Önce haberi geldi…
“ÖSYM’nin yeni Başkanı Prof. Dr. Ali Demir oldu.”
*
Sonra fotoğrafı…
Gelenle gidenin fotoğrafını yan yana koy aradaki farkı gör:
Badem bıyık, sağ elde alyans!
*
Ardından ‘özgeçmiş’i…
“Ali Demir Konyalı, İTÜ mezunu, makine mühendisi, yüksek lisans yapmış, doktora, vesaire…”
Peki, nerde bu adamın mezun olduğu lise?
Yok.
Eski Başkan’ın özgeçmişine baktım:
“Prof.Dr. Ünal Yarımağan Galatasaray Lisesi mezunu…” yazıyor
Bunda niye yok?
*
İnternete baktım: Yok!
ÖSYM’yi aradım: “Biz bilmiyoruz, YÖK’e sorun…”
YÖK’ü aradım: “Ali Bey’e sorup size dönelim…”
*
İTÜ’den bir arkadaşıma rica ettim, iki dakika sonra geri aradı:
“Ali Demir’in özgeçmişi sistemde engellenmiş, girilemiyor!”
*
İyice merak sardı mı beni?
Ali Demir’i aradım: Telefonu kapalı
*
Bu arada perşembe oldu hala dönen yok!
YÖK Başkanı’nın Basın Danışmanı’nı aradım:
“Malum dün Ali Hoca yoğundu ben öğrenip size döneyim…” dedi.
*
Cuma oldu hala dönen yok!
Tekrar ÖSYM’yi aradım.
Başkan’ın sekreteri açtı…
Ali Demir’i rica ettim.
“Kim arıyor” dedi.
- Gazeteciyim, adım Candaş Tolga Işık.
- Bir saniye bekleyin…
- Başkanımın yanında bir milletvekilimiz var. Sizinle görüşemeyecek Candaş Bey…
- Üç gündür arıyorum. Başkanınızın hangi liseden mezun olduğunu
öğrenemiyorum da?
- Elbette, biz öğrenip hemen size dönelim…
*
Bugün pazar…
5 gün oldu, hala öğrenip dönecekler.
*
Milyonlarca insana hayatlarının en kritik sorusunu
soran kurumun başındaki adamın ortalama zekada bir insanın 3 saniyede
cevap verebileceği “Hangi liseden mezun oldunuz?” sorusuna
5 gündür cevap veremiyor olması ne acayip değil mi?
*
He bu arada cevaben dönmenize gerek kalmadı
Ali Demir’in İTÜ’deki lakabını öğrendim de…
26 Eylül 2010 Pazar
Candaş Tolga IŞIK yazıyor..GÜMÜŞSUYU MÜFTÜSÜ
21 Eylül 2010 Salı
Kpss'de Gerçek Hırsızlar Yakalandı mı ? (*)
KPSS skandalının üstü örtülmeye çalışılıyor. Perde arkasındaki gerçek hırsızlar gizlenmeye ve kimler oldukları karartılmaya başlandı bile.
Diyeceksiniz ki: “Çeşitli illerde yapılan operasyonlarda 72 kişi gözaltına alındı. Bu gözaltına alınanlar teknolojiyi kullanarak çeşitli yöntemlerle kopya çektirmişler ve bunlardan yüklü meblağlarda kazançlar elde etmişler. İşte hırsızlar yakalandı.” Burada doğrular var. Ancak gözden kaçan veya kaçırılmaya çalışılan bir başka husus var ortada. O da adı geçen kopya şebekesi, on beş aydır teknik takiple izleniyormuş zaten. Bu kopya şebekesinin Türk Eğitim-Sen’in ortaya çıkardığı skandalla uzaktan yakından ilgisi yok. Türk Eğitim-Sen’in çomak soktuğu şebeke başka bir şebeke. Adı zikredilen ve on beş aydır takip edilen şebekenin yöntemleriyle bizim elimize ulaşan kopyalar arasında dağlar kadar fark var. Bu yakalananlar sınav esnasında soruları çözen ve teknolojik araçları kullanarak servis yapan küçük bir grup. Elbette bunların da yakalanması memnuniyet vericidir.
Buradaki asıl sorun, ÖSYM sınav komisyonunun hazırladığı soruların sınavdan günler, haftalar hatta aylar önce birilerine gönderilmesidir. Bu hırsızlık çok daha organize, çok daha tereyağından kıl çeker gibi yapılan ve kuşkumuz o dur ki; altı, yedi yıl belki daha fazla geriye götürülebilecek bir skandalı işaret ediyor.
Bu skandalın müsebbipleri devlet içinde konuşlanmış bir “Topluluk”tur. Bu topluluk devlet imkânlarını da kullanarak çok kaliteli hırsızlıklara imza atmıştır. Adalet sistemine sızmak, emniyet teşkilatına sızmak, askerî okullara sızmak, akademik hayata sızmak için yapılan bu organizasyon topyekûn ülkeyi ele geçirme operasyonunun bir parçasıdır. Hatırlayınız, Polis Koleji sınavları iptal edilmişti. Hırsızlık tespit edildiği halde, hırsızların tespit edildiğini duydunuz mu? Bu Polis Koleji sınavı hırsızlığında adı tüm ülke çapında bilinen bir dershane de olaya karışmış, ancak bunlar hakkında hiçbir işlem tesis edilmemiş, hırsızlığın üstü örtülmüştü. Bu dershane halen öğretim hayatının bir parçası olarak devam etmektedir. Bu dershanenin devlet içinde konuşlanmış bu “Topluluk”la olan inorganik bağları da cümle âlem tarafından bilinmesine ve dillendirilmesine rağmen kesinlikle bu “Topluluğa” dokunulmamakta, dokunulamamaktadır.
Neden mi dokunulamıyor? Çünkü devlet içinde konuşlanmış “Topluluk” o kadar güçlü ki… Bu “Topluluğun” televizyonları var, gazeteleri var, internet medyası var, okulları var, dershaneleri var, operasyon yapan kolluk güçleri var, soruşturma yapan “özel savcıları” var. Kim kimi yakalayacak da ortaya çıkaracak Allah aşkına! ÖSYM’deki skandal ortaya çıktığında, dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, bu “Topluluğun” televizyonlarında, gazetelerinde, internet haber sitelerinde bir tek cümle, bir tek satır yer almadı. Olaydan bir hafta sonra “Topluluğun” gazetelerinden birinde küçük bir haber: “Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk da KPSS hırsızlığının şüphelileri arasında, bilgisayarına el konuldu.” Bu yalan haberin ömrü bir gün kadardı. Savcılık yalanlaması gelince bu haberle ilgili hemen yayını kesiverdiler. Birkaç gün sonra bu sefer şu haber çıktı bu malum topluluğun gazetelerinde: “İsmail Koncuk’un kızı KPSS’den düşük puan aldı, onun için bu sınavı iptal ettirmeye çalışıyor.” Hırsızlıktan hiç söz etmeyen bu topluluk medyası, İsmail Koncuk’u hedef tahtasına yerleştirdi. KPSS mağdurlarının tepkilerini ona yönlendirmeye çalıştı. Bu ahlaksız çabalar da bize gösteriyor ki, suçüstü yakalanmanın telaşı içindeler.
Cürm-ü meşhut olma hali bu mübarek topluluğu hırçınlaştırmış, iftira atarak, haberleri ya gizleyerek ya da çarpıtarak kamuoyunu yönlendirme yoluna sevk etmiştir. Halen ÖSYM’nin içindeki köstebek ya da köstebekler bulunamamış iş sürüncemeye bırakılmıştır. Belki de bir zaman sonra bu “Topluluk” içlerinden bir kurban vererek daha derinlere ulaşılmasını engelleme yoluna gidecektir. Bu sürüncemeye bırakma, soğutma sürecinin amacı, “Topluluğun” derin yapısı ile verilecek kurban arasındaki her türlü bağı silmek ve devlet içinde konuşlanmış “Topluluğa” bizleri ulaştıracak maddi delilleri ortadan kaldırmaktır.
Mesele sadece bir sınav meselesi değildir. Mesele, devletin ele geçirilmesi ve bu topluluğun emrine girmesidir. Devletin tüm kurumlarının bu organize “Topluluk” tarafından teker teker işgal edilmesi uzun bir geçmişe sahiptir. 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte başlayan bu işgal bir “Sızıntı” halinde tam otuz yıl sürmüştür. Otuz yıl boyunca çaktırmadan önce siyasetin ardından devletin tüm yapılarına sızan bu mülayim “Topluluk” Türk Devletini teslim alma noktasına gelebilmiştir.
Bu skandalı “Sınavda kopya skandalı” olarak geçiştirmek suyun altındaki buz dağını görememek anlamı taşımaktadır. Türk Devleti bir beka sorunuyla karşı karşıyadır. Bu “Topluluğun” nihai amacı; “Ulus-Devlet”i dönüştürme, 1. Cumhuriyeti lağvetme, “Demokratik Açılım” adı altında etnik temelli 2. Cumhuriyeti kurmaktır. Bu yolda önlerinde kimi ya da kimleri engel görüyorlarsa operasyon düzenleyerek yok etmekten çekinmemektedirler. Yaşananları bundan daha açık anlatmak mümkün değildir. Çünkü “Bertaraf olma” riski var. Ben “Leb” dedim, siz “Leblebi”yi anlayın artık.
6 Eylül 2010 Pazartesi
İNCİLER...
(blog yazarının notu: Aşağıda okuyacağınız satırlar şaka değil, gerçektir. "Demokrasi getiriyoruz" diyenlerin "gurur"la uyguladıkları uygulamarından yalnızca biridir.)
AKP, Başbakan Erdoğan’ın Mersin mitinginde bir ilk gerçekleştirdi. Hangi teşkilatın alana kaç kişi getirdiğini tespit etmek için vatandaşları tek tek kodladı. Miting alanına gelen vatandaşlar İl Başkanlığı’nın dağıttığı barkodlu kartları, cihaza okuttuktan sonra içeri alındı. Böylece kim ne kadar adam getirdi, kim çalışmadı tespit edildi.
(...)
AKP Mersin İl Başkanı Mekin Merter Salt barkodlu mitingin öyküsünü VATAN’a anlattı:
‘Orwel’in romanındaki gibi’
“George Orwell’in 1984 adlı romanını bilirsiniz. İnsanların artık yaptıklarının ne olduğu biliniyor ve takip ediliyor. Bunu bilecek insanlar. Yalan söylemeye gerek yok. Dünya biraz Orwell’in romanındaki gibi “Büyük Abi’ye” doğru gidiyor. Bu kötüye kullanılmazsa güzel bir şey. Mesela bir suç işleniyor suçlu kaçarken bir çok mağazanın güvenlik kamerasına takılıyor. Teknoloji iyi bir şey. Gözlemek çok kötü bir şey değil. Ama iyiye kullanılsın. Yeter ki kişi özgürlük ve hürriyetleri yok edilmesin..."
1 Eylül 2010 Çarşamba
MESAJ KİME? yada ANLAŞILAN ORTADOĞU'DA POST-MODERN III. DÜNYA SAVAŞI TÜM HIZIYLA SÜRÜYOR...
Hatay'da kıyıya vuran cesedin GRU’nun iki numarası General Yuri Ivanov olduğu ortaya çıktı.
Hatay’ın Çevlik köyünde kıyıya vuran cesedin, Rus askeri istihbarat teşkilatı GRU’nun iki numarası General Yuri Ivanov olduğu ortaya çıktı. Suriye’deki Rus üssünü ziyaret için bu ülkeye giden generalin Çeçen militanlar tarafından infaz edildiği iddia ediliyor.
Bir dönem tüm dünyaya korku salan Sovyet İstihbarat Teşkilatı KGB, Sovyetler’in dağılmasının ardından dış istihbarat FSB ve askeri istihbarat teşkilatı GRU ile varlığını sürdürdü. Dünyanın dört bir yanında Rusya muhalifleri, Çeçen militanlar ve rejim karşıtlarına düzenlenecek suikastlar, kontra-istihbarat eylem planları hep GRU tarafından yapıldı.
Özellikle 2000 yılından sonra Türkiye, Azerbaycan, Avusturya ve Katar’da öldürülen Çeçen liderler GRU komandoları tarafından infaz edildi. Bu infazlar için emri veren ise GRU’nun Çeçenistan operasyonlarının başındaki teşkilatın iki numaralı ismi General Yuri Ivanov’du.
BOYNUNDAKİ HAÇTAN TANIDILAR
52 yaşındaki Ivanov, Ağustos ayının başında Rusya’nın Suriye’nin Tartus kentinde 2011 yılında hizmete girecek olan askeri üssünde incelemelerde bulunmak üzere yanında korumalarıyla birlikte bu ülkeye gitti. Ardından Suriye istihbaratı yetkilieriyle görüşmek üzere Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın da ailesiyle birlikte tatil yaptığı Lazkiye kentine gitti. Ancak burada ortadan kayboldu. 10 gün boyunca kayıp olarak aranan Rus generalin cesedi, 16 Ağustos’ta Hatay’ın Çevlik Köyü’nde kıyıya vurdu ve Türk köylüler tarafından bulundu. Ceset o kadar deforme olmuştu ki kimlik tespiti yapmak imkansızdı. Kimliğin belirlenmesini sağlayacak tek detay boynundaki haçlı kolyeydi. Dışişleri tarafından boynunda haç olduğu belirtilen bir şahsın cesedinin kıyıya vurduğu bilgisi komşu ülkelere bildirildi. Ruslar, bu cesedin kayıp generale ait olabileceği kuşkusuyla Hatay’a geldiklerinde kimlik tespiti gerçekleşti.
YÜZME VE DALIŞTA UZMANDI
Rus basınına göre Volga Nehri kıyısında doğan ve yüzme ve dalış konusunda uzman olan generalin boğulmuş olma ihtimali çok düşük. Komsomolska Pravda gazetesinin iddiasına göre Rus General infaz emrini verdiği Çeçenler tarafından kaçırılıp öldürülmüş olabilir. İsrail istihbaratına yakınlığıyla bilinen Debka sitesine göre de Rus generalin korumalarının bilgisi olmadan tek başına denize girip boğulma ihtimali çok düşük. Yüzerken boğulmuş olsa bile korumalarının bu durumu fark edip cesedini mutlaka denizden çıkarmış olması gerekirdi. Korumaların deniz kenarında baygın halde bulunduğuna yönelik iddialar da Çeçen suikastı iddiasını güçlendiriyor.
Kommersant gazetesinin haberine göre Rus halkının sadece yüzde 22’si Rus generalin bir kaza sonucu öldüğüne inanıyor.
ESRARENGİZ ÖLÜM
Suriye’deki Lazkiye Plajı Ağustos’ta tatilcilerin uğrak yeri olduğu için bir boğulma vakasının gözlerden uzak gerçekleşmesinin pek mümkün olmadığı iddia ediliyor.
31 Ağustos 2010 Salı
YÖK BAŞKANININ SÖZLERİNDEKİ ÇELİŞKİLERİ BULMACA...
(blog yazarının notu: Ailesi, yakınları, akrabalarıyla birlikte, oyle yada boyle 10 milyon kişiyi ilgilendiren bir sınav KPSS... O öğretmenler belki de sizin çocuğunuzu okutacak... Veya başka bir meslek mensubu bir işinizi görecek... Ya da tum ulkeyi ilgilendiren bir sınav mı demeliydik? Sizce referandum öncesi sonuçlanacak mı bu skandal? Uyumayın!...)
Türkiye'nin Yüksek Öğrenim Kurumunu Yöneten Sayın Yusuf Ziya ÖZCAN, Kpss sınavları ve atamalarla ilgili bakın iki günde neler söyledi..
* KPSS Sorularının sızdırılmasında 3227 kişi tespit edildi.
* Sınav tamamen iptal edilebilir.
* Elimizde Delil Yok.
* Sınav soruları elden ele gezmiş.
* Öğretmen atamaları yapılacak
*. Öğretmen atamalarını erteledik.
İşte YÖK'ü yöneten kişinin iki gün içerisinde basına verdiği demeçler..
El insaf Sayın ÖZCAN, eğer ki YÖK bu ciddiyetle yönetiliyorsa bu kpss sorularının sızdırılması gayet normaldir.
(...)
Kaynak:
4 Ağustos 2010 Çarşamba
DEMOKRASİ VE TEOKRASİ (*)
Ne zaman gerici birtakım hareketler baş gösterse, bizzat hareket mensuplarının ya da savunucularının, haktan, hukuktan, demokrasiden söz açtıklarına şahit olursunuz. Zaten gericilerin, Atatürk ve devrim düşmanlarının, cüretle ortaya çıkmaları da, yurdumuzda çok partili demokratik rejim başlamasıyla aynı tarihi taşır.
Pusuda yatan birtakım gerici unsurlar, memleketi daha ileri bir yönetim biçimine kavuşturmak gayesiyle girişilen demokrasi devrimini, kendi karanlık ve milli menfaatlere aykırı inançlarını piyasaya sürmek için en uygun fırsat kabul ederek, yurdun dört bucağında çeşitli kisveler altında harekete geçmeye başlamışlardır.
Köyden, kentten büyük şehirlerimize kadar yayılan ve çok defa Anayasa dışı amaçlar taşıyan, bazen gizli, bazen açıktan açığa çalışmakta sakınca görmeyen devrim düşmanları, demokrasilerde herkesin istediği düşünceyi savunabileceği noktasından hareket etmektedirler.
Demokrasi devrimi ki, Atatürk devrimlerinin bir devamı saymak gerekir; herhalde kendini hazırlayan, kendi hayatiyetinin sebebini teşkil eden Atatürk devrimlerine karşı davranışları, kolay kolay affedemez.
Dünya hangi köşesinde, hangi demokratik rejim içinde, bizzat demokrasiyi ortadan kaldırmaya yöneltilmiş hareketlere kıpırdanma imkanı tanınmıştır?
(...)
Demokratik rejimin tanıdığı imkanlarla gelişmek eğilimi gösteren, gerici ve muhafazakar tutumun ilk hedefi, teokratik bir düzenin yeniden kurulmasıdır. Teokratik bir düzenle demokratik bir düzenin bir arada yürümesine de imkan olmadığına göre amaç apaçık ortadadır.
Halkın kendi seçtiği temsilcileri tarafından idare şekli olan demokrasilerde, temsilcilere düşen en büyük görev, hem rejimi her çeşit tehlikeden korumak hem de temsil ettikleri kütleyi daha ileri, teminatlı ve rahat yaşayış şartlarına kavuşturmaktır.
Yurdumuzda, büyük bir pervasızlık içinde, üniversitelere kadar sokulmak cüretini gösteren gerici ve muhafazakar davranışlar, milletvekillerinin bu iki asli görevinden ikisine de karşı değil midir ki, Büyük Millet Meclisinde bu konu yeniden öncelikle ele alınmıyor?
Naim Tirali, Vatan, 17 Aralık 1959.
(*) TİRALİ, Naim. Şapkasını Yiyen Bakan -Gazete Yazıları-, Yön Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.254-255.
15 Temmuz 2010 Perşembe
Bir Subayın Bu Lafları Ediyorsa...
20 Haziran 2010 Pazar
ŞEHİTLER
ŞEHİTLER
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
mezardan çıkmanın vaktidir!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
Sakarya'da, İnönü'nde, Afyon'dakiler
Dumlupınar'dakiler de elbet
ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler,
siz toprak altında ulu köklerimizsiniz
yatarsınız al kanlar içinde.
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
siz toprak altında derin uykudayken
düşmanı çağırdılar,
satıldık, uyanın!
Biz toprak üstünde derin uykulardayız,
kalkıp uyandırın bizi!
uyandırın bizi!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
mezardan çıkmanın vaktidir!
1959 – Nazım Hikmet
31 Mayıs 2010 Pazartesi
One Minute One Minute (!)
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
17 Mayıs 2010 Pazartesi
Gandi Kemal ve Doğan Medya
Gandi Kemal ve Doğan Medya
29 Mart Yerel Seçimlerinin ardından siyasi analizciler, parti başkanları, yorumcular, gazeteciler, rakamları türlü türlü grafiklere sokarak, kendine göre yontarak farklı farklı sonuçlara vardı. Ancak tüm medyanın mutabık olduğu bir galip vardı: Kemal Kılıçdaroğlu.
AKP ile uzlaşmaz çelişkiler içine girerek bir anda en hızlı AKP karşıtlarından biri haline geliveren ve adeta "antifaşist" cephenin sözcülüğünü üstlenen Doğan Medya'nın biricik favorisiydi Kılıçdaroğlu.
Kılıçdaroğlu dürüstlüğün temsilcisiydi, CHP'nin yeni yüzü, İstanbul'un yeni umuduydu. Melih Gökçek'e karşı yürüttüğü yolsuzluk mücadelesinin, Dengir Mir Fırat'la giriştiği düellonun ardından, CHP'nin aslarından biri olmuştu ve Doğan Medya'nın da AKP'ye karşı sığınacağı en uygun alternatifti.
Seçimlerden önce yere göğe sığdıramadılar. CHP bir yanda, Doğan Medya bir yanda Kılıçdaroğlu rüzgarıyla devam etti seçim propagandaları.
Seçimler biter bitmez de, daha ilk geceden Türkiye'ye yeni bir kahraman kazandırıldı: Gandi Kemal.
Yürütülen propagandaya göre, CHP oylarını çok yükseltememişti ama yükselttiği yerlerde de bunun yegane sebebi Kılıçdaroğlu ve Kılıçdaroğlu'yla gelen açılımlardı.
Hürriyet'in 30 Mart manşeti "Gandi Kemal Mucizesi"ydi ve günlerdir sayfalarca yazı yazılıyor Gandi Kemal için. Fiziksel görünüşlerinin benzerliğinden ve Kılıçdaroğlu'nun sakin mizacından yola çıkarak bu benzetmeyi yapanlar aynı zamanda onu ulusal bir lider, bir direnişçi haline de getiriverdiler trajikomik şekilde.
Gandi Kemal sevinedursun aslında bu onun kavgası değil. Onun için başlatılmış bir girişim değil, hele hele onun başarısı hiç değil. Hükümetler devirip, hükümetler kuran Doğan Medya, AKP karşısında gücünü yitirmiş de olsa hâlâ etkin ve bir yanıyla yeni bir Amerikancı planının uygulatıcısı.
Evet, Doğan grubunun desteğiyle CHP içinde yeni bir darbe tezgahlanıyor: Kürt Darbesi.
Bu öyle bir darbe ki, sadece Kılıçdaroğlu'nun seçimlerde yakaladığı ivmeyle açıklanacak ve ona bağlanacak türden değil.
Daha seçimlerden çok önce başladı CHP'yi de bu Kürtçülük rüzgarına kaptırma sevdası.
Baykal, Tayyip'in Güneydoğu çıkarmasının hemen ardından, boynunda puşisiyle "etnik kimlik şerefimizdir" siyasetine başlamıştı ve bugün "Kürt sorunu" merkezine çekilmiş durumda.
İstanbul İl Başkanlığı merkezinde başlayan Kürtçülük
Kimler eliyle yapılıyor peki bu diye soracak olursak galiba burada bu kez Baykal mağdur. Ya da kendi kazdığı kuyuya kendi düşüyor diyebiliriz. Çünkü Kürtçülük açılımının mimarı Baykal'ın bizzat kendisi tarafından parlatılan isimlerden biri olan İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin.
Çarşaf açılımının da mimarı olan Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt ve Kürtçülüğüyle "solculuğu" iç içe geçmiş isimlerden.
Seçim döneminde de Kılıçdaroğlu'nun yanında en çok sivrilen kişi. Aslında Kılıçdaroğlu'nun arkasındaki gizli el de denebilir. Ve en çok görünen, en çok konuşan isim. Hatta seçim gecesi Baykal evinde oturmuş TVden seçim sonuçlarını izliyorken, basına açıklamalarını yapan isim. Yani bu seçimleri konuşurken CHP'yi değil de, CHP İstanbul İl Örgütü'nü ve Gürsel Tekin'i konuşmak gerekiyor.
Gürsel Tekin ve Kılıçdaroğlu'nu överek Baykal'ı indirme propagandası iki koldan yürütülüyor. Bir yanda Doğan Medya, diğer yanda da Zaman gazetesi aracılığı ile Fethullahçılar tarafından.
"Baykal gitsin ve Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin gelsin. Bakın o zaman CHP oylarını nasıl artıracak."
"İyi de bundan size ne" demek geliyor insanın içinden çünkü "ne Atatürkçüsünüz ne de CHP'li."
Ancak ABD bir kez düğmeye bastı ve tüm piyonlarına farklı koldan aynı propagandayı yaptırıyor.
Azılı CHP düşmanları açılımların CHP'sini destekliyor!
Örneğin, CHP'nin Güneydoğu'da neredeyse hiç denecek kadar az oy alması tüm medyaya dert oldu. Özellikle Zaman gazetesi de meseleye eğilerek CHP'nin buradaki zaaflarını gidermesini telkin etmeye başladı. Güneydoğu'da PKK'nın dışında siyasi bir hareketin artık varolmadığını kendi oy oranlarından da anlayamayan bu zevat CHP'ye akıl üzerine akıl vermeye başladılar.
Eski ülkücü yeni Fethullahçı Mümtaz'er Türköne, "Seçim bir tecrübeyse İstanbul'da uygulanan yöntemler işe yaradı. CHP geleceğini İstanbul üzerine inşa etmeli, Laiklik gerginliği yaratmadan, tersine çarşaf ve Kuran kursu açılımları ile etki menzilini karşı kutba yöneltti. Varoşlara girdi, seçkinlerin partisi hüviyetinden sıyrıldı" diyerek gazı veriyor.
Aynı gazeteden Hüseyin Gülerce de özetle "CHP halka yüzünü dönsün, inançlara saygılı laik olsun, çarşaf açılımına devam etsin, demokratik reformlarla Doğu ve Güneydoğu'da canlansın" buyuruyor.
Özellikle seçim sonrası en çok yapılan vurgu CHP'nin varoşlardaki oylarını artırdığına yönelik bir iddiaydı. Rakamlar elbette ortada. CHP'nin kıyı şeridi ve elit semtler haricinde oyunu artırdığı herhangi bir yer olmamasına rağmen "varoşlarda güçlenen CHP" yalanının tek bir amacı var. Çarşaf ve Kürt açılımlarını işe yaramış gibi göstermek. Zaten özellikle Zaman yazarları da buna vurgu yapıyor. Kürtçülük ve Şeriatçılık nereden gelirse gelsin ama gelsin!
CHP'nin imam adayı Osman Nuri Bedir %7'yi geçememiş olsa da, çarşaf açılımının başladığı Sultangazi'de AKP % 51 oy almış olsa da, medyaya göre açılımlar işe yaramıştır. CHP iktidar olmak istiyorsa açılımlara devam etmelidir.
Zaman gazetesi'nin daha 1 Nisan'da yaptığı haber şu: "CHP lideri Deniz Baykal çarşaf açılımını İstanbul'un Eyüp ilçesinde başlattı. Buradaki oy oranı yüzde 6,5 arttı. Başörtüsü ve camilerde kandil simidi dağıtan Pendik adayı Mustafa Salih Usta partisine yüzde 2 oranında oy kazandırdı. Seçim afişinde hadisi şerif kullanan Hüsamettin Ataman ise Denizli'de yüzde üçlük bir artış sağladı." Fethullahçıların yayın organı Zaman, CHP'nin açılımlarını övme işine kendini öyle kaptırmış ki ne AKP'nin bu belediyeleri kazandığını söylüyor ne de bu oyların Genç Parti'nin oyları olduğunu.
CHP'yi yeni açılımlara ve Kürtçülüğe teşvik etmeye çalışanlardan biri de Sabah gazetesinden Muharrem Sarıkaya: "Güneydoğudaki bir çok ilde % 1-2 oranında oy alan CHP, bu illerdeki insanların akrabalarının yoğun olarak yaşadığı İstanbul'da Kartal, Maltepe; Ankara'da Mamak, Yeni mahallede ciddi oy patlaması yaptı. Benzer durum Mersin, Antalya, ve İzmir'de Güneydoğu kökenli seçmenin yaşadığı yerlerde de görüldü. Bu da gösteriyor ki CHP Güneydoğu'ya yönelik yeni bir açılıma girerse karşılığını alacak, DTP'ye giden oylarının bir kısmını evine döndürecek."
Evet, iddiaya göre CHP Kürt mahallelerinden bile oy almaya başlamıştır ve böyle devam ederse Güneydoğu'daki tüm belediyeleri alması işten bile değildir!
İşin en komik tarafı da bu. CHP ile hiçbir alakası olmayan çevrelerin CHP'ye akıl vermeye, onu iktidar olmak için yönlendirmeye çalışması.
Taraf gazetesi bile bu ekibe katılmış durumda. Onların lügatinde de yeni yönelimin adı "CHP'nin normalleşmesi." Leyla İpekçi, Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisine övgüler yağdırırken İzmirlilerin "sekter" tavrını eleştiriyor: "Gürsel Tekin ve ekibine çok iş düşüyor. CHP'nin yeni kadroları İzmirlilerin bu içe kapanmacı, homojen, ötekine var olma hakkı tanımayan, gizli faşizan profilini hayatta karşılığı olacak biçimde demokratikleştirmeyi başarırlar."
Varoşlardan yükselen etnikçilik
Kurdukları denklem basittir: CHP kötü, Kılıçdaroğlu ve Tekin iyi. Ancak bu kötülüğün ve iyiliğin kıstasları hiç de bizim tartıştığımız eksende yürümüyor.
Yıllardır Atatürkçüler olarak CHP'yi eleştiriyoruz. Ama sadece iktidar olamadığı için değil, Altı Ok'u reddettiği ve ideolojik olarak oradan oraya yalpaladığı, kimliksiz, duruşsuz bir parti olduğu için.
Türkiye'nin sahil şeridine kilitlendiği, kırsaldan, varoştan halktan tamamen koptuğu için eleştiriyoruz.
Milliyetçiliği bıraktığı, devletçiliği, halkçılığı elinin tersiyle reddedip liberal bir parti olduğu, özelleştirmelere, IMF'ye karşı koyamadığı için eleştiriyoruz. Elbette Baykal'ı da bunun için eleştiriyoruz.
Ancak şimdi Baykal gitsin, Kılıçdaroğlu ve Tekin gelsin diyenlerin derdi bu değil. Tam tersine artık daha da batağa çekilmiş bir CHP yaratmaya çalışıyorlar.
Bunu yaparken de CHP'nin çevre ve varoşlardan oy aldığını artık halka yöneldiğini bunun da birebir Gürsel Tekin'in başarısı olduğunu yutturmaya çalışıyorlar.
Taraf'tan Rasim Ozan Kütahyalı: "Yurttaşla birebir temas halinde, ilçe ilçe kasaba kasaba kasaba, mahalle mahalle gezerek emekten ve yoksuldan yana bir siyaset"ten bahsediyor.
Gürsel Tekin'in "ağır abi" tavırlarıyla, halkın içindenmiş görüntüsü yaratmaya çalışması, bürokrat tipli siyasetçi anlayışının dışında "tüccar" tavrı birilerine hoş görünüyor olabilir ancak bu halkla temasın değil halk dalkavukluğunun yeni bir biçimi. AKP o zaman en halkçı parti! Öyle ya AKP'li vekiller çok daha halktan görünüyor. Tayyip değil mi vatandaşın sofrasına oturup zaman zaman onun ekmeğini bölüşen.
Hatta bu ikilinin çok daha "sol" bir görüntü çizdiği iddiaları da Doğan'ın solcu gazetesi Radikal'den geliyor. Müthiş ikili, hem halkçı, hem de solcu.
Basının dediğine göre CHP ile halk arasında, varoşlar arasında bir köprü kurulmuş da bizim haberimiz yok!
Tekin ve Kılıçdaroğlu'nu kahraman yapan etnik kökenleri
Gürsel Tekin'i CHP'nin Tayyip Erdoğan'ı yapanlar, Kılıçdaroğlu için Türkiye'nin Karaoğlan'ı diyenler CHP dışından CHP içine doğru coşkulu bir "dönüşüm" havası başlattılar.
Bu öyle bir dönüşüm ki belki CHP'yi iktidara taşıyacak, CHP'den yeni bir AKP yaratabilecek bir dönüşüm. Biz bunu destekleyemiyoruz çünkü bu bizim anladığımız anlamda bir dönüşüm değil.
Yeni ekip CHP'yi Altı Oktan daha da uzaklaştıracak, onu daha da liberalleştirip Kürtçüleştirecek bir dönüşüme sokuyor.
Parlayan isimler:
Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt.
Kemal Kılıçdaroğlu, Tuncelili bir Kürt.
Murat Karayalçın, Kürtçülüğün bayraktarı!
Etnik kökenleri bizi hiç de ilgilendirmiyor ancak bu isimlerin parlama nedeni maalesef etnik kökenleri ve Kürtçülüğe yaktıkları yeşil ışık.
TV ekranlarından konuşan Kılıçdaroğlu "Kürt açılımı yapacak mısınız?" sorusuna "Kürtler konuşsunlar ne açılım istiyorlarsa söylesinler yapalım" diye cevap veriyor. Diyarbakır'a gidip açılım yapmaktan bile bahsediyor.
Obama'nın gelişinin ardından da hemen Baykal'la görüşerek Kurultay talebinde bulunarak "liderlik talebim yok, arkanızdayım ama yeni yönetim kurulsun" diyor.
Ve CHP, 11 Nisan'da parti meclisi toplantısında Kurultay'a gitme kararı alıyor.
Yeni yönetim kurulacak. Konuşulan Kılıçdaroğlu'nun MYK'ya alınması, Karayalçın'ın CHP içinde aktif göreve getirilmesi hatta başdanışman olması.
Ancak Doğan Medya'nın da Fethullahçıların da hedefi çok daha büyük.
Reha Muhtar "Tayyip Bey yanlısı yandaş basın bile Kılıçdaroğlu gelsin, ortalık renklensin diye davul çalıyor, CHP'den hala ses seda yok. CHP bu seçimde kaybetti ama Kılıçdaroğlu gelirse iş değişir" diyerek süreci hızlandırmaya çalışıyor.
İlk Kurultay için hedeflenen Baykal'ın düşürülüp, Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığa, Gürsel Tekin'in de yardımcılığa getirilip, Karayalçın'ın başdanışman yapılması ve parti içinde yeni bir ayıklamayla Kürtlerin aktif hale getirilmesidir.
Bu seçimlerde bazı yerlerde PKK'ya yakın isimlerin CHP'den aday yapıldığı düşünülürse değişim çok yakında ve bunun adı tam bir Kürt darbesi.
Öyle ki özellikle Taraf gazetesi başta olmak üzere yeni ikiliyi tutanların en önemli tezi de bunların Baykal gibi Ergenekon'un avukatlığını yapmıyor oluşu. "Gürsel Tekin, Kürt'tür ve Kürt meselesine de duyarlıdır" diyen Sabah yazarı Mahmut Övür, Taraf'a verdiği röportajda "Şimdi çok açıktan söyleyemiyorlar ama Tekin çetelere karşıdır, Baykal'ın tepkisini çekmek istemiyor ama Ergenekon'a onun gibi bakmıyor" demeye getiriyor.
Yani yeni ekip aynı zamanda AKP'nin tezgahının da destekleyicisi ve belki de PKK'yla mücadele etmiş paşaların yargılanmasını isteyecek kadar da Ordu düşmanı. Bunu zaman gösterecek.
Baykal "etnik kimlik" havuzunda boğulacak
Kısacası "vah Baykal" demekten kendimizi alamıyoruz. Kendi açtığı Kürtçülük çukurunun içine kendi düştü.
Baykal seçimlerin ardından "AKP, DTP ile benzeşerek, DTP ile kaynaşarak, devletin hizmet ve yatırım olanaklarını kullanarak DTP'yi etkisizleştirmeye çalıştı ama insanlar bu aldatmacayı itti" diyerek AKP'yi eleştiriyordu. Ancak bu Kürtçülük yarışının içinde CHP de vardı. Parti programını bile "etnik kimlik şerefimizdir" söylemi üzerinden değiştiren Baykal "etnik kimlik" havuzunda boğulmak üzere. Baykal'a acıyacak değiliz ancak görünen o ki bu havuzda asıl boğulmak istenen Türk milleti.
"Baykal gitsin, Baykal gitsin" diye çırpınan Atatürkçüleri artık çok daha tehlikeli bir dönem bekliyor. "Baykal nasıl olsa koltuğunu kimseye terk etmez" diye de düşünmesinler Amerika düğmeye bastığı an Baykal o koltuğu bu Kürtçü ekibe devretmek zorundadır.
CHP bu işten başarıyla çıkabilir mi peki?
Elbette çıkabilir. Çünkü bundan sonra bir yedek olarak tutulacaktır.
İktidar olamaz mı? Elbette olabilir, elbette varoşlardan da oy alabilir.
AKP nasıl alabildiyse, nasıl bir dilenci ekonomisi sistemi kurduysa, nasıl popülist bir söylem geliştirdiyse CHP'de yapabilir.
Ancak bunun adı ne halkçılık ne de Atatürkçülük olur. Gürsel Tekin çizmeleri giyip varoşlara gider gitmesine-söylendiğine göre 38 bin 600 km yol katetmişler Kılıçdaroğlu'yla - ancak "yeni halkçı" CHP, ne özelleştirmelere karşı çıkar, ne IMF'ye ne de Amerika'ya. Varoşlardaki çaresiz vatandaş da bu kez CHP'ye oy vermiş olur belki ama kaderi baki kalır.
Kürtçülüğün önünü açacak tüm söylemlerle DTP'ye yeni bir düşman kardeş gelmiş olur o kadar. Bugün AKP nasıl DTP ile rekabet ederek bir yandan Kürtçe kanalla, Barzani, Talabani dalkavukluğuyla Kürtçülüğü geliştiriyorsa bunun destekçilerinden biri de CHP olur.
Atatürk'ün kemiklerini sızlatan çizgi yani.
Ömrü Kürt isyanlarıyla mücadele etmekle geçmiş, laikliği kabul ettirebilmek için her türlü tehlikeyi göze almış, kadını esaretten kurtarmış Atatürk'ün kurmuş olduğu parti Kürtçülüğün ve çarşafın esareti altında.
Doğan Medya'nın, Fethullahçıların "açılım! açılım! açılım!" çığlıkları etrafında Kürtçüler tarafından kuşatılmış olarak!
Gerçekten vah Baykal diyoruz, yazık olacak.
http://www.turksolu.org/sehit/secmechp1.htm adresinden alıntıdır
21 Nisan 2010 Çarşamba
Komşularla Sıfır Sorun (!)
Komşusuz 23 Nisan
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle dünya çocuklarını Meclis’te kabul etti. 41 ülkeden çocukların yer aldığı kabulde bazı komşu ülkeler ile İsrail yoktu.
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, bu ülkelerin neden gelmediği sorumuza, “Davetli olsalardı gelirlerdi. Biz her yıl farklı ülkeleri davet ediyoruz. Ancak KKTC, Azerbaycan, Irak listemizde her zaman var. Bunlar dışındaki ülkeleri değiştirerek çağırıyoruz” dedi. Davetli listesinde İsrail’in bulunmamasının ‘başka bir anlamı’ olmadığını belirten Şahin, TRT olarak İsrail ile ilişkilerinin son derece iyi olduğunu vurguladı. Finlandiya’nın volkanik patlama nedeniyle katılamadığı kutlamalarda Filistin de davetliydi. Şahin, "820 öğrenci 200 civarında grup lideri, 33 gazeteci, 30 tercüman ile 1100 civarında konuğumuz var" dedi.
Başkan Şahin, çocukları kabulünde kendi dillerinde ‘hoşgeldiniz’ dedi. Çocuklar, ülkelerine özgü hediyeler sunarken, Meksika, ünlü tekilasından bir şişeyi başkana hediye etti. Başkan Şahin, Kazaklar’ın kaftanını, Hindistan’ın Pagadi’sini; Ukrayna’nın çiçekli şapkasını giyerek moral buldu.
Kabulün ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Şahin, “Moral buldum. Çocuklardan aldığım enerjiyle oturumları daha rahat yönetebilirim” dedi. Milletvekillerinin Anayasa değişiklik teklifi mesaisinin uzunluğundan şikayet ettiklerinin anımsatılması üzerine ise çalışma saatlerine genel kurulun karar verdiğini, başkan olarak bu karara uymak zorunda olduğunu belirtti (Hürriyet).
20 Nisan 2010 Salı
26 Mart 2010 Cuma
Tüzmen görevi ‘mesajlı’ devretti
(...) AKP yapısında hiç beklenmeyen bir çatlak meydana geldi. AKP’nin en sağlıklı gözüken sportmen Genel Başkan Yardımcısı Kürşat Tüzmen, “sağlık” bahane ederek görevinden ayrıldı. Oysa görevi Adana Milletvekili Ömer Çelik’e devrederken ona çektiği el ense gayet sağlıklıydı. Yaptığı konuşmada da rahatsızlığının –söyleminin aksine- fiziki değil siyasi olduğunu belli etti.
İçerik Kaynak: gazeteci.tv
15 Mart 2010 Pazartesi
5 Parçacılar !
II. KÖRFEZ SAVAŞININ PETRO-POLİTİK ANLAMI VE TÜRKİYE’YE ETKİSİ
(…)
Ya Irak ve İran’daki yönetimlerin değiştirilmesi ile ya da Fuller ve Lesser (2000) ve Stratfor (2002)’de ip uçları olduğu gibi Irak ve İran’ın kuzeyinin bölünmesi ile gerçekleşebilir.
ABD tarafından Kürt devletinin olmazsa olmaz koşul olarak ileri sürülmesi, Kürt kartının güneybatı İran’da masaya konma amacını gün gibi ortaya koymaktadır. İran petrol ve doğal gaz sahaları körfezin batı kıyısında ve Irak sınırında yer alır. Saddam’ın 1980 yılında İran’ın petrol sahaları üzerinden atılabilmesi olanaklı kılacağı içindir. Bu saldırı ABD şirketlerince desteklenmiştir. Çünkü İran devrimi ile şirketler ellerinden çıkan İran petrollerine Saddam’ın el koyması ABD şirketlerinin çıkarı doğrultusunda bir gelişme idi. Oysa, günümüzde ABD kontrolündeki “Kürt Devletinin” bu bölgeye sözde etnik nedenler ile uzanması, ABD’nin yeni açık stratejisidir. Zira bu bölgede “Kürdistan ve Luristan” gibi Kürtler, Lurlar ve Bahtiyariler’den oluşan etnik gruplar, kuzeybatı İran, Kuzeydoğu Irak petrol ekseni üzerinde yaşayan halklardır. Bu halkların İran ve Irak’tan ayrılma gibi tarihsel kökenli talepleri vardır. Bu talepler, yeni Wilson prensiplerine göre “demokratik ve bağımsız” devletler olarak petrol şirketlerine bağlanması senaryosu olduğu aşikardır.
Bu senaryoda kuzeydoğu Irak ve batı İran’daki petrol bölgelerinin Kürtler yönetiminde oluşturulacak bir devlet ile yatakların güneyine Körfeze doğru uzanan devamında ise Şii olmasına karşılık etnik olarak İran’lı olmayan ve merkezi yönetimden tarih boyunca bağımsızlık talepleri olan Lurlar ve Bahtiyarilerin oluşturacağı bir devlet projesi yer almaktadır. Yeni Wilson’culuğun Irak’ı ve İran’ın petrol bölgelerini kontrol altına alma hedefini Kürdistan ve Luristan devletlerinin kurulması ile gerçekleştirileceği bu savaşın amaçlarından biridir.
Kendilerini terörist örgütler listesine alan ABD yönetiminin “tavrını anlayamayan” KADEK yöneticileri ABD’ye Barzani-Talabani bırakın devlet, parti bile oluşturamayacağı, ancak aşiret olduklarını söyleyerek Kürt Kartını ancak kendileri ile oynayabileceklerine ikna etmeye çalışmaktadırlar. KADEK sözcüleri Türk ordusunun kuzey Irak’a girmesine Barzani-Talabani ikilisi gibi tavır almamakta tam tersi Türk ordusunun bölgede zaten var olduğunu, yeni kuvvetler girerse KADEK’lilere saldırmadıkça Türk ordusu ile savaşmayacaklarını ifade ederek Barzani-Talabani ikilisinden çok farklı bir söylem ileri sürmektedirler. Eğer Türk ordusu kuzey Irak’ta KADEK’lilere saldırırsa KADEK’liler Türkiye’ye geçerek Türkiye’de mücadele edecekleri tehdidini yapmaktadırlar. Bunun anlamı “Türkiye Kürt’leri arasında” ABD destekli Barzani-Talabani ikilisinin sözünün geçmesinden çekinen KADEK sözcüleri bu etkiden çok rahatsız olduğunu ifade ederek Türkiye’de kendilerinin etkili olduğunu ABD’ye göstermek istemektedirler. Meclisteki teskere oylamasında belli bir kesimin oyu Türk ordusunun kuzey Irak’a girmesine hayır oyudur, yoksa ABD’nin Türkiye’de konuşlanmasına karşı değildir.
Türkiye’nin kuzey Irak’a girmesine karşı çıkan ABD, Barzani-Talabani’yi öne çıkartarak Türkiye’nin kuzey Irak’a girmesini engellemeye çalışmaktadır. Bu senaryonun başka bir aşaması ise Türk ordusunun kuzey Irak yerine kuzey İran’a diğer bir ifade ile güney Azerbaycan’a girerek kuzey Azerbaycan ile birleştirilmesi projesine Türkiye hazırlanmaktadır (Fuller ve Lesser, 2000). Musaddık’ın millileştirdiği İran petrollerinin güney İran ve kuzey İran olarak güneyde Kürdistan-Luristan, kuzeyde büyük Azerbaycan projesi çok uzak bir senaryo değildir. Bu senaryonun İran’ın başında Demokles’in kılıcı gibi sallanması İran’ın demokratikleştirilerek bütünlüğünü koruyarak petrol şirketlerinin istediği kalıcı imtiyazı vermesine zorlamaktadır.
(…)
II. Körfez Savaşı küresel para sermayenin küresel petrol sanayi ve Amerikan savaş sanayinin dünyayı yeniden biçimlendirebilmesi stratejisinin başlangıcıdır. Bu başka ifade ile teorik olarak tartışılan yeni dünya düzeninin hayata geçirilmeye başlanılmasıdır (s. 155-157).
YENİ WİLSON’CULUK
(…) Kriz sürecinde ABD’nin kullanacağı açık görülen yeni Wilsonculuk yani Kürt kartı, savaşı İran, Türkiye, Suriye ve Kafkasya’ya yayacak tehlikeli bir çıkmaza girecek gibidir. Gerçekte ABD’nin Orta Doğu, İran ve Hazar çevresi petrol bölgelerinin yeniden düzenlenmesi amacına hizmet edebilecek bir araç olarak 1980’lerde ileri sürülen yeni Wilsonculuk “5 parçacılık” diye isimlendirilen Irak, Türkiye, İran, Suriye, Ermenistan Kürtlerinin birleştirilmesi stratejisi tüm Kürt hareketlerinin nihai hedefi olarak saklı tutulmaktadır. Kürt hareketlerinin “demokratik haklar” gibi asgari hedeflerinin arkasında, azami hedefleri “5 parçacılık” yatar. Bu özellikle petrol rezervlerine sahip ülkelerde destabilizasyon amacıyla Kürt kartının kullanılması için ileri sürülmüş bir stratejidir.
Bu durumda savaşın Irak’tan sonra İran’a taşınması aşikar görülmektedir. Bu süreç, Almanya-Rusya ittifakı ile Amerika’yı direkt karşı karşıya getirir.
(…) ABD açısından, imparatorluğunu kurabilmesi için bu düzenlemeyi askeri, politik veya ekonomik araçları kullanarak yapması zorunludur veya süper güç olmaya elveda demelidir. Avrupa ve Amerika’yı karşı karşıya getiren Orta Doğu-Hazar çanağı çevresi dışında diğer petrol çanağı Nijerya bölgesidir. (…) Bu rezervleri kontrol, Hazar çanağını kontrol kadar olmasa bile öne çıkan yeni bir savaş alanı olacaktır (s. 173-174).
Kaynak: Üşümezsoy, Şener-Şen, Şamil. Yeni Dünya Petrol Düzeni ve Körfez Savaşları, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 2003.
(Not: Okurken, kitabın yayınlandığı 2003 yılını dikkate alın.)
11 Mart 2010 Perşembe
"İki Alt Başlık Arasındaki Tezatı Bulmaca..."
(Not: Karakterler sonradan koyultulmuştur.)
T.C. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı 2010/66 nolu iddianameden bir paragraf :
" Dosyanın içeriğinin incelenmesinde; "3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk ile ilgili değerlendirme, doç x" isimli dosyada aynen; "Erzincan ve civarındaki alevi köyleri özel olarak ilgilenmekte, bu köylerin ihtiyaçlarının giderilmesi için Ordunun imkanlarını kullanmaktadır. Yaptığı yardımlar nedeniyle alevi köyleri ve^ dedeler tarafından sevilmekte, dedeler tarafından kendisine takdir beratları verilmektedir" şeklinde bilgilerin bulunduğu, "
(Bu da AA 'nın 11 Mart 2010 tarihli haberi...)
OKÇULAR KÖYÜ -AA- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, depremden etkilenen Okçular Köyü'nde incelemelerde bulundu. Erdoğan, "Ramazan Bayramı'na kadar konut sorununu çözeceğimize inanıyorum" dedi.
Erdoğan, depremden etkilenen Okçular Köyü'nde vatandaşlara hitap etti.
Hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralan anlara geçmiş olsun dileğinde bulunan Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
"41 vatandaşı kaybetmenin üzüntüsü, hüznü içindeyiz. Bizler, ölenle ölünmeyeceğini bilenlerdeniz. Fakat, bundan sonrasını nasıl planlayacağız, bundan sonra nasıl adım atacağız, hükümet olarak bu konuda çalışmalar yaptık. Depremin meydana gelmesinin ardından Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, ilgili bakan ve milletvekilleri ve belediye başka nlarını deprem bölgesine gönderdik. Kolordu Komutanlığımız bütün imkanlarıyla seferber oldu. İlk andan itibaren sahra çadırıyla mobil mutfağıyla desteklerini verdiler. Kızılay ve Deniz Feneri de ellerinden gelen desteği verdiler. Hepsine teşekkür ediyorum. Ramazan Bayramı'na kadar hem konut hem de ahır olmak üzere yeni bir yapılandırmaya gideceğiz.
Yeni konutların zemin etütleri yapıldıktan sonra inşa edilecek, ilgili kurumlar çalışmalarını sürdürmeye devam edecek. Ramazan Bayramı'na kadar konut sorununu çözeceğimize inanıyorum. Ele ele vereceğiz, omuz omuza vereceğiz. Acılar paylaştıkça azalır, sevgiler paylaştıkça büyük bundan hareketle gerekenleri yapacağız."
Çadırları ziyaret ederek, çocukları seven ve kadınlarla konuşan Erdoğan, "En kısa zamanda konut, okul ve ahır sorunlarını çözeceğiz" dedi.
Başbakan Erdoğan, taziye çadırını da ziyaret ederek, ölenlerin yakınlarına başsağlığı diledi.
Yoğun güvenlik önlemleri alınan köyde, jandarma ve başbakanlı k korumaları güvenliği sağladı.
Başbakan Erdoğan'ın çadırları ziyaretine 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Mustafa Korkut Özaslan eşlik etti.
Çadırlardaki kadınların teşekkür ederek, "Depremin ilk anından itibaren yardımımıza koştular, destek oldular" demeleri üzerine Erdoğan, "Yaptığınız yardım ve kurtarma hizmetlerinden dolayı size teşekkür ediyorum" dedi ve 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Mustafa Korkut Özaslan'ı sarılarak öptü.