13 Aralık 2008 Cumartesi
12 MART 1978
"Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito bu küregi, ellerimle tutarak degil, alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarim benim nefesim tükendiginde birisi bu görevi devralir. Yoksa kristal küre yere düser ve tuz buz olur... Iste o zaman dünyanin kaderinin korunmasi baska ülkelere kalir. Nasir benim dostumdur, ancak ondan önce dünyanin geleceginin korunmasi Anadolu´ya düser. Anadolu´da Kemalistler tarafindan kurulan devletin temeli bagimsizliktir. Bu yüzden Anadolu, dünyanin kaderini kurtarma görevini omuzlarina alir."
Josip Broz ya da tanınan ismiyle Tito... Balkan tarihinin önemli
aktörlerinden biri. 35 yıl boyunca Yugoslavya Federasyonu’nun başkanlığını yaptı. Ülkeyi bir arada tutmayı başardı. Josip Broz Tito, ülkenin kurucu babasıydı ve ölünceye kadar devlet başkanlığını sürdürdü.
Tito’nun 10 yıl yeminli tercümanlığını yapan İlhami Emin, aradan çeyrek asır geçmesine rağmen bugüne kadar hiç konuşmadı. Anılarını yazmadı. Tito’nun nasıl bir insan olduğunu anlatmadı.
İlhami Emin, Tito’nun ölümünden Yugoslavya’nın parçalanmasına kadar geçen sürede ise Türk cumhurbaşkanlarının tercümanlığını yapmıştı. Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Turgut Özal’ın Yugoslavya devlet başkanlarıyla yaptığı görüşmelerde hazır bulunmuştu. İlhami Emin’i geçmişe götürmek zor oldu. Ancak uzun çabalar sonunda kendisine “Ben Tito’nun tercümanıyken...” dedirtmeyi başardık. Makedonya’da ‘Gül Şairi’ olarak tanınan Türk edebiyatçı İlhami Emin’in yörük inadını kırdık ve kendisiyle uzun bir sohbete koyulduk.
-Bugüne kadar Tito hakkında neden konuşmadınız?
Tito gibi büyük bir devlet adamına sırtımı dayayarak ün yapmak gibi bir fikrim olmadı. Tito’nun sağlığında nasıl sustuysam, Tito öldükten sonra da ketumluğumu sürdürdüm. Susmamın bir nedeni ise, Tito’nun Türkçe tercümanlığını ilk defa üstlenirken, Tito’nun başyaverlerinden General Rapo bana kesin bir ikazda bulunmuştu: “Tito’yla bulunduğun ortamda duyduklarını duymayacaksın. Çok bilmen, çok konuşman senin zararına olur. Bilmeyeceksin, duymayacaksın, görmeyeceksin, konuşmayacaksın. Üç maymunu oynayacaksın. İnsanın bazen, bildiğini bilmemesi daha iyidir. Sırları bileceksin, sırları sır gibi saklayacaksın. Kendi iyiliğin için susacaksın. Ne az ne fazla… O kadar.” Bu ikazı alınca, yazılı bir yemin etmediğim halde, kendimi yemin etmiş gibi hissettim. Ve bugüne kadar hiç konuşmadım.
-Tito’nun tercümanlığına nasıl başladınız?
1971 yılında yazar arkadaşlarla Struga şehrinde sohbet ediyorduk. O sırada Belgrad’dan telefonla acele arandığımı söylediler; ama ciddiye almadım. Biliyorsunuz, yazarlar arasında bazen “acımsı” şakalar yapılır. Az sonra tekrar “Seni Belgrad’dan acele arıyorlar” dediler. Yine şakadır diye aldırış etmedim. Telefondaki, azarlanmaktan dolayı biraz endişeli, biraz da kızgın bir şekilde “Beyefendi sizi Belgrad’dan bir general arıyor.” diye sesini yükseltince gittim. Telefonu kulağıma götürdüğüm anda “İlk araçla Belgrad’a gel” emrini veren bir sesle karşılaştım. Karşımdaki kişi çok otoriter ve üstelik aşırı sert konuşuyordu. Sözü fazla uzatmadan Belgrad’da gitmem gereken adresi verip telefonu kapattı. Kimseye bir şey söyleyemeden koltuğa çöktüm… Bir müddet düşündüm…
-Ama yine de yola çıktınız?
Evet, gece treniyle Belgrad’a hareket ettim. Sabahın erken saatlerinde rastladığım ilk taksi şoförüne, elimdeki adresi gösterdim. Meğer, taksi şoförü de şakacının biriymiş. “Adresin neresi olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Bilmiyorum, dedim. Gülerek “Hapishane!” dedi. Korkum bir kat daha arttı. Demek ki, “Yazar arkadaşlar bu defa beni tuzağa düşürmek için çok iyi düşünmüş ve çok iyi şaka planlamış” diye aklımdan geçirdim. Yolun sonuna kadar gitmeliydim, arabaya bindim. Taksicinin beni bıraktığı yerde bir polis nöbet tutuyordu. Resepsiyonda yüzü gülmeyen, sert duruşlu, gayet ciddi, insanı biraz ürküten bir memur vardı. Korkarak General Rapo’nun ismini kekeleyebildim. Resepsiyondaki memur bir yere telefon edip olumlu cevap alınca bana gitmem gereken katı ve oda numarasını söyledi. Birazcık rahatlamıştım.
-Direkt General Rapo ile mi görüştünüz?
Doğru. Beni güler yüzle karşıladı. Tito’nun resmî tercümanı olduğumu, hemen göreve başlamam gerektiğini bildirdi. Çok şaşırmıştım. Ben arkadaşlardan şaka beklerken; şakanın büyüğü Tito tarafından yapılıyordu. Ve ertesi gün Tito’nun Brioni adasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel ile görüşeceğini ve benim tercümanlık yapacağımı söyledi. İçimi tuhaf bir duygu kapladı. Birkaç gün önce rüyamda kendimi Tito’nun sağında öğle yemeği yemek yerken görmüştüm. Rüyamı arkadaşlar güler korkusuyla kimseye anlatmamıştım. Bir yandan seviniyor, diğer yandan korku hissediyordum. Yugoslavya Devlet Başkanı’nın tercümanı olmuştum.
-Tito’nun tercümanı olmak hayatınızı nasıl değiştirdi?
Hep ilkleri yaşadım. İlk defa devlet adamlarının kaldığı otelde kalıyordum. İlk defa uçağa biniyordum. Uçakla Belgrad’dan Pula’ya vardık. Buradan özel gemiyle Brioni adasına yola çıktık. Beni karşılayan kişi hemen berbere götürdü. O sabah otelde tıraş olduğumu söyledimse de aldırış bile etmedi. Daha sonra, girdiğim yemek salonunda bana gösterilen yere oturdum. Az sonra salona Cumhurbaşkanı Tito ile eşi Yovanka, ardından Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel ile eşi Nazmiye Hanım geldiler. Kimse konuşmazken, tam karşımda oturan Tito’nun eşi Yovanka bana dönerek, “Siz aç kaldınız…” dedi. Ben önceden yemeğimi yediğimi söyleyince Tito “Aç tercüman kötü tercüman olur.” dedi. Ve misafirlere bunu tercüme ettim. İlk tercüme ettiğim cümle buydu. Türkiye heyeti kahkahalarla güldü. Tito, havayı yumuşatmakta dünya çapında ün yapmıştı.
Tito’nun imza şakası
-Tito o gün başka tür latifeler de yaptı mı?
Karşılıklı sohbet sürerken, ansızın ayaklarımın arasında yılan gibi bir canlının dolaştığını sandım ve korkuyla ayağa fırladım. Bunun üzerine Tito, “Ben Türkleri daha cesur bilirdim, yerine otur, ayaklarına dokunan benim sevimli kurt köpeğimin kuyruğudur.” dedi. Öğle yemeği devam ederken dönemin Dışişleri Bakanı Mirko Tepavaç, sırayla konukların uzattıkları yemek listelerini Tito’ya imzalatmak üzere bana veriyordu. Türk heyetinde bulunan muhalefet milletvekilinin listesini verirken Tito’ya, “Buna daha küçük bir imza atın, çünkü muhalefettendir’’ dedi. Tito “Vallahi, ben herkese aynı imzayı atarım, çünkü Türkiye’de durum hiç de belli olmaz. Belki bugün muhalefette olan milletvekili yarın başbakan olarak konuğum olur.” cevabını verdi. Yugoslavya tarafından yemeğe katılanların tümü kahkaha attı. Ben, tam tercüme etmek isterken, Tito bana dönerek “Söylediklerimi olduğu gibi tercüme etme, bir şeyler uydur, darılmasınlar.” uyarısında bulundu.
-Hiç zorlandığınız olmadı mı?
Daha ilk tercümanlık yaptığım Demirel-Tito görüşmesinde konuşulanları sakladığım için tepki aldım. İki heyet arasındaki resmî konuşmalardan sonra, Tito ile Demirel başbaşa görüştü. Bu ‘dört göz arası’ konuşmada Tito ve Demirel’den başka bir tek ben vardım. Uçakla Belgrad’a dönünce, Büyükelçi Begiç beni bir yana çekerek Tito ile Demirel’in neler konuştuğunu sordu. Ben “Hiçbir şey hatırlamıyorum. Her şeyi unuttum.” deyince, adamcağız kükreyerek “Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın, Yugoslavya’nın Ankara büyükelçisi olarak Tito ile Demirel arasında geçen konuşmaların tümünü bilmek benim hakkım.” dedi. Öfkeden tir tir titrediğini gördüm. General Rapo’nun tavsiyelerini hatırlayarak “Öğrenmek istiyorsanız, Tito’ya sorun.” dedim ve yanından uzaklaştım.
-Bir diktatöre tercüman olmanız Türkler arasında nasıl karşılandı?
Tito, diktatör olmayan bir diktatördü! Tito’ya tercümanlık yapmam Yugoslavya Türklerini mutlu etmişti. Akrabalar ve tanıdıklar Tito’yla çekilmiş birçok fotoğrafı, bazen izin almadan evlerine götürdü. Tito’ya tercüman olmamı Türkiye’deki sol eğilimli şair arkadaşlarım kınadı. “Bir komünist haininin tercümanı.” olmamı asla affedemiyorlardı. O zamanlar Türkiye solu daha çok Sovyetler Birliği’ni, hatta Stalin ile Enver Hoca’yı, dolayısıyla, Mao ile Kastro’yu benimsiyordu.
-Tito döneminde iktidara yakın olanların halktan uzak kaldıkları söyleniyor...
Tito’nun etrafındaki insanlar son yıllarda idarenin çökmeye başladığını Tito’dan sakladılar. Tito ile eşi Yovanka arasında ilk anlaşmazlıklar 1976’da çıktı. Yabancı medya Tito ile eşi arasındaki sorunları ve Tito’nun çapkınlıklarını yazmaya başlamıştı. Tito’nun sağlığı da her geçen gün kötüye gidiyordu. Artık ülke sorunlarını değil, kendi sorunlarını nasıl çözeceğini düşünüyordu. Ve ülkedeki gelişmeler hakkında Tito’ya yeteri kadar hatta hiç bilgi verilmemeye başlanmıştı.
-1976’da Tito’nun Türkiye ziyaretinde de siz var mıydınız?
Evet. Gerçi Türkiye ziyareti sırasında Tito eski otoritesini ve gücünü yitirmişti. Ancak otoritesini Yugoslavya’nın içinde kaybetmesine rağmen, dış dünyada koruyordu. Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç edenler arasında dahi Tito’nun ağırlığı hissediliyordu. Tito, Efes antik kentini ziyaret etmeye gidiyordu. Yolun bir kısmında tarladan Tito’nun içinde bulunduğu arabaya doğru büyük bir kamyon geliyordu. Resmî koruma motosikletli polisler kamyonun önünü keserek sürücüyü yakaladı. Durumdan tedirgin olan Tito, hadise ile yakından ilgilendi. Meğer, Yugoslav göçmeni olan şoför, Tito’yu yakından görmek için kamyonu üzerimize doğru sürmüş. Durum anlatılınca Tito adamın serbest bırakılmasını rica etti. Ve kamyoncuyu eliyle selamladı.
İstanbul’da gizlice kalmış
-Türkiye’ye göç hakkında Tito’nun tavrı nasıldı?
Hatırlıyorum, uçağımız İzmir Hava Limanı’na inince, arabalarla Efes oteline doğru Karşıyaka’dan geçiyorduk. Bizleri ağırlayan zamanın Türkiye Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, Karşıyaka’dan geçerken, Tito’ya geçtiğimiz yerlerde genelde Yugoslavya göçmenlerinin yaşadıklarını ve türlü sıkıntılarla karşılaştıklarını anlattı. Tito, purosunu tüttürerek dikkatle dinledikten sonra “Duyduğum kadarıyla, aralarından birçoğu iyi iş adamı ve saygın Türkiye vatandaşı olmuş.” dedi. Çağlayangil, bunun üzerine sustu. Tito, Türkiye ile Yugoslavya arasında dostluk ve işbirliği köprülerinin inşaasında Yugoslavya’dan göç edenlerin yapıcı rol oynadıklarını da ilave etti.
-Bu Tito’nun Türkiye’ye ilk ziyareti miydi?
Türkiye’yi iki kez daha ziyaret etmiş. İlk resmî ziyareti 1950’li yıllarda. Türkiye’ye ilk gelişi ise, 1936’da olmuş.
-1936’da İstanbul’a gelişinin sebebi neymiş?
Sahte pasaportla, bir Rus gemisiyle İstanbul’a gelmiş. Pera Palas Oteli’nde kalmış. Sonradan Park Oteli’ne yerleşmiş. Fiyat daha elverişliymiş. İki ay süresince Zagrep’den yeni pasaport bekleyen Tito, İstanbul’un hemen her yerini gezmiş ve görmüş. Şiş kebabını ayrıca sevmiş. Mihmandarlığını bir Boşnak yapmış. Zagrep’ten yeni pasaport gelince Hırvatistan’ın başkentine iner ve gazetelerden “Gibraltarda, bir gemide, büyük bir Rus casusunun arandığını; ancak son anda kaçtığını” okuyunca, kahkahalarla gülmüş. Çünkü aranılan gemi kendisinin yolculuk yaptığı gemiymiş, aranılan “Rus” casusu ise kendisiymiş.
-Josip Broz’a neden Tito deniyor?
İş arkadaşları kendisine ‘Stari’ yani ‘ihtiyar’ demişler. Bu devrimci arkadaşlarından daha yaşlı olduğunu gösteriyor. ‘Tito’, "Sen bunu yapmalısın" anlamına gelir. Bir bakıma Tito’nun buyurucu, kesin ısrarcı tarzının ifadesi.
Türkler hem merhametli hem savaşçı
-Tito, insani ilişkilerinde de sert miydi?
Hayır. Türkiye ziyareti sırasında İzmir’den Ankara’ya dönerken uçakta bir olay yaşandı. Hostes, Tito’ya Türk tatlıları getirdi. Tito eliyle tatlıları götürmelerini işaret etti ve “Şekerim var, doktorlarım bana tatlı yememi kesinlikle yasaklıyor.’’ dedi. Ancak, nefis Türk tatlılarının ardından üzüntüyle baktığımı fark etmiş olacak ki, “Sen anlaşılan, tatlı meraklısısın, söyle tatlıları geri çevirsinler. Bildiğim kadarıyla Türkler tatlılara pek düşkün.’’ dedi. Tito herkese karşı çok dikkatliydi. Uçak İzmir’e inmeden önce Tito’ya sütlü kahve ikram ettiler. Sütü ben, kendilerine uzatırken, uçağın ansızın sarsıntısından, birkaç damla Tito’nun pantolonuna döküldü. Çok üzüldüğümü görünce, “Merak etme, onu silecek, temizleyecek hanım var, keyfine bak.” dedi. Ve sıkıntımı hemen hafifletmeyi başardı.
-Tito’nun Ruslara esir düştüğü söyleniyor. Doğru mu?
Birinci Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan ordusunda sıradan bir er olarak askerlik kariyerine başlar. Ve bir aylık asker iken çavuş rütbesine yükselir. Ruslara esir düşer. Çar ordusunda Tatar atlılarından biri Tito’yu kılıcıyla parçalamak üzereyken, iki elini kaldırıp teslim olur. Tatar atlı onu kendi atına bindirir ve Tataristan’da esir olarak evinde hizmet etmeye bırakır. Yani, Tatar atlı Tito’yu kendi özel esiri gibi kullanmış. Tito’nun sözlerine göre, kış günlerinde, Tatar ailesinin ova işlerine ara verilince, Kazan şehrinin kütüphanesine gidip Orta Asya halklarının tarihini okuyormuş.
-Bu olay onda Türklere karşı nasıl bir tesir bırakmış?
Tito, Tatar atlının merhameti sayesinde hayatta kaldığını birçok kere tekrarladı. Bu yüzden genelde Türklere vefa borcunu daima tekrarlıyordu. Türklerin çok merhametli ve aynı zamanda savaşçı bir ulus olduklarını belirtirken, bu iki özelliğe herhangi bir millette bir arada pek nadir rastlandığını söylerdi.
-Tito nasıl öldü?
Kangren sonucu ayağının kesilmesinden sonra büyük sağlık sarsıntıları geçirdi. Kangren olmadığı ve ayağının kendisinden izin alınmadan kesildiği söylentileri yayıldı. Sanırım, ayağı kesilmeseydi daha uzun yaşardı. Ancak, her şeye rağmen, iki dünya savaşına katılıp bir ülkeyi tam 35 yıl idare etmek hiç de kolay değil. Üstelik Tito seksen yaşının eşiğindeydi.
-Makedonya’da halkın geçmiş dönemi özlediği görülüyor. Tito gençleri neden celbediyor?
Eski Üsküp’te “Babuş’un yeri’’ olarak tanınan bir pastane var. Özellikle kışın salep içmeye gidiyorum. Bu ziyaretimin bir de özel nedeni var. İçerde Tito’nun büyük bir fotoğrafı var. Onu seyrediyorum. Tito’nun ölümünden sonra, söz konusu fotoğrafın yeri değişmedi. Tito özleminin hâlâ yaşadığını anlatmak istiyorum. Üsküp’ün en görkemli lisesinin ismi de hâlâ Josip Broz Tito’dur, ki burada Türkçe sınıflar da var. Yalnız Makedonya’da değil, eski Yugoslavya’nın tüm birimlerinde Tito özlemi yeniden canlanmış durumda. Birçok kişi bugünkü sosyal durumlarından memnun değil. Tito döneminde işsizlik, yoksulluk bu kadar yoktu. İnsanların çoğu hayatından memnundu. Her şey ucuzdu, insanlar tatile gidebiliyordu. Bugün insanlar, işsiz, aşsız, tatil için para bulamıyor. Bundan dolayı Tito döneminin özlendiğine inanıyorum.
TİTO KİMDİR?
1892 yılında Hırvatistan’ın Kumrovec köyünde Sloven bir anne ve Hırvat bir babanın oğlu olarak doğan Tito -ya da gerçek adıyla Josip Broz- Birinci Dünya Savaşı sırasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordusunda görev yaptı, savaşta yaralanarak Ruslara esir düştü.
1917 Rus Devrimi’nde Bolşeviklere destek verdi. 1918 yılında savaşın bitmesiyle, daha sonra Yugoslavya adını alan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’na döndü. Doğduğu ülkeye dönüş sebebi, yasadışı Komünist Parti’nin örgütlenmesini sağlamaktı. Yakalanarak hapse atıldı ve 1928’den 1934 yılına kadar cezaevinde kaldı. Hapishane günleri sırasında ‘Tito’ takma adını aldı. Hapisten çıktıktan sonra önce Komünist Enternasyonal’de görev yapmak için Moskova’ya gitti. 1936 yılında Komünist Parti’yi resmen kurmak için Yugoslavya’ya geri döndü ve 1937’de Yugoslav Komünist Partisi’nin (YKP) Genel Sekreterliğini üstlendi. Nazi Almanyası 1941 yılında hem Yugoslavya’yı hem de SSCB’yi işgal edince Tito tüm Yugoslavları Nazilere ve onları destekleyenlere karşı direnmeye çağırdı. 1942 yılında geçici bir hükümet kuran Tito, bu hareketiyle Çetnikler (Monarşi isteyen aşırı milliyetçi Sırplar) ve Uştaşlarla (Faşist Hırvatlar) karşı karşıya geldi. 1944 yılında savaşta Almanya’nın karşısında yer alan müttefiklerin de desteğini alan Tito, Mart 1945’te devlet başkanı seçildi. Almanları ülkeden kovmayı başaran Yugoslavlar birleşti ve tüm kontrolü Tito hükümetine devretti. Monarşi’den demokrasiye geçişle ilgili herhangi bir referandum yapılmadı. Çünkü Tito, ülkeye tek partili sistemi getirmişti. 35 yıl boyunca Sosyalist Yugoslavya Federasyonu Başkanlığını yürüttü. Bu süre zarfında, Soğuk Savaş’ın gerilimli ortamında “Bağlantısızlar Hareketi”ne de öncülük etti. Josip Broz Tito, 4 Mayıs 1980 tarihinde Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da hayatını kaybetti.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder