15 Nisan 2008 Salı

II. ABDÜLHAMİT VE R.T.ERDOĞAN I.Bölüm




II. ABDÜLHAMİT VE ERDOĞAN


Birinci bölüm , Birinci ortak nokta : Her ikisinin de İktidara geldiklerinde Devletin içinde bulunduğu hal !!!


Batı Türk Devletinin bu iki çok tartışmalı figürünün pek çok benzer yanları olduğunu düşünmekteyim.


Öncelikle her ikisini de sevenlerinin çok sevdiği hatta kahramanlık la onurlandırdığı, sevmeyenlerinin de bir o kadar sevmediği hatta hainlikle suçladığı bu iki karakterin Batı Türk Devletinde hüküm sürdükleri dönemlerin ortak yanlarını maddeler halinde sıralamaya çalışacağım.Bu birinci bölümde ikisininde iktidara gelmeden önceki süreçlerin benzerliği.

Özetle bildik siyasi jarbonla her ikisi de enkaz devralmış ve kendilerinden önce ki hükümetler döneminde kurulmuş bir ekonomik sosyal karışıklık içinde buldular kendilerini.

Abdülhamit ile başlayalım .

Tanzimat dönemi sonunda meşrutiyetle beraber iktidara gelen II. Abdülhamit iktidara geldiğinde Devlet uzun süredir dağılma sürecinin içinde kurtuluş için çırpınıyor çırpındıkcada bir yılana bir şeytana sarılıyordu.

Abdülhamit Devletin 1764 ten beri içine girdiği dağılma sürecinden çıkma cabasının bir ürünü olan ve II.Mahmut zamanında imzalanmış Boğazlarda Rus Çarlığını söz sahibi yapan 1833 Hünkar İskelesi anlaşması http://www.turktarih.net/t-299-hunkar-iskelesi-antlasmasi.html ile ilerleyen dönemde bu içine düştüğü Rus hegemonyası altına girme tehlikesinden kurtulmak ve Ortodoks halka karşı başka bir güçle ittifak arayışlarının sonucu ortaya çıkan ve İngiliz ittifakı çabalarının ürürünü olarak Abdülmecid tarafından imzalanan 1838 Balta Limanı anlaşmasının http://www.turktarih.net/t-291-baltalimani-antlasmasi.html sonucunda ve bu sürecin devamında ki siyasi toplumsal ve ekonomik hayatı yeniden batı ve özellikle İngiliz etkisinde düzenleme iddiasındaki Tanzimat uygulamaları ve özellikle Abdülaziz döneminde iyice bozulan kutuplaşan çekişen toplumsal doku ve kamu dengesi ile borca batık dışa bağımlı bir ekonomi devralmıştı.

Dönemi öncesi ülkeyi yönetmiş önemli ve ağılıklı kişiliklerin hemen hemen hepsi mason ve gayri Müslimlerden oluşuyordu ve bu kişileri etkileyen yönlendiren ve ülkeyi bu bağlamda ekonomik çöküntüye götüren kararların arkasında bu günkü küresel elit in o zamanki aile büyükleri bulunuyordu.

Abdülhamit öncesi dönemin Küresel Elit işbirlikçisi Mason ve etkin yöneticileri olan sırasıyla Reşit, Ali ve Fuat paşalar ülkeyi borca batık hale getirmişler di.

Dönemin “Ulusalcıları” ndan Ziya Paşa , Ali Paşanın ölümünden sonra şunları söylemişti.

“Na'ş-i murdarını seylaba atın/ Sürdürürler köpeği öldürene”

Akan suya sele atın köpek leşini,sürsün götürsün manasına gelecek bir söz Ziya Paşanın Ali paşa hakkında ki düşüncesini açıkça göstermektedir..

Namık Kemal’ se Fuat Paşa ölünce ,

'Nasıl ah etmeyelim memleketin haline kim /Ne zamandır çekiyor Sadr-u Fuad illetini!..' dizeleriyle anıyordu onu.

Yani özetle memleket dış etkiler altındaki satılmış ve gizli örgütlerin üyesi hain yöneticiler tarafından batırılmıştı Abdülhamit tahta çıktığı sırada .

Bu dönemin bir özelliği de Rusya ya karşı Batı ile İttifaktır.

Bu ittifak sonucunda gelen 1856 KIRIM HARBİ ve bunun sözde başarısına rağmen Tüm Türk Dünyası için yarattığı ağır felaketlerdir.

Batı Türk Devleti savaşın olumsuzlukları kabaca savaş için alınanlarla artan dış borçlar Rus halkının Türk düşmanlığı konusunda bilenmesi gibi olumsuzluklar ile Kırım Türklerinin yok edilmesine kadar giden ağır sonuçları olmuştur.

Ve çok ilginç bir şekilde Hilafet bağlılığının güçlü olduğu halkının İngilizlere olan direnci kırılan ve etkin propaganda ile halkında İngiliz sempatisini arttırılan Hindistan Türk devletinin de İngilizlerce kısa süre sonra yok edilişine neden olmuştur.

Bu ise İngiltere nin o zaman ki en büyük rakibi Rus Çarlığının karşı hamle olarak Türkistan ı işgal etmesi ve iki ülkenin Afganistan da karşı kaşıya gelmeleri durumunu yaratmıştır.

http://www.turktarih.net/t-244-kirim-savasi-kirim-harbi.html

Tüm bu dönemin süresi 1838-1878 yaklaşık 40 yıldır.

Recep Tayip Erdoğan a gelince;

Erdoğan’ın da iktidara gelmeden önce ki Batı Türk Devletinin durumu ile Abdülhamit’in iktidara gelmeden önceki durumuyla hemen hemen aynı idi.

İkinci Paylaşım Savaşından sonra dengeler yeniden kurulurken 19. yüzyıl daki gibi üzerinde Rus tehdidi algısı yaratılan Türkiye Batı ittifakı içine girmek için 1838 de başlayan sürecin bir benzeri yaşamaya başlamış ve ilk olarak 1946 1 Nisanında ABD büyük elçisinin cenazesini getiren Missouri zırhlısı birçok sembolik anlatım içermekteydi.





Öncelikle Rus tehdidinin konusu yine boğazlardı.

Yine küresel eltin gizli örgütlenmeleri içinde yer alan başta masonlar olmak üzere ve bunlara ek sayıları Abdülhamit dönemine göre azalsa da etkinlikleri azalmayan gizli açık gayri Müslim unsurların Batı Türk Devleti içinde köşe başı tutmuş işbirlikçileri yönetimde söz sahibi edilmeye ve yönetimi yönlendirmeye başlamışlardı.

1929 sonrası ATATÜRK tarafından yönetimden mümkün olduğunca etkinlikleri azaltılan,
ayıklanan bu kesim yeniden söz sahibi olmaya başlamıştı.

Missouri Zırhlısı iki nükleer bomba ve iki şehir halkının toplu katliamından sonra Japon Teslim anlaşmasının imzalandığı savaş gemisidir ve bu misyonu ile ünlüdür.

Mason olan Moskova büyükelçisinin kriptosundan ibaret Rus tehdidinden korunma gayesiyle Batı ile İttifak kurma cabasındaki o zamanki Batı Türk Devleti yönetimin çaresizlik ve acz içinde ki arayışının Batıyla nasıl bir ilişki kurduğu ve bunun sonucunda Batının o günkü temsilcisi ABD nin Batı Türk Devletini nasıl teslim aldığı ve bu misyonunun sembolik anlatımı gösteren missouri gemisini nasıl kullandığı dikkat çekicidir.

Ancak Japonyanın teslimine neden olan olay ile Batı Türk Devletinin teslimine neden olan olay arasındaki direnç gösterme farkıda ortada durmaktadır.

Ayrıca söz konusu geminin getirdiği Vaşington, DC Büyükelçisi Münir Ertegün'ün kişiliğinde de bu teslim alma ve işgalin hangi iç güçlerce yapılacağı sinyali de verilmiş olmaktadır .

Zira Münir Ertegün ün ait olduğu aile ve gömüldüğü Özbekler tekkesinin yukarıda dile getirdiğimiz bu iş birlikçi kesimlerden sabateyist ve masonlar için son derece önemli bir yer ve aile olduğu bilinen bir gerçektir.

1946 da ki bu teslim alınma işleminden sonra ATATÜRK ün sadece 1929-1938 yılları arasında 10 yılda kurduğu bağımsızlaştırma sürecinin artık sonladığı anlaşılmaktadır.
İnönü’nün şahsında ki -burada saymaya gerek görmediğim -pek çok sorundan kaynaklanan 1939-1946 durağan döneminin sonunda yeniden bir gerileme süreci başlamıştı.


Batı Türk Devletinin Büyük ve Anadolu Selçuklu devletlerinden sonraki ve en başarılı görünümü olan Hilafet Dünya Devleti nin 1764 ten beri başlayan bağımlı yaşama şekline ara veren Cumhuriyet döneminde elde edilen tam bağımsızlık çok çok kısa sürmüş oluyordu.

Bu bölümün devamı var bu günlük bu kadar ! 15.04.2008 yarın devam edeceğim.....


Website counter

Hiç yorum yok: