öğrenme arzusunu dile getirir. Rabi sorar:
- Aramice biliyor musun?
- Hayır.
- İbaranice?
- Hayır.
- Tora öğrendiniz mi?
- Hayır, ama endişelenmeyin. Columbia Üniversitesi'nde felsefe okudum, Harvard'ta Sokrates mantığı üzerine doktora yaptım. Şimdi biraz Talmud öğrenerek eğitimimi tamamlamak istiyorum.
Rabi, delikanlıya Talmud öğrenmeye hazır olduğunu düşünmediğini söyler.
- Ancak, dilerseniz mantık konusunda sizi sınayabilirim. Sınavı geçerseniz size Talmud öğretirim.
Rabi iki parmağını kaldırır.
- İki hırsız bacadan süzülerek bir eve girer. İçeri vardıklarında birinin yüzü temiz diğerininki kirlidir. Hangisi yüzünü siler?
- Yüzü kirli olan.
- Yanlış. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olanı görür ve kendi yüzünün de temiz olduğunu düşünür. Yüzü temiz olan ise, kirli olanı görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu düşünür. Dolayısıyla silinen, yüzü temiz olandır.
- Çok akıllıca. Beni bir daha sınayın.
Rabi aynı soruyu tekrarlar.
- Yüzü temiz olanın yüzünü sildiğini belirledik zaten.
- Yine yanlış. İkisi de yüzünü yıkar. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olanı görür ve kendi yüzünün de temiz olduğunu sanır. Yüzü temiz olan, kirli olanı görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu sanır. Kirli yüzlü adam temiz olanın yüzünü sildiğini görünce o da yüzünü siler.
- Bunu düşünmemiştim. Beni bir daha sınayın.
Rabi aynı soruyu tekrar sorar.
- İkisi de yüzünü siler.
- Yine yanlış. Hiçbiri yüzünü silmez. Şu basit mantığa bakın: Yüzü kirli olan, temiz olana bakar ve kendi yüzünün de temiz olduğunu sanır. Yüzü temiz olan ise arkadaşının kirli yüzünü görür ve kendi yüzünün de kirli olduğunu sanır. Ancak, yüzü temiz olan, yüzü kirli olanın yüzünü silmediğini görünce o da yüzünü silmez. Dolayısıyla, hiçbiri yüzünü silmez.
Genç adam umutsuzdur.
- Ben Talmud öğrenecek niteliklere sahibim. Lütfen beni bir kez daha sınayın.
Rabi aynı sorusunu sorar
- Hiçbiri yüzünü silmez.
- Yanlış. Sokrates mantığının Talmud öğrenmek için neden yetersiz olduğunu artık anlıyor musunuz? Aynı bacadan giren iki adamın, birinin yüzü temiz, diğerinin yüzü kirli olur mu?
Genç adam sabırsızlanır ve rabiye meydan okur.
- Bir dakika! Aynı soru için bana üç tane çelişen yanıt verdiniz. Bu imkansızdır!
- Hayır oğlum. Bu Talmud'dur.

Olaylar ve olgularda mantıksal disiplinlerle tek bir vargıya veya sonuca ulaşmak yerine, olası bütün sonuçların ayrıntılı biçimde ortaya konulması gerekiyor sanırım.
İran Şahlığı 1978 yılında TUDEH (İran Komünist Partisi) ve Humeyni işbirliği soncunda yıkılmış ve İran ABD'nin kontrolünden çıkmıştı.
Nikaragua'daki ABD destekli Somoza diktatörlüğünün 1979'da Sandinist Devrim ile yıkılması sonucunda, Nikaragua da ABD kontrol ve denetiminin dışına çıkmıştı. Aynı yıl Türkiye'de PKK kurulmuştu. Sovyetler Birliği, dinci muhalefete karşı, Sovyet yanlısı Babrak Karmal hükümetini desteklemek için Afganistan'ı işgal etmişti.
1980'de başlayan İran-Irak savaşı ise, tarihsel ve mekansal olarak bu olay ve olgularla ilgisizmiş, birbirinden bağımsızmış, aralarında nedensellik (illiyet) bağı bulunmuyormuş gibi görünüyordu.
1980 ve 1988 yılları arasında yapılmış olan bu savaşta, yaklaşık bir milyon kişi ölmüş, 150 milyar Amerikan Doları maddi hasar ve her iki ülkede de ağır yıkımlar meydana gelmişti. Irak'ın zaferleri ile başlayan savaş, İran'ın direnmesiyle yıpratma savaşına dönüşmüş ve galibi olmadan sonuçlanmıştı.
Oysa ki, bu olay ve olguları birbirleriyle diyalektik biçimde ilişkilendiren bir akıl olduğu bakın nasıl ortaya çıkıyor:
İran-Irak savaşı Humeyni'ye TUDEH'i tasfiye etmesi için gerekçeler ve uygun koşullar sunuyor. TUDEH'in tasfiyesinden sonra Humeyni en büyük şeytan ilan ettiği ABD'den gizlice silah alıyor. (Çünkü, İran Ordusunun silah donanımı ABD menşeli) Sovyet silahlarıyla donanımlı Irak Ordusuna karşı savaşmak için İran'ın ödemiş olduğu paralar yine gizlice Nikaragua'nın komşusu Honduras'ta oluşturulan Kontralar'a (ABD'nin deyimiyle Özgürlük Savaşçıları) aktarılıyor. ABD tarafından kullanılan Kontralar Nikaragua'daki Sandinist iktidara karşı savaşıyorlar ve yıllar süren savaş sonucunda yıpratılan Sandinistler iktidarı kaybetmişti.
İran-Irak Savaşının olası sonuçları neler olmuştu:
TUDEH üyeleri uyuşturucu ticareti ve ihanet gibi fiillerle kolayca suçlanarak, şeriat mahkemelerinde sözde yargılanarak mahkum olmuşlar vinçlerle meydanlarda asılmak suretiyle acımasızca, vahşice öldürülerek ortadan kaldırılmıştı ki böylece İran mutlak olarak Şii molla iktidarının eline geçmişti. Şii İran tehdidi, Sunni Arapları İsrail'e ve ABD'ye daha yakınlaştırmıştı.
Sovyet silahları kullanan Irak, İran karşısında Batı'dan da silah almaya başlamış ve savaşı finanse etmek için Suudi Arabistan ve Kuveyt'e borçlanmıştı.
Irak'taki Kürt kabileler İran'a yardım ettikleri gerekçesiyle Irak Ordusunun hışmına uğramış. Saddam yönetimi kendi Kürtlerine karşı PKK'nın barınması için serbestlik sağlamış. PKK, 1984 yılında Şırnak baskınıyla Türkiye karşıtı eylemlerini ilan etmiş. T. Özal, PKK için 'üç beş çapulcu' demiş idi.
Savaş sonucunda İran-ırak sınırında bir taşın dahi yeri değişmemişti.
Nikaragua'da iktidarın Amerikan yanlılarına geçmesinin ardından ve Irak yeterince borçlandırıldıktan sonra bu 'komedi savaş' sona ermişti.
Suudi Arabistan ve Kuveyt'e borçlarını ödeyemeyen Saddam yönetimi silahlanmakla suçlanıyordu; Saddam'ın borçlu olduğu iki devlet ne yeni borç veriyor, ne borçların vadesini uzatıyor; ne de Irak'ın OPEC' teki petrol kotasını arttırmasına izin veriyorlardı.
Çaresiz kalan Saddam borç baskısı altında ve borçlarını ödeyebilmek için, ABD-Kuveyt ikili savunma anlaşmalarını bile bile, Kuveyt petrol kuyuları üzerinde hak iddia etmeye başladı; ABD ise bu durumda tarafsızlığını koruyacağı yönünde Irak'ı cesaretlendiren açıklamalar yapıyordu. (Sovyetler Birliği 'glasnost ve presteroka' sürecinde Afganistan'dan çekilmiş, Bin Ladin'li, El Kaideli Mücahit hareketi kısa sürede Kabil'de iktidarı ele geçirmişti.)
1991 yılı Ağustos'unda Irak Ordusu, Kuveyt'e girmişti; Londra'daki bir gösteride göstericilerin taşıdığı bir pankartta 'Kuveyt El-Sabbah ailesinindir.' yazıyordu. 1992 Mart'ında ABD Ordusu Irak üzerinde egemenlik kurdu ve Irak dünyadan siyasal ve ekonomsal olarak izole edilirken, 32'nci paralelin üzerinde, Türkiye'de üslenmiş olan 'Çekiç Güç' korumasındaki bölgede Kürt aşiretlerin federasyon yönetimi oluşturulmuştu.
Afganistan'da mücahit gruplar ve aşiretler arasında sürtüşmeler devam ederken, Sovyet işgali yıllarında ölen mücahitlerin çocuklarının sınırdaki Pakistan bölgesinde kurulan kamplarda yetiştirilen çocuklardan oluşturulan Taliban, ABD'li petrol şirketi AMACCO'nunu mali desteği ile Afganistan'da iktidarı ele geçirmişti. (AMOCCO'nun amacı Hazar petrollerin Hint Okyanusuna ve ordan da Pasifik'e akıtmak idi sanırım.)
1996 yılında Refah-yol iktidarıyla Türkiye tarikatların iktidarını görmüş ve 28 Şubat hareketiyle Erbakan iktidardan uzaklaştırılmıştı.
Ölümü görmüş, sıtmaya razı olmuştuk.
Ülke ekonomisi MAİ (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) ile hırpalanmıştı. Yine MAİ'nin en önemli hükmü olan Uluslar arası Tahkim Kurulu'nun önünü açan Anayasa değişikliği yapılmakla yargısal egemenliğimizden vazgeçilmişti. Nihayet, Devlet'in yapısında niteliksel dönüşümlerin önemli merhalesi olan 1999 Stand-by Anlaşması imzalanmıştı.
PKK terör örgütü 1998'de göreli olarak etkisizleştirilmiş ve aynı zamanda Türkiye'yi de kısmi başarılı gösterecek şekilde Öcalan teslim edilmişti. PKK terörü hız kesmiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olayı soğumaya bırakmıştı. Güneydoğuda PKK terörü ile keskinleşen saflar gevşemiş ve böylece Barzaniciliğin yeşereceği toplumsal zemin oluşturulmuştu. Türkiye'deki Kürt aşiretlerle Irak'taki Kürt aşiretler arasında ilişkiler geliştirilmişti. (Irak'taki Kürt okullara öğrenci gönderilmesi, ticari ve mali ilişkiler gibi.)
2001 yılında El Kaideli Bin Laden, , ömrünü tamamlamak üzere olduğu için kısmen boşaltılmış ve tamamen boşaltıldıktan sonra yıkılması planlanan ABD'deki ikiz kulelere saldırmış ve üçbin civarında ABD vatandaşının ölümüne sebep olmuştu ve böylece ABD uluslar arası bir destek ve ittifakla El Kaide'yi ortadan kaldırmak için Afganistan'da taş üstünde taş bırakmamış; ama El Kaide Irak'ta ortaya çıkmıştı! (Bu durum, ABD'nin İkinci Dünya Savaşına girmesinin gerekçesi olan, Aralık 1941`de Havai Adaları`ndaki Pearl Harbour (Pörl Harbur) Limanı `nda bulunan Amerikan donanmasına Japonya'nın yaptığı baskını anımsatmıyor mu?)
2002 yılında kuruluşundan kısa bir süre sonra AKP, ABD ve AB desteğiyle, Türkiye'de iktidara geliyor. 2003 te ABD, Irak'ı işgal ediyor. Irak ABD hükümranlığına giriyor. Aynı yıllarda PKK eylemleri yükselmeye başlıyor.
AKP Hükümetleri ulus devlet ve ulus toplum yapılarını aşındırmış ve bürokrasi Nakşibendi Tarikat'ının çeşitli cemaatleri tarafında ele geçirilmiş durumda değil mi?
Molla Mustafa Barzani (Mesut Barzani'nin babası) Nakşibendi değil mi?
Emperyalizm, bölgede Nakşibendi Tarikatıyla anlaşmış olabilir mi? 18 Aralık 2007

Not: El Kaide'li Bin Ladin ve Suudiler Vehabilik Mezhebindendir. Bu mezhep 18. asırda İngilizlerce kurulmuş ve İngiliz amaçlarına hizmet etmiş olduğu tarihsel süreçlerden anlaşılmaktadır.
Sandinistaların lideri Ortega son seçimlerde Nikaragua Devlet Başkanlığına seçilmiştir.

Yazara teşekkürlerimizle ;

http://www.bizkackisiyiz.com/yazi.php?yazi_id=26019

2 Ekim 2009 Cuma

EFENDİLER LÜTFETMİŞLER...


Hani bir Türk dünyaya bedeldi!

Kuşadası'ndaki patlamada yaralanan İngilizler'e Türkler'in 3 katı tazminat




2005 yılında terör örgütü PKK’nın bir minibüse yaptığı bombalı saldırıda ölen İngiliz Helen Bennett ve yaralanan 5 akrabası için toplam 2 milyon 600 bin TL tazminat ödenmesine karar veren Türkiye, kendi vatandaşlarına ise bu rakamın üçte birini teklif etti!
Aydın’ın Kuşadası ilçesinde 16 Temmuz 2005 günü PKK’nın bir minibüste patlattığı bomba sonucu aralarında bir İngiliz ve bir İrlanda vatandaşının da bulunduğu 5 kişi hayatını kaybetmişti. Saldırıda ölen İngiliz vatandaşı 21 yaşındaki Helen Bennett’in yanı sıra kardeşi Adam Megaron (20), nişanlısı Stephen Stable (28), teyzesi Toni Punshon (45), teyzesinin arkadaşı Michael Aspinall (44) ve kuzeni Sam Punshon (18) yaralanmıştı. Aile, yaralananların organlarında kalıcı hasarlar meydana geldiği için bir daha iş göremeyecekleri ve hayatlarının geri kalan kısmında bakıma ihtiyaç duyacakları gerekçesiyle İngiliz makamlarına tazminat talebiyle başvurdu.
‘Gidin saldıranlardan isteyin’
Ancak İngiliz makamları saldırının “ülke dışında gerçekleşmesini” gerekçe göstererek tazminat talebinin kabul etmedi. Hatta İngiliz yetkililer “Gidin saldırıyı düzenleyenden isteyin” önerisinde bulundu. Bunun üzerine Bennett’in annesi Sharon Holden, davayı Türkiye’ye taşıdı. Geçen yıl yapılan başvurunun ardından Aydın İdari Mahkemesi, 17 Temmuz 2009’da aldığı kararla Türkiye’nin 1 milyon 100 bin sterlin (yaklaşık 2 milyon 600 bin TL) tazminat ödemesine karar verdi.
Londra saldırıları örneğiKarar geçen hafta taraflara tebliğ edildi. Davayı İngiliz Aile adına izleyen Ersoy Bilgehan Hukuk Bürosu’ndan avukat Gülistan Baltacı süreci şöyle anlattı: “Dışişleri Bakanlığı, 7 Temmuz 2005 tarihinde Londra’da meydana gelen terör saldırılarında yaralanan Türklere istenen tazminatın ödendiğini hatırlatarak, ’karşılıklılık ilkesi’ gereği istenen miktarın verilmesi yönünde görüş bildirdi. Mahkemenin bilirkişi heyeti de bu miktarı onayladı. Dava süreci oldukça hızlı işleyerek bir yılda tamamlandı. Davalı taraf olan Aydın Valiliği’nin bir aylık temyize gitme hakkı var.”
Bakanlık temyiz edecek
İçişleri Bakanlığı ve Aydın Valiliği yetkilileri ise ise kararın yargıda olduğunu, kesinleşmediğini söyledi. Yetkililer, “Bölge İdare Mahkemesi’nin kararı Aydın Valiliği’ne dün ulaştı ve İçişleri Bakanlığı kararı temyiz etmeyi kararlaştırdı. Yargı süreci devam ettiğinden valilik tarafından şu ana kadar herhangi bir tazminat ödemesi de yapılmadı” dedi. Davalı taraf Aydın Valiliği olduğu için tazminatın İçişleri Bakanlığı bütçesinden ödenmesi bekleniyor.
Tazminat nasıl hesaplandı?
TAZMİNATLAR yaralananların yaşı ve sakatlanma oranı göz önünde tutularak hesaplandı. Mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti, çalışma yaşını kadınlar için 60, erkekler için 65 olarak kabul ederek yaralıların bundan sonra eğitim göremeyecek ve çalışamayacak olmalarının yaratacağı maddi zararı hesapladı. Bu nedenle yaşı küçük olan yaralılar için ödenecek tazminat miktarı daha yüksek oldu.
‘Kendi ülkemiz bize sırt çevirdi, Türklere çok teşekkür ederiz’
Saldırıda ölen Bennett’in annesi Holden, karar sonrası hem üzgün hem de mutluydu: “Ağlasam mı gülsem mi bilmiyorum. Helen’i geri getirmek için her kuruşumu feda edebilirim ama bu mümkün değil. Bu para, özellikle kardeşi Adam ve kuzeni Sam için çok yardımcı olacak. Kendi hükümetimiz bize sırt çevirdi. Türk hükümeti kendi ülkemin yapması gerekeni yaptı.” Ailenin İngiltere’deki avukatı Jill Greenfield de “İngiliz hükümetinden sadece merhamet gördük. Ama merhamet faturaları ödemeye yetmiyor. Şimdi bu aile mortgage borçlarını ve faturalarını ödeyebilecek. Türk hükümetine teşekkür ediyoruz” dedi.
Minibüsteki canlı bomba beş kişiyi öldürmüştü
Kuşadası’nda 16 Temmuz 2005’de bir minibüste canlı bomba eylemi ile meydana gelen patlamada 4 kişi öldü, 5’i İngiliz 13 kişi de yaralandı. Deniz Tutum, Eda Okyay, Ufuk Yücedemir ve İrlanda uyruklu Tana Whalen, olay yerinde yaşamını yitirdi. Yaralılardan İngiliz turist ailenin kızı Helen hastanede hayatını kaybedince ölü sayısı 5’e yükseldi. Yaralılardan 5’i de İngiltere’den turist olarak gelen Bennett Ailesi’ndendi.
ÖLENLERİN TAZMİNATLARI YARGIDA
Saldırının ardından Aydın Valiliği, bir komisyon oluşturarak ölenlerin ailelerine 17-24 bin TL teklif etti. İngilizler gibi Türk aileler de bu rakam karşılığında uzlaşmayı kabul etmedi ve dava açtı. Dava sonucunda mahkeme faiziyle birlikte 21 yaşındaki Deniz Tutum’un ailesine 81.672 TL, 23 yaşındaki Ufuk Yücedemir’in ailesine 81.777, yine 23 yaşında olan Eda Okyay’ın ailesine de 81.672 TL tazminat ödenmesine hükmetti. Ancak İçişleri Bakanlığı bu tutarları da temyiz ettiği için tazminat kararı kesinleşmedi ve ödeme yapılmadı.
İNGİLİZ AİLE’YE NE KADAR TAZMİNAT ÖDENECEK?
Yaralılar Doğum tarihi Sakatlık Oranı (%) Tazminat (TL) Faizi (TL) Toplam (TL)Sam Punshon (Kuzen) 1991 57.1 464.645 95.484 560.129Adam Megaron (Kardeş) 1989 46.12 375.935 77.254 453.189Stephen Stable (Nişanlı) 1981 76.85 704.446 144.763 849.209 Michael Aspinall (Arkadaş) 1955 91.23 374.061 76.869 450.930Toni Punshon (Teyze) 1964 62.93 219.070 45.018 264.088Helen Bennett (Öldü) 1984 50.880 10.445 61.325

BALIK HAFIZASI...


Muavenet-i Milliye, 1915.






Muavenet, 1992.



Muavenet Faciasını hatırlayan var mı?

Yine 2 Ekim ve ben bir daha sorayım: 2 Ekim 1992’de, Muavenet Fırkateynimiz tatbikatta Amerika tarafından neden vuruldu? Ve asıl soru: Tatbikat neden kesilmedi? Hiç bir şey olmamış gibi devam etti?

Muavenet Faciası, Devletin Millete unutturmaya çalıştığı çok hazin bir olaydır. Kısaca hatırlatayım: 2 Ekim 1992’de Ege’de bir NATO deniz tatbikatı vardı. Tatbikatın adı, Display Determination 92. Vakit gece yarısı herkes uykudaydı. Amerikan Uçak gemisi SARATOGA durup dururken attığı 2 füzeyle bizim Muavenet Fırkateyni’ni vurdu. Füzenin biri kaptan köşküne diğeri savaş harekat merkezine çarptı. Gemi komutanı Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil 5 şehit ve de 22 yaralı.

Muavenet kullanılmaz hale geldi ve tatbikat dışı kaldı. Şu noktaya bir daha dikkat edelim; tatbikatta kesinlikle gerçek silah kullanmak yoktu. Saldırı yeşil peryodda, yani ‘dinlenme-uyku zamanında’ iken meydana geldi.

Muavenet Fırkateynimize atılan füzeler ‘hava savunma’ füzesi Sea Sparrow’du. Bu saldırı bu füzelerin deniz hedefine karşı kullanıldığı ilk ve tek olaydır! Sea Sparrow öyle bir kişinin nişan alıp atabileceği bir füze değildir. Atılması için bir kaç aşama ve komutan onayı gerektirir. Dolayısıyle bu saldırının “kazaen” olması da mümkün değildir. Amerikan Hükümeti olaya “kaza” demiş, bizim hükümet de buna kuzu kuzu razı olmuştur.

Zaten Amerikan gemileri alarmda filan değildi. Tatbikat bölgesi ne Rus ne Kuzey Kore ne de Çin kıyılarıydı. Saros Körfezi açıklarıydı. Yani, Amerikan güçlerini gerecek hiç bir durum yoktu. Yapılan saldırının boyutları Süleymaniye’deki çuval olayından çok daha büyüktür. 5 Şehit 22 gazinin yakınlarının yaşadıkları, başlı başına bir insanlık faciasıdır.

Muavenet olayında gereken “şahsiyetli” tepki gösterilseydi, Süleymaniye’deki çuval olayı da olmazdı. 5 şehit 22 yaralı varken, gemimiz hurdaya dönmüşken, bizim “komutanlar” tatbikatı kesmedi. Bu utanılacak bir olay ve de bir skandaldır. Sanki NATO görevi, ‘milli görevden’, hakiki komutanlıktan daha önemliydi! Bu olay bir başka ülkede olsa derhal tatbikat kesilirdi. Kesmeyen komutanlar mutlaka yargılanırdı. Hatırlatalım, o zamanki Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Deniz Kuvvetleri Komutanı da Vural Beyazıt idi.

Olaydan sonra devlet şehit ve gazileri yalnız bıraktı. Gaziler Amerikan Ordusuyla karşı karşıya kaldı. Gazilerin açtıkları dava 7 yıl sürdü. Amerikan mahkemesi olayın askeri bir olay değil ‘siyasi bir olay’ olduğuna, dolayısıyle bu davaya bakamayacağına karar verdi. Böylece gemimizi “siyaseten vurulduğu” Amerikan mahkemesi tarafından da ifşa edilmiş oldu.

NEDEN VURULDU?

O günlerde Muavanet’in vurulması dahil 6 ay içinde şunlar oldu:
2 ekim 1992 Muavenet’in vurulması.
24 ocak 1993 Uğur Mumcu suikastı.
17 şubat 1993 Eşref Bitlis uçağının düşmesi.17 Nisan 1993 Cumhurbaşkanı Turgut Özal' ın (ani) ölümü.

O günlerde ABD’nin PKK’ya yardım ettiği bazı Türk komutanlar tarafından açıklanmıştı. TSK ile ABD Ordusu arasında sürtüşme vardı.

TÜRKİYE ŞEHİTLERİNİ YİNE UNUTTU

Bugün Muavenet Fırkateynimizin ABD tarafından vurulmasının yıl dönümüydü ama.. 5 şehit 22 gazimizi, ailelerinden başka kimse hatırlamadı...Hiç bir gazete yazmadı, hiç bir televizyon göstermedi. Hiç bir devlet kuruluşu şehitlerimizi anmadı. Balık hafızalı Türkiye şehitlerimizin kemikleri sızlattı.

MUAVENET ŞEHİTLERİ

Komutan: Kurmay Yarbay Levent Kudret Güngör, Teğmen Alper Tunga Akan, Astsubay Serkan Aktepe, Telefoncu ikmal çavuş Mustafa Kılınç, Topçu er Recep Akan. Hepsinin ruhu şad olsun.

gazeteci.tv

28 Eylül 2009 Pazartesi

WE CAN CHANGE (?!)


NO COMMENT!...








Bir ampul fabrikamız bile yok









İlk duyduğundunuzda inanmak gelmiyor içinizden biliyoruz ama durum böyle. Mesele ampul üretecek teknolojinin olmaması değil, Türkiye'nin ampul üretiminde dünya devleri ile rekabet edecek gücünün bulunmamasındaymış meğerse. Yani mesele uluslararası ticaretin son yıllarda çizdiği yeni rota ile ilgiliymiş.

Şöyle ki uluslararası üretim yapan dev kuruluşlar üretim yapılarını yeniden gözden geçirirken ampul üretiminde üs olarak Türkiye'yi değil, Macaristan, Polonya, Slovakya ve Romanya gibi ülkeleri seçtiler. Ve Türkiye'deki ortaklı fabrikalarını kapatıp ismini saydığımız ülkelere yatı rım yaptılar.

Bu gelişmeler karşısında 2000 yılında General Elektrik, 2002 yılında Philips Türkiye'deki fabrikalarını kapattılar. Tek yerli ampul üreticisi Tekfen'de rekabete dayanamayacağını açıklayarak 2002 yılı Temmuz ayında ampul üretimine son verdi. Türkiye 2002 yılından bu yana ampul ihtiyacının tümünü ithalat yoluyla karşılıyor.

Böylece Vehbi Koç'un 1948 yılında başlattığı Türkiye'nin 57 yıllık ampul serüveni de bitmiş oldu. Bilindiği gibi vehbi Koç, bir konuşmasında " Benim sanayi hayatıma 1948 yılında ampul fabrikası ile başlar" demişti. Gerçekten de Türkiye'nin ilk sanayi tesisi yarı Amerikan sermayeli General Elektrik fabrikasından sonra 1963 yılında Tekfen ilk yerli sermayeli ampul fabrikasını kuruyor.

Daha sonra 80'li yılların başında yüzde 100 Hollanda sermayeli Philips atak yaparak Tekfen'e rakip oluyor.1970'lerde Tekfen ile Philips arasında kurulan ortaklıkla oluşan Bastaş'ta kendisinden önceki firmalar gibi kapanmış durumda.

Sözün özü. Bugün Türkiye ampul ithlatı yapan bir ülke. Dünyaya televizyon, beyaz eşya, otomotiv gibi üst teknoloji ürünleri ihracatı yapan ve bunda dünyada hatırı sayılır sıralamalarda yer alan Türkiye sıradan bir ampul için ithalat yapmak zorunda.

Türkiye'de yılda 120 milyon adet normal ampul, 26 milyon adet düz ve simit floresan kullanılıyor. Yarım yüzyıla yakındır Türkiye'nin ampul ihtiyacı yurt içinde yapılan üretimle karşılanırken ve hatta üretimin küçükte olsa bir bölümünü ihraç ederken şimdi Türkiye ampul ihtiyacını yüzde 100'ünü ithalat yoluyla karşılamak zorunda kalıyor.

350 milyon dolarlık bir ampul pazarı olan Türkiye'de yerli bir ampul üreticisi yok. Dünyada ampul ve armatür piyasasının büyüklüğü 45 milyar dolar, bu rakamın 30 milyar dolarını da ampul oluşturuyor. Pazarda Uzakdoğu kökenli 50'e yakın firma rekabet ediyor.Ancak en büyük üreticiler yine General Electrik, Philips ve Siemens .

Dünyada ve Türkiye'de enerji, enerjiye yönelik devasa yatırımlar gündemden düşmezken 21. yüzyılda bir ampul fabrikamızın olmadığını hatırlamak ve tüm ilgililere hatırlatmak istedik.








9 Eylül 2009 Çarşamba

4 YILLIK 3 YAZI...

‘KÜRESEL EŞKIYA’ KENDİ SONUNU HAZIRLIYOR

EŞKIYA’DAN RAHMET UMANLARA İTHAF OLUNUR “ABD’nin güney kıyılarında büyük hasar yaratan Katrina kasırgası ardından bölge de insani yardımlar yetersiz kaldı. Aradan dört gün geçmesine rağmen, felaket bölgesindeki insanların su ve yiyecek ihtiyaçları ile sağlık sorunlarına gönderilen ekipler yeterli olamadı. Bu arada Houston’a konvoylar halinde götürülen New Orleans felaketzedelerinin otobüslerine bazı ırkçı Amerikalıların ateş açması bu sevkiyatı durdurdu. Bu arada silah dükkanlarını soyan yağmacılar, az sayıdaki şehir polisi ile çatıştı. Kentte sokaklarda cesetlerin kokmaya başladığı da bildiriliyor. Tayfun bölgesindeki hasarın 50 milyar doları aştığı buna karşılık ölü sayısının bir kaç binlerle ifade edilebileceği kaydedildi. Tatilde olan ABD Kongresi de olağan üstü toplanarak felaket bölgesine ayrılan 10 milyar doları onayladı. ABD başkanı Bush’un ise babası Bush ve Demokrat başkan Clinton ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyerek halktan maddi yardım da bulunmalarını isteyeceği açıklandı.”(www.habergazete.com) IRAK’A İŞGALE GİDERKEN NEW ORLEANS’TAN OLMAK… Bütün dünya sanki ‘afyon’ yutmuş gibi EŞKIYA’nın melanetlerini seyrediyor. İnsanlar öldürülüyor, katlediliyor kimseden ‘tık’ yok… İnsan Hakları Örgütleri’nin dillerinin nereye kaçtığını soruyor insanlar birbirine… Kaçtığı yer malum da, neden kaçtığının cevabı net değil… KÜRESEL EŞKIYA, Irak’ta ‘işgalci’ ama tüm dünya ‘işgalci’ye direnen vatanseverlere TERÖRİST gözü ile bakıyor. Irak’ta EŞKIYA’yı çiçekler ile karşılayan erkekler birbiriyle cinsel ilişkiye zorlanıyor, kadınlarına tecavüz ediliyor, çocukları boğazlanıyor. Dünya’dan yine ses yok… GUANTANAMO’da dünyadan tecrit ettikleri insanlar üzerinde KÜRESEL EŞKIYA, ilaçlar, silahlar deniyor, genetik araştırmalar ve dünya üzerinde yapılamayan organ nakilleri yapılıyor yine kimseden ses yok… Kısaca dünya, kendi sonunu seyrediyor; insanlığın iflasını izliyor; ama kimse kalkıp da insanlığın yaşadığı bu en büyük zulme, en büyük ‘insanlık kırımı’na, ‘soykırım’a karşı çıkmıyor… Mehmet Akif’in dediği gibi bütün dünya ‘LEŞ’ kesilmiş durumda… İslam Alemi dediklerimiz ise, daha da büyük bir sessizlik içinde… Sanki hepsine ‘afyon’ yutturulmuş… AHLAK ve İNSANLIK SÜKUT ETTİ, EŞKIYA’LIK GEÇER AKÇE Bu EŞKIYA’nın sonu geldi. Cami duvarı değil, KABE duvarı’na işemeye çalışıyor… Ve yine herkes, bir kurtarıcı bekliyor… Demek bu hastalık sadece bizim milletimize ait değilmiş, bütün dünyayı sarmış… Türkiye’nin GORBAÇOV’u ve avanesi hala ne medet umar bu EŞKIYA’dan acaba? EŞKIYA’nın defteri Ortadoğu’da dürülecek; buna inanıyorum. Bu kutsal davaya destek veren, yardım eden, canını, malını bu yolda esirgemeyene Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa’nın bağrını açacağını; Yüce Yaradan’ın da O’nun bağrını açtıklarına ‘KULLARIM’ diyeceğine inanıyorum… Bu kutsal dava için EŞKIYA’nın Türkiye’ye karşı ‘sıcak’ çatışmaya girmesine gerek yok, çünkü Türkiye’nin Savunması Irak’ın Savunması, İran’ın Savunması, Suriye’nin Savunması, Afganistan’ın Savunması, Sudan’ın Savunması’dır… DECCAL’ı beklemeye gerek yok, DECCAL KÜRESEL EŞKIYA’dır… MEHDİ’yi de boşuna arama, MEHDİ beyninde, yüreğinde, imanında, inancındadır…Bu savaşta yanımızda olmayanlara YARADAN’ın KULUM demeyeceğine inanıyorum. Türk’üm diyebilmenin ve Türk olabilmenin yolunun EŞKIYA’ya ve onunla kolkola girenlere karşı çıkmak olduğunu haykırmak istiyorum… (ANAYURT-C.Y.) -KAYNAK-


UYARIYORUZ: BU BİR SOYKIRIM’DIR

KÜRESEL EŞKIYA, dünyanın ve insanlığın başına melanet yağdırıyor. ABD’nin ‘Doğal Gelişmeleri’ yönlendirmek üzere kullandığı HAARP teknolojisi görevini yapıyor. Son iki seçimde BUSH’a oy veren üç eyalet şu an can çekişiyor. Dünyayı yönetmeye soyunan KÜRESEL EŞKIYA, vatandaşlarına bir şey yapamıyor (!) Bölgeden ulaşan son haberlere göre ölenlerin sayısı 03 EYLÜL 2005 itibarı ile 4,950’yi aşmış durumda. Bu sayı görünen cesetlerin sayımından elde edilmiş. Bu sayıdan daha fazla olan cesetler ise görülemediği için sayılamıyor. Ölenler ne BUSH’tun, ne ABD’nin, ne de kendisi de bir zenci olan KARA CADI’nın umurunda… Dünyanın gündemine oturan New Orleans’dan bahsedelim isterseniz. ABD’nin kültür ve sanat şehri. Deniz seviyesi altında. Burada meydana gelebilecek felaketler için Başkanlık Seçimi öncesi bütçeye konan 71 milyon USD, BUSH tarafından iptal edilerek Irak’lıları katletmeye ayrılmış. Yani bu kadar çok ölümün sebebi, EŞKIYALIĞIN, vatandaşına hizmetin önüne geçmesi... EVANGELİST BUSH’t oğlu BUSH’t sadece bölgeye askeri birlik sevkediyor ve yağmacılar için ‘vur emri’ veriyor. Yağmacılık yapanlar kimler, ZENCİLER ve HİSPANİKLER. Neden yağma yapıyorlar? AÇLARRRRRRRR AÇÇÇÇÇÇÇÇ! Bir yudum temiz suya muhtaçlar. Bir yudum ekmeğe. Çocuklar, bir yudum süte ve mamaya. İnsanlar fakir. Fakir olduklarından bölgeyi terk edemediler. Çünkü fakirleri devlet araçları bile almadı, orada ölüme terk etti. EVET yanlış duymadınız ÖLÜME TERK ETTİ. Bölgeye göstermelik olarak gönderilen gıda, giysi, içecek yardım kamyonlarının önünü KU KLUX KLAN’lar kesiyor ve onlar da bu yardım malzemesini ya yağmalıyor ya da yakıyor. Ama bu görüntüler ve haberler bizim HAMPACI MEDYA’da yer almıyor. Neden? Çünkü BABALARI olan HARAMİ REİSİ öyle istiyor… HAYKIRIYORUZ, bize kulak verin. BUSH’t ve avanesi ABD’de bir ‘SOYKIRIM’ yapıyor. Bütün dünya, bunu seyrediyor. Hadi diyelim ki bu kasırga ATLANTA’yı ve çevresini vuracağına buraya HAARP ile yönlendirilmedi, yani bu bir KOMPLO teorisi; peki neden hala EŞKIYA kendi ülkesine yardım edemez durumda. Hastanelerde tedavi altında bulunanlardan ‘yoğun bakımda’ olanların tamamına yakın bölümü oksijen, serum, kan ve ilaç yokluğundan öldüler, daha doğrusu SOYKIRIM neticesi ÖLDÜRÜLDÜLER, göz göre göre…Sayıları 441… Bölgede salgın hastalık baş gösterdi. Aynı zamanda bölgede bir ÇEVRE FELAKETİ yaşanıyor. Hastalık, virüs, mikrop, dışkı, ceset çürüğü ile dolu milyarlarca ton atık su MEKSİKA Körfezi’ne 3 ay içinde akıtılacak ve bu sular, KÜBA, HAİTİ, DOMİNİK CUM., KOLOMBİYA ve VENEZÜELLA sahillerindeki ekolojik yapıyı mahvedecek. Ardından da VENEZUELLA’da 7,4’ün üzerinde, muhtemelen 7,8-8,1 büyüklüğünde deprem de yaşanabilir. Zamanı geldi… Evet, zamanı geldi… KÜRESEL EŞKIYA, bölgeye bilerek ve isteyerek yardım etmiyor, yardımı geciktiriyor. Etnik bir SOYKIRIM yapıyor, hem de felaket adı altında… Büyük çoğunluğu fakir zencilerin oluşturduğu ve kısmen Hispanikler’in bulunduğu bir ETNİK yapıya karşı SOYKIRIM uygulanıyor. Zenci, keramet sahibi (!) Müslüman (!) lider Louis FARRAKHAN’dan bile tık yok. Nerdesin ey madrabaz ABD’li Müslüman(!)? Efradın nerede? Soyuna karşı girişilen bu SOYKIRIM’a neden ses çıkartmıyorsun? İstediğinde New York’ta 1 milyon insan toplayabiliyorsun? Neden şimdi sessizsin? Yoksa bizdekilerin babası sana da mı DUR dedi? Elinizdeki milyar USD’a yakın varlığınızla, bölgeye neden yardım etmiyorsunuz? Birleşmiş Milletler nerede? İnsan Halkları Örgütleri nerede? Dünya Halkları nerede? Neredesiniz? Leş mi kesildiniz? Bu felaketi biz ‘NOT ETTİK’. Siz de not edin saygıdeğer okurlarımız. Yıllar sonra da olsa açıklandığında, ANAYURT yazmıştı dersiniz… ANAYURT yazar; çünkü ANAYURT, bu aziz vatanın sadık evlatlarının çıkardığı, GERÇEKLERİN GAZETESİ’dir. Bölgede pek çok ülkeden gazeteci var, ama bu gerçekler size yansımıyor. Biz ise yansıtıyoruz. Çünkü biz ASLINI İNKAR EDENLERDEN değiliz… Gerçeği söylemeyen ve yazmayan TÜRK olamaz, MÜSLÜMAN olmaz, en başta zaten İNSAN OLAMAZ… (ANAYURT-C.Y.) -KAYNAK-


KÜRESEL EŞKIYA NEW ORLEANS’I UNUTTURMAYA ÇALIŞIYOR

ANAYURT Gazetesi olarak ‘Katrina Kasırgası’nın vurduğu yerlerdeki gelişmeleri yakından izliyoruz. Bir kez daha ifade ediyor ve ‘Sağır Sultan’ın bile duymasını istiyoruz. KÜRESEL EŞKIYA BİR SOYKIRIM YAPIYOR… 22 Eylül 2005 itibarı ile SOYKIRIM SAYILARI: Sayılabilir ceset : 14.897 Helikopter ile kaçırılan ceset: 2.012 Suların, yapıların altından çıkması muhtemel ceset sayısı tahmini : 6.450 TOPLAM : 23.359 KÜRESEL EŞKIYA havaalanında bekleyen 1586 Kübalı genç doktorun yardım amaçlı da olsa ABD’ye gelmesini istemiyor. Çünkü, gerçeklerin ortaya çıkmasından ve ülkesinde eninde sonunda başlayacak SİYAH ve HİSPANİK direnişinin başlamasından aklı çıkıyor. Bölgede yardım ekiplerinden daha çok FBI Ajanları kol geziyor. Evlerden ve kıyıdan-köşeden ‘özel ekipler’ tarafından toplanan sahipsiz olduğu sanılan cesetler CH-47 helikopterleri ile bilinmeyen yerlere götürülüyor. Helikopterler geldiklerinde güya yardım malzemesi getiriyor, dönüşlerinde ise tedavi edilmesi, bir yerlere sığındırılması gereken insanları değil ‘ceset’ naklediyorlar. 22.000 civarında olması beklenen SOYKIRIM’a uğramış SİYAH Amerikalıların sayısının 30.000’e ulaşmasından korkuluyor. Korkan, ABD’deki ZENCİ’ler ve BEYAZ’ların ruhunu satmamış olanları. Louis FARRAKHAN denen SATILIĞA hala ulaşılamıyor, ZENCİLER için parmağını bile oynatmıyor. Burada bir SOYKIRIM yaşanıyor ve dünya SUSKUN, ŞAŞKIN, KORKAK… İnsanlık adına UTANIYORUM…. -KAYNAK-

3 Eylül 2009 Perşembe

KOMPLO'NUN TEORİSİ


“ Cumhuriyet gazetesinin pek “saygıdeğer”(!) yazarı İlhan Selçuk geçen gün “Garip Şeyler Gırgırı” başlıklı bir yazı yazarak kendisinden bekleneni ortaya koydu. İlhan Selçuk bir yazı ustası, onunla bu konuda “aşık atacak” halimiz de yok birikimimiz de; ama onun da bizimle “aşık atamayacağı” bazı konular var. “Psikolojik Harekat” unsurlarından olan “dezinformatsiya”yı da bizden daha iyi başarabilir, ona da amenna; ama yapılanları yakalamak ve ortaya çıkartmak da bizim işimiz. “Garip işler oluyor... Afganistan’daki terörle mücadele için NATO Türkiye’den ek asker istedi... Lübnan’da terör mü var?.. Türkiye’den asker isteniyor... Afganistan’da terör mü var?.. Türkiye’den asker isteniyor... Oysa terörün daniskası bizde!.. Peki, biz neden susuyoruz?.. Birleşmiş Milletler Barış Gücü asıl bize gerekmez mi?.. NATO güneydoğuya asker yollasın... AB neden küçük parmağını kımıldatmıyor?.. Şimdi Lübnan’a asker yollayan Avrupa devletleri bize neden destek askeri güç sağlamıyorlar?.. Garip bir durum var ortada!.. Terör tehdidi altında bulunan ve her gün evlatlarını bu yolda kaybeden Türkiye’ye kimse aldırmıyor, dönüp bakmıyor bile... “ Bu satırlar, ABD, İSRAİL, İNGİLTERE, ALMANYA, FRANSA’nın istediği ama bir türlü başaramadığı, hatta dillendiremediği hususları içeriyor… Bu satırlar, Mustafa Rahmi KOÇ’un Türkiye üzerine tezlerini ortaya koyuyor… Bu satırlar, Papaz BARTHOLOMEOS’un taleplerinin kalbini oluşturuyor… Bu satırlar, PKK’nın KONGRA-GEL’in söylemek isteyip de söyleyemediklerini kapsıyor… Bu satırlar, Recep Tayip ERDOĞAN’ın ve malum danışmanlarının “rüyalarını” süsleyen bir oluşumu özetliyor… Bu satırlar, sıradan talepler değil… Bu talepler, altında ve üstünde yazılanların arasına saklanmış, çok ciddi “mesajlar”… Sorarsanız İlhan SELÇUK, size EGEMENLİK, BAĞIMSIZLIK’tan bahseder; ama ülkenin NATO ve Birleşmiş Milletler yoluyla “kefere” postalları altında kalmasını da savunur. Bu nasıl iş? Bizler sizlere İlhan SELÇUK’un gerçek yüzünü yıllar önce göstermiştik. Recep Tayyip ERDOĞAN’ı buralara kadar taşıyan stratejinin mimarı Alon LİEL ile Güney Afrika Cumhuriyeti’nde birlikteliklerini fotoğrafı ile ortaya koymuştuk… Recep Tayyip ERDOĞAN- Alon LİEL-İlhan SELÇUK… Bilmem anlatabiliyor muyum? NATO’nun müdahale ettiği alanlar, müdahaleye konu devletin kendi Silahlı Kuvvetleri ile başaramadıklarını başarmaya yönelik coğrafyalardır… Birleşmiş Milletler’in müdahale ettiği alanlar ABD, İSRAİL’in ele geçirmek ve hükmü altına almak istediği coğrafyalardır… Peki ya TÜRKİYE’ye bir NATO müdahalesi ya da BM Barış Gücü müdahalesi söz konusu olursa; bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi kendini inkarı anlamına gelmez mi? Ey İlhan SELÇUK; çık ortaya ve gerçek amacını açıkla… Dilinin altındaki baklayı çıkar artık, bakla çok şişti konuşamaz hale geldin; bir süre daha beklersen bakla büyüyüp beyninin yerini de alabilir… Ve son olarak İlhan SELÇUK; sakın ola ki bu ülkeye, bu devlete ve bu millete bir tavsiyede bulunma… Kendi battığın ve çırpındığın malum çukura, onları da çekme! H.Hüseyin Memiş.“

Başlığa bakıp da hemen burun kıvırmayın… Yukarıdaki yazıyı tekrar okuyunca aklımıza önümüzdeki bir-iki ay içinde Irak’tan İncirlik’e çekilecek ‘Coni’ler geliyor! Tamam, 142.000 (yazıyla yüzkırkikibin) ABD askeri bir atımda gelmeyecek belki ama sıfır riski kim garanti ediyor?! Bay Başkan mı? Size, 1950’lerin İran’ını incelemenizi öneririz… Petrol kuyuları uğruna, İngiltere, Rusya, ABD arasında top gibi çevrilen İran’ını… Bu sefer amaç su ve leziz topraklar olmasın?...

Teorimize Conilerle başladık, açılımlarla devam edelim… Sayın Erdoğan ne diyor: “Bu iş yıl sonuna kadar bitecek.” Coniler çekilirken açılım bitecek-miş. Arkasından da Ermeni açılımı. Elde var üç.

Geliyoruz dördüncüye, İkiz Yasalar’a (EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAKLARA İLİŞKİN ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMENİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN - EK'i ve MEDENİ VE SİYASİ HAKLARA İLİŞKİN ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMENİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN - EK'i ) : 37 yıldır meclisten onay alamayan ve ilk maddeleri “bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler” olan bu yasalar 2003 yılında meclisten geçmiş ise konulan çekincelere rağmen bunlar birilerince mantıken bir gün kullanılacaktır değil mi?

Panama’yı karıştır işgal et, Libya’yı düşen uçaktan sorumlu tut bombala, 11 Eylül’den sorumlu tut Afganistan’a savaş aç, Saddam’ın olmayan kimyasal silahlarını bahane edip Irak’a otur… vs.vs… Şimdi bir bahane gerek değil mi?

Acaba diyoruz, bu ihanet yasaları da denilen İkiz Yasalar bugünler için mi onaylandı? Acaba bu Coniler bu yasalara uyanlara (!) kol kanat gerebilir mi diye düşünmeden edemiyoruz!... “Peygamber Ocağımız var” dediğinizi duyar gibiyiz. Doğru bizim güzide bir Peygamber Ocağımız var. Peki cephe genişlerse ne olur? Mesela Yunanistan, 2006’dan 2015’e kadar silahlanmaya 30 milyar avroya yakın harcama yapıyor. Güney Kıbrıs’da 80.000 evde otomatik silah olduğu haberleri çıkıyor!... Teorimiz biraz daha genişledi değil mi?

Peki, en sona sakladığımız HAARP’i unuttuk mu? Tabii ki hayır…










Bu kadar kaos içinde büyük bir de deprem ile neler olur? Ne demişler: Ordo ab chao ! Neyse siz verdiğimiz kısayollardaki yazıları da bir çırpıda okuyuverin… ( kısayol 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13 )

(Bu arada birkaç gün önce Fox Tv’de yayınlanan “Prestij” adlı sinema filmini izlemediyseniz izlemenizi öneririz.)

Son olarak Türkiye bu kadar açılırken, İngiltere, ABD, İsrail, Almanya, Fransa, Rusya niye kapansın ki… Mesela, İngiltere’de de bir İrlandalı, ABD’de 72 millet açılımı, İsrail’de bir Kudüs, Almanya’da bir Türk, Fransa’da Tunus-Fas-Cezayir, Rusya’da da bilumum açılımlar peydah olabilir mi olabilir… Değil mi?











24 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir kaç yıl önceki YORUM (*)

...bazı şeyleri anlamak için geçmişe bakmak gerekiyor!...



















(*) DEMİRER, Mehmet Arif. Atatürk Bayar ve DP Ekseninde Masallar & Gerçekler, Lazer Yayınları, Ankara, 2005, 82-85.





...yıl 2009. Demokratik (!) Açılım!...